Ana içeriğe atla

Putin, Erdoğan ve Ruhani arasında güven çemberi genişliyor

Suriye konusunda inisiyatif Astana sürecine geçerken ABD İsrail’le Lübnan arasında yürüttüğü mekik diplomasisini Hizbullah konusunda sınayabilir. İngilizceden Türkçeye çevrilmiştir.
Presidents Hassan Rouhani of Iran, Tayyip Erdogan of Turkey and Vladimir Putin of Russia hold a joint news conference after their meeting in Ankara, Turkey April 4, 2018. REUTERS/Umit Bektas - RC17DDDED670

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den “çıkma” ve ülkedeki 2 bin Amerikan askerini “çok yakında” geri çekme niyetini açıkladığı hafta Rusya, Türkiye ve İran liderleri Suriye’nin geleceğine yön vermek için bir kez daha buluştu.

4 Nisan’da Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ev sahipliğinde Ankara’da gerçekleşen toplantı, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Erdoğan’ın altı ay içinde yaptığı ikinci üçlü zirveydi.

Maxim Suchkov bu konuda şöyle yazıyor: “Liderler Suriye’deki gidişatın aralarındaki bu toplantılarla belirlendiği inancını kazandı. Cenevre süreci hâlâ stop etmiş vaziyette, hatta komada bile sayılabilir ve sahadaki koşullar hızla değişiyor. Suriye savaşındaki bu üç taraf, değişimin başlamasını beklemek yerine değişimi bizzat yönlendirmenin kendi avantajlarına olduğunu görüyor.”

Ankara’daki zirvede yapılan açıklama BM destekli Cenevre sürecine usulen atıfta bulunsa da Rusya, Türkiye ve İran’ın ocak 2017’de başlattığı Astana süreci Cenevre’yi gölgede bırakmış durumda. Açıklamada 30 Ocak’ta Soçi’deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde kararlaştırılan anayasa komitesinin Cenevre sürecine entegre edilmesine destek ifade edildi, ayrıca “alıkonanların, kaçırılanların serbest bırakılması, cenazelerin teslimi ve kayıp şahısların tespiti” amacıyla 15 Mart’ta Astana’da ilk toplantısını yapan çalışma grubu memnuiyetle karşılandı.

Suchkov şöyle devam ediyor: “Üç lider ayrıca ‘terörle mücadelenin tüm boyutlarında üçlü koordinasyonu hızlandırma ve bilgi paylaşımını artırma’ konusunda mutabık kaldı ki bununla ordular ve istihbarat servisleri arasında sürekli iş birliğine işaret ediliyor. Bunun yanı sıra liderler insani çalışmalara odaklanacaklarını belirttiler. Ortak açıklamada ‘sahada sükûneti sağlamak’ ve mültecilerin dönüşünü süratlendirmek için çabaları hızlandırma kararlılığı belirtildi. (...). Ayrıca Rusya ve Türkiye doğu Guta’dan kaçan sığınmacıların tedavisi için Suriye’nin Tel Abyad kentinde hastane kuracak.”

Amberin Zaman’a göre “Liderlerin verdiği birlik görüntüsünün arkasında üç ülke Suriye’de çok farklı önceliklere sahip. Türkiye’nin önceliği PYD idaresini tasfiye etmek. İran’ınki Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad rejimini olduğu gibi korumak. Rusya’nın önceliği ise gerek diplomatik maharet gerek askeri güç kullanarak Doğu Akdeniz’de yakaladığı stratejik köprübaşını takviye etmek.”

Zaman şöyle devam ediyor: “Ankara’nın isteği Pentagon’un Türkiye’ye yakın olan isyancı gruplarla ortaklık etmesi. Bu bilhassa da YPG güçlerinin ağustos 2015’te koalisyon desteğiyle İslam Devleti’nden (İD) aldığı, ağırlıkla Arap nüfuslu Menbiç kasabası için geçerli. (...) ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İD’le mücadelede özel temsilcisi Brett McGurk, dün (3 Nisan) ABD Barış Enstitüsü’nde düzenlenen panelde Türkiye’nin planının zorluklarını anlattı. McGurk özellikle Türkiye’yle ittifak eden isyancıların İslamcı yapısından söz etti ki Pentagon’un bunlarla iş birliğinden çekinmesinin nedeni de bu. Ağzına kadar dolu bir salona konuşan McGurk şu hatırlatmada bulundu: Batı’ya yönelik büyük saldırıların planlandığı Menbiç’in alınmasında ABD’nin YPG ile ortaklık etmesinin nedeni Menbiç’i daha önce Türkiye destekli isyancılarla alma girişimlerinin başarısız olmasıydı. Kaldı ki Menbiç’in temizlenmesi, kısa süre sonra İD’i Cerablus’ta Fırat Kalkanı Harekâtı’yla hedef alan Türkiye’nin de işini kolaylaştırdı.”

