Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrei Karlov’un bir sanat etkinliği sırasında Türk polis memuru tarafından öldürülmesi Rusya karşısında Türkiye’nin boynunu kıldan ince hale getirdi. Suikastın etkisinin dış politikaya yansıması da gecikmedi.
Suikasttan bir gün sonra Moskova’da Rusya, İran ve Türkiye arasında yapılan Suriye toplantısında Rusların üçlü çözüm planı kabul edildi. Karlov cinayeti, Türkiye’nin elini Moskova Deklarasyonu’na şerh koyamayacak kadar zayıflattı. Bu yüzden Rusya ile ilişkilerinde artık “Karlov’dan önce” ve “Karlov’dan sonra” diye bir ayrıma gitmekte sakınca yok.
Mücbir sebeplerle Türkiye son bir yılda Suriye siyasetinde epey yalpaladı. 25 Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesinin ardından Moskova ile ilişkileri tekrar yoluna koymanın karşılığında Türkiye, Halep’te muhaliflerden desteği kesmek ve tahliye operasyonunda arabuluculuk yapmak zorunda kaldı. Türkiye tam da Kilis ve Hatay karşısında kalan iki bölgede temerküz eden muhaliflere kalkan olup, kalan bakiye üzerinden barış süreci başlatmak için ısınma turları yaparken suikast gerçekleşti. Ve düşürülen uçak yüzünden bir elini Rusya’ya kaptırmış olan Türkiye elçinin ölümüyle diğer elinden de oldu.
Bundan sonra Moskova’nın İran’la paslaşarak yürüttüğü süreçte Türkiye gönülsüz de olsa üçüncü sacayağı olmak durumunda.
20 Aralık’taki Moskova buluşmasında Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yaptığı açıklamaya bakılırsa kritik iki nokta öne çıkıyor:
-
Türkiye, İran ve Rusya Suriye’de muhalifler ile rejim arasında kapsamlı ateşkes ve siyasi çözüm sürecinin garantörü oluyor.
-
Üç ülke de önceliğin Esad’ın koltuğundan uzaklaştırılması değil terörle mücadele olduğunu kabul ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan siyasi çözüme ikna olduğuna dair tüm sinyallere rağmen Esad’ın gitmesi gerektiği retoriğinden geri adım atmıyordu.
Normal koşullarda ateşkesin garantörü olmak Hatay ve Kilis üzerinden Suriye’ye lojistik destek ve silah akışının durmasını gerektirir. Bir şey dayatma şansı kalmasa da Türkiye destek kesilecekse Suriye yönetiminin yanında yer alan örgütlerin de bu kapsama alınması gerektiğini düşünüyor. Moskova’daki ortak basın toplantısında İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, üç ülkenin İslam Devleti (İD), Nusra Cephesi ve bağlantılı gruplarla savaş sözü verdiğini; silahlı hiçbir grubun Suriye’nin faydasına olmadığını vurguladı. Buna karşılık Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tüm Suriye’de geçerli olacak ateşkesin Nusra ve İD’i kapsamayacağını söylerken Hizbullah dahil bütün gruplara dışarıdan gelen yardımların kesilmesi gerektiğini söyledi.
Türkiye’nin marjları daraldı
Burada bir başka önemli nokta da Suriye’de müzakere sürecinde yaşanan eksen kaymasıdır. Her ne kadar troykanın Cenevre sürecine alternatif olmadığı mesajı verilse de Batı-Körfez cenahının dışlandığı yeni bir çözüm konsepti doğuyor.
Daha önce Rusya lideri Vladimir Putin, Erdoğan ile birlikte ABD ve BM’nin yer almadığı yeni barış görüşmelerini organize etmeye başladıklarını ve müzakerelerin Astana’da yapılabileceğini açıklamıştı. Tam bu noktada Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun “ABD ve müttefiklerinin koordineli hareket etme konusundaki bütün girişimleri başarısızlığa uğradı. Hiçbiri sahadaki durumu gerçek anlamda etkileyemedi” sözü önemli.
