Yabancı gözlemciler 2013 mayıs ve haziranındaki Gezi Parkı protestolarından bu yana Türkiye’nin iki kilit lideri arasındaki hatırı sayılır farklılığı kayda geçirdiler: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasındaki farkı. Gül hemen her siyasi anlaşmazlıkta daha uzlaşmacı bir dil kullanırken, Erdoğan uzlaşmaz, meydan okuyan ve kavgacı tarzını her geçen gün biraz daha pekiştirdi. Örneğin, Gül, Gezi Parkı protestocularına “mesajı aldım” diyerek “demokrasinin sadece seçimlerden ibaret olmadığını” anımsatmıştı. Göstericileri “çapulcular” diye tel’in eden Erdoğan ise herkesi sandıktan çıkan sonuca saygı göstermeye çağırmakla yetinmişti. Cumhurbaşkanı, “paralel devlet”, Twitter, YouTube ve Türkiye’ye yönelik yabancı komplolarla ilgili tartışmalarda da liberal diye nitelenebilecek bir duruş sergiledi. Erdoğan ise istikrarlı bir şekilde otoriterlikten şaşmadı.
Bütün bu farklılıkları kaydeden çoğu Batılı gözlemciye, Gül’ün çizgisi daha cazip ve yatıştırıcı, Erdoğan’ın çizgisi ise akıl dışı görünüyor. Gözlemciler, Türkiye’nin başarılı Başbakanının nasıl olup da bu derinlemesine kutuplaşmış ülkede ılımlılığa duyulan ihtiyacı görmediğini anlayamıyor. Ancak esasında, Erdoğan’ın pozisyonu hiç de akıl dışı değil. Hatta aksine, bu pozisyon fazlasıyla tutarlı bir mantığa dayanıyor, üstelik de Türkiye’deki liberal tutumdan çok daha yerleşik bir mantığa... Ben bunu “Türkiye’nin önleyici otoriterlik doktrini” diye adlandırıyorum.