Suchkov ise şu tespitlerde bulunuyor: “Bir etnik grup lehine bir başka grubun zorla gönderilmesi dâhil Suriye’de yaşanan demografik değişiklikler ve giderek radikal grupların atıldığı bir ‘çöp alanına’ benzeyen İdlib, Tahran ve Şam’da güvenlik kaygıları yaratıyor. Rusya’daki bazı yorumlara göre bu faktörleri Esad üzerinde etki gücü kazanmak ve ileride siyasi geçişte daha güçlü söz sahibi olmak isteyen Türkiye kullanıyor. (...) Durum gerçekten böyleyse Türkiye’nin Afrin bölgesini Suriye ordusuna vermesi yönünde Ruhani’den geldiği bildirilen çağrı İran’ın Esad’ı güçlendirmek istediğine işaret ediyor. Bu, Türkiye’nin hem kuzey Suriye’de hem Suriye’nin siyasal geleceğinde etkisini artırma ihtimalinden duyulan örtülü bir kaygı olarak görülmeli.”

Hamidreza Azizi, Astana ortakları arasındaki farklıkların Suriye hükümetinin doğu Guta’daki silahlı gruplara yönelik taarruzuna nasıl yansıdığını anlatıyor. Azizi’ye göre “İran (askeri operasyona) aktif katılımdan imtina etti ve bu işi Moskova ile Şam’a bırakmayı tercih etti. İran öteden beri Suriye’deki askeri rolünün danışmanlıktan ibaret olduğunu söylese de bu kez ne harekât merkezinde İranlı komutanların olduğuna ne de doğu Guta’da İran yanlısı savaşçıların çarpıştığına dair haberler çıktı.”

Azizi şöyle devam ediyor: “Türkiye’nin Afrin harekâtı ile doğu Guta’daki Rus-Suriye operasyonun eş anlı gelişmesi rastlantıdan öte görünüyor. Başka bir deyişle İran’ın Türk harekâtını kınayan bazı açıklamaları olsa da her iki operasyonda az çok tarafsız bir tutum alması, son gelişmelerin büyük ölçüde Astana sürecinin ana direkleri Tahran, Moskova ve Ankara’nın üçlü mutabakatı sonucu olabileceğini düşündürüyor. Bu mutabakat kapsamında İran, Suriye hükümetinin Şam’ın doğu banliyölerindeki operasyonuna Ankara’nın olurunu almak karşılığında Afrin ve Guta’da geri planda kalmayı kabul etmiş olabilir.”

Trump yönetiminin bir sonraki adımının ne olabileceğine gelince RAND analistleri James Dobbins ve Jeffrey Martini şöyle yazıyor: “ABD, Suriye’den tamamen çekilmeyi ve yabancı tüm milislerin de çekilmesiyle birlikte Şam hükümetiyle ilişkileri normalleştirmeyi önerebilir. Esad iç savaşı kazanmıştır ve eğer Rus ve İranlı danışmanların kalmasını isterse onu engelleyecek bir şey yok. Ancak Hizbullah savaşçılarının Lübnan’a dönmesi gerekir. Aynı şekilde sayıları binlerle ifade edilen diğer Şii savaşçıların da Afganistan’a, geldikleri diğer yerlere dönmesi lazım. Eğer bunlar Suriye’de kalır ve ailelerini de buraya getirirse ülkenin etnik yapısı temelli değişir ve İsrail ikinci bir cephede İran adına hareket eden bir ‘vekil’ ile karşı karşıya kalır.”