Yeni konseptte Türkiye’ye düşen rol muhalif grupları bu konsepte hazırlamak. Rusya’nın Suriye krizine askeri müdahaleye başlarken güttüğü strateji önce silahlı grupları geriletmek, ardından bunlar içinden siyasi çözüme ikna olanları müzakere sürecine katmak, geri kalanları da terörist ilan edip bunlara karşı ortak bir savaş yürütmekti. Türkiye’yi bu çizgiye çekerken Ankara’nın kabul etmekte kıvrandığı nokta şurası: İran ve Rusya İD, Nusra ve bunlarla ilişkili grupları terör örgütü kapsamına alırken Türkiye’nin himaye ettiği grupları da bu kapsama sokuyor. Ankara’nın özellikle Nusra ile ilintili olan Ahraru’ş Şam gibi örgütlere karşı koruyucu tutumunu ne kadar sürdürebileceği merak konusu. Elbette dünden farklı olarak Rusların baskısına karşı direnmesi zor.
Esasen Moskova Deklarasyonu’nun alternatifi, Rusya’nın Karlov cinayetini Erdoğan’ın çizdiği çerçevede yorumlamaması olacaktır. Rusya’nın cinayeti iki ülke ilişkilerine yönelik sabotaj değil de Erdoğan’ın mitinglerinde koruma görevi üstlenmiş ve Nusra’nın sloganlarını kullanan bir polisin işlediği cinayet olarak okuması halinde farklı bir sayfa açılacaktır. Bunun emaresini Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev’in şu tepkisinde görüyoruz: “Uluslararası ilişkilerde büyükelçinin öldürülmesi medeni ilişkilerin ötesine geçen ağır bir suçtur. Ve Rusya bunun cezasız bırakılmasına izin vermeyecektir.”
Yeni bir eksen doğar mı?
Türkiye, Rusya ve İran ortaklığı başarılı olursa kuşkusuz Orta Doğu’nun yeniden şekillenmesinde alternatif eksenin önü açılabilir. Ancak Moskova mutabakatına karşı hem içerden hem uluslararası alandan gelen direnç noktaları hafife alınmamalı. Bu mutabakatın test edileceği çok sayıda alan var:
-
Nusra’nın kendi emirliğini kurduğu; son aylarda Halep, Hama, Şam ve Humus’tan gelen sığınmacılarla yeni temerküz alanına dönüşen İdlib ne olacak? Halep’ten sonra İdlib’e yüklenilecek mi? Bu durumda yeni tahliyelerin adresi neresi olacak? Türkiye silahlı örgüt mensupları ve ailelerini kendi topraklarına mı alacak?
-
Nusra ve müttefikleri hedef tahtasına konulacaksa Türkiye’nin hamiliğini yaptığı örgütlere karşı nasıl bir politika izlenecek? Bu örgütler de hedef listesine girecek mi?
-
Suriye’deki silahlı örgütlerin Suudi Arabistan ve Katar gibi finansörlerinin yeni stratejiye yaklaşımı ne olacak? Bu iki ülkenin sözüyle hareket eden gruplar hangi kapsama alınacak?
-
Türkiye hattının kesilmesi karşısında Körfez’le bağlantılı gruplar için Ürdün’ün lojistik kanalları devreye girerse ne olacak?
-
Amerikan yönetimi alternatif bir girişime ne kadar şans verecek?
-
Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı devam edecek mi? Ki bu harekât, artan oranda askeri kayıplarla Türkiye’ye ağır bir yük olmaya başladı.
-
Türkiye’nin Rojava’da Kürtlerin önderliğindeki özerklik yapılanmasının bitirilmesi şartı ne olacak? Türkiye Fırat Kalkanı’nı Kürtlere karşı daha geniş bir cephenin savaş makinesine dönüştürme ısrarını sürdürebilecek mi? Rusya, Türkiye’nin Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) karşı saldırılarına göz yumacak mı? Özetle Rojava ne olacak?
-
Türkiye’nin Halep’ten çıkan savaşçıları Fırat Kalkanı’na asker yapmak gibi hevesleri vardı. Rusya da bunu istemiyordu. Şimdi ne olacak?
Bütün bu çetrefilli konulara karşın Türkiye’nin Suriye konusunda Rusya ve İran’ın eksenine kayması sahayı mutlak surette etkileyecektir. Suriye cephesinin lojistik, silah ve militan akışının yüzde 70’inin Türkiye sınırlarından gerçekleştiğine dair tespitleri dikkate alırsak Ankara’nın politika değişikliğinin önemi daha net anlaşılacaktır.