Şubatta bu sütunda ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterfield’in “Blok 9” kavgası nedeniyle İsrail’le Lübnan arasında mekik diplomasisi yürüttüğü ve bu sayede hem Hizbullah’la hem Hizbullah hakkında bir diyalog kapısının açılmış olabileceğini yazmıştık. Yazıda şu tespitlere yer vermiştik: “Blok 9 konusu İsrail ile Lübnan arasında ihtilaflı sınırı belirleyen Mavi Hat konuşulmadan konuşulamaz. Mavi Hat ise Suriye meselesinden ayrılamaz. Suriye meselesi de ABD, İsrail ve İran arasındaki ilişkilerden bağımsız ele alınamaz. Satterfield’in girişimleri ve Lübnan hükümeti üzerinden Hizbullah ve İran’la muhtemel bir arka kanalın oluşması, İsrail-Lübnan sınır meselesinin çözümü için gereken ön çalışmaları başlatırken İsrail’in sınırlarında çatışma ihtimalini azaltacak bir açılım da sağlayabilir.”

Üç hafta önce de Lübnan’daki şu gelişmeye dikkat çekmiştik: “Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun Hizbullah’ın silahları meselesinin 6 Mayıs seçimlerinden sonra ele alınacağını söyledi. Aun böyle bir açıklamayı Hizbullah’ın onayını almadan yapamaz. Dolayısıyla bu konu izlenmeye değer. Aun, 2013’te cumhurbaşkanı olmadan üç yıl önce Al-Monitor’a şöyle konuşmuştu: ‘Bana göre İran Hizbullah’ı İsrail’e baskı uygulamak için kullanıyordu. Mesele çözülünce İranlıların Hizbullah’a ihtiyacı kalmaz. Kuşkusuz araları iyi olacaktır. Bu bize zarar vermez. Biz herkesle iyi geçinmek istiyoruz. Ancak normalde İran’ın böyle bir gücü idame ettirmek için para harcayacağını sanmam. Bu çok masraflı bir iş.’”

Burada önemli nokta şu: Suriye’ye ilişkin çetrefilli diplomaside ABD’nin oynayabileceği kartlar var. Ancak bunun için Lübnan’la, Astana sürecindeki taraflarla ve Birleşmiş Milletler’le koordinasyon gerekir. Şubatta bu sütunda vurguladığımız gibi “Rusya, Türkiye ve İran arasındaki gerilimler ne olursa olsun üç ülkenin Astana sürecine bağlılığı sarsak da olsa şimdilik devam ediyor. BM Suriye Temsilcisi Staffan de Mistura bir nevi seyirci olarak da olsa geçen ayki Soçi toplantısına katıldı. Çünkü Cenevre süreci için yegâne can damarı buydu ve diplomatik kulvarı acilen canlandırma gereksinimi var.”

Join hundreds of Middle East professionals with Al-Monitor PRO.

Business and policy professionals use PRO to monitor the regional economy and improve their reports, memos and presentations. Try it for free and cancel anytime.

Already a Member? Sign in

Free

The Middle East's Best Newsletters

Join over 50,000 readers who access our journalists dedicated newsletters, covering the top political, security, business and tech issues across the region each week.
Delivered straight to your inbox.

Free

What's included:
Our Expertise

Free newsletters available:

  • The Takeaway & Week in Review
  • Middle East Minute (AM)
  • Daily Briefing (PM)
  • Business & Tech Briefing
  • Security Briefing
  • Gulf Briefing
  • Israel Briefing
  • Palestine Briefing
  • Turkey Briefing
  • Iraq Briefing
Expert

Premium Membership

Join the Middle East's most notable experts for premium memos, trend reports, live video Q&A, and intimate in-person events, each detailing exclusive insights on business and geopolitical trends shaping the region.

$25.00 / month
billed annually

Become Member Start with 1-week free trial
What's included:
Our Expertise

Memos - premium analytical writing: actionable insights on markets and geopolitics.

Live Video Q&A - Hear from our top journalists and regional experts.

Special Events - Intimate in-person events with business & political VIPs.

Trend Reports - Deep dive analysis on market updates.

We also offer team plans. Please send an email to pro.support@al-monitor.com and we'll onboard your team.

Already a Member? Sign in