Cengiz Çandar Türk ordusunun Türkiye-Suriye sınırına 30 kilometre uzaklıktaki Cerablus’a 24 Ağustos’ta düzenlediği harekâtın birincil hedefinin İslam Devleti (İD) değil, Kürt Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) silahlı kanadı YPG’nin ilerleyişini kontrol altına almak olduğunu aktarıyor.
Metin Gürcan da konuya ilişkin şunları aktarıyor: “Ankara’da Al-Monitor’a konuşan kaynaklar ise IŞİD’in son iki haftadır Cerablus’tan çekildiğini, YPG’nin Cerablus’u ele geçirmek üzere kuzeye bir taarruz hazırlığı içinde olduğunu, Ankara’nın da Fırat Kalkanı operasyonuyla önce davranarak Cerablus’un YPG’nin eline geçmesini engellediğini anlatıyorlar. Bu ifadelerden operasyonun asıl hedefinin IŞİD’in geriletilmesi değil, YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde hâkimiyet kurmasının engellenmesi olduğu görülüyor.”
Obama yönetimi Türk-Kürt fay hattı üzerinde sıcak bir çatışmayı bugüne kadar önlemeyi başardı ve bu azımsanacak bir başarı değil. YPG, İD’le mücadelede en etkili güç olan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) omurgasını oluşturuyor. Ancak Suriyeli Kürt grubu son haftalarda kendi kazanımlarına ağırlık vermiş durumda. Buna Suriye hükümeti ile YPG güçleri arasındaki olası bir çatışmanın Rusların arabuluculuğu sayesinde önlendiği Haseke ile Fırat’ın batısındaki Menbic ile Cerablus da dâhil ki Ankara da bu nedenle teyakkuza geçmiş durumda.
Bu, Suriyeli Kürtler’in ABD ile aralarındaki ortaklığın sınırlarını sınamak için kötü bir zaman. Zira Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı geçen ay düzenlenen darbe girişiminin arkasında ABD’nin de parmağı olduğuna ilişkin komplo teorileri öne çıkmış durumda ve şu an hâlihazırda gergin olan ABD-Türkiye ilişkileri diplomatik öncelik gerektiriyor.
Nitekim ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da 25 Ağustos’taki Ankara ziyareti sırasında Türkiye’nin Cerablus harekâtına tam destek vererek Washington’ın “Türkiye sınırında ayrı bir yapıyı” değil Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklediğini vurguladı. Biden’ın kırmızı çizgi tanımı da ev sahiplerini oldukça memnun etti: “Suriye Demokratik Güçleri’nin parçası olan unsurlara ve YPG’ye nehrin diğer tarafına geçmek zorunda olduklarını açıkça belirttik. Bu taahhüde uymazlarsa hiçbir surette Amerika’dan destek alamazlar ve alamayacaklar, nokta.”
Biden ABD’nin Suriye’deki Kürt ortaklarına verdiği desteğin sınırları konusunda çok net konuştu. Ancak asıl soru bunun Erdoğan için yeterli olup olmadığı. Biden’la düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Türkiye Cumhurbaşkanı İD ve Nusra Cephesi’ne yüklenirken PYD, YPG ve Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) yine es geçmedi ve “Bu örgütlerin tümü teröristtir.” dedi. PYD ve YPG’yi terörist değil, İD’le mücadelede ortak olarak kabul eden ABD ise PYD ile PKK arasına kalın bir çizgi çekiyor.
Cerablus’taki güç dengesi ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde yeni atacağı adımları daha da karmaşıklaştırabilir, bilhassa da ABD özel kuvvetlerinin bölgede oynadığı rol düşünüldüğünde. Gürcan bu konuda şunları aktarıyor: “Zırhlı birlik ve iş makinesi hareketliliği Cerablus'ta Irak’taki Başika Üssü’ne benzer bir sabit üs kurma hazırlığına işaret ediyor. Tabii üs konusunda Şam’ın, Moskova’nın ve Washington’ın vereceği tepkiler de önemli olacak”.
Türk ordusunun Fırat Kalkanı harekâtını yaklaşık bin 500 Özgür Suriye Ordusu savaşçısıyla birlikte koordine ettiğini belirten Çandar ise ÖSO’nun ele geçirdiği toprakları elinde tutma konusunda “berbat bir karneye” sahip olduğunu hatırlatıyor. Gürcan ise Ahrar El Şam gibi bir düzine silahlı örgütten gelecek katılımla bu savaşçıların sayısının “5 bine çıkmasının beklendiğini” belirtiyor. SDG ve YPG, ÖSO’nun aksine bugüne kadar Suriye Fetih Cephesi’yle ittifak yapmaktan kaçındı.
Amberin Zaman Ankara’nın Suriye’de özerk bir Kürt bölgesi kurulmasını engelleme önceliğinin Türkiye’nin Esad’a ilişkin yaklaşımında yeni bir değerlendirmeye zemin hazırlayabileceğini aktarıyor. Ancak Erdoğan’ın Şam ve YPG’ye karşı koz olarak kullandığı Suriyeli silahlı örgütlere verdiği desteği kesmesi pek muhtemel görünmüyor. Zaman şöyle diyor: “Ankara’nın kendi başına büyük bir değişime gitmek yerine yeni yönetimin Suriye politikasını görmek için ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlarını beklemesi daha muhtemel”.
Öte yandan Ankara Tahran’la ilişkilerini yeniden canlandırmak için ABD’deki seçim sonuçlarını beklemedi. Buna Suriye konusunda bir uzlaşı noktası bulmak da dâhil. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif’in 12 Ağustos’ta Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyaret darbe girişiminin ardından sürdürülen “dayanışma”nın ve “iyi niyet”in bir göstergesiydi. Bu ziyaretten bir hafta sonra da Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Tahran’daydı. Ali Hashem bu yakınlaşmaya ilişkin şu bilgileri aktarıyor: “Bir Kürt devletinin ortaya çıkışına karşı ortaklaşan menfaatler İran ve Türkiye’yi Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve merkezi yönetim yapısının korunması konusunda aynı noktada buluşturdu. Bir diğer deyişle İran ve Türkiye bir kez daha uzlaşmayı başardı. Bu kapsamda isminin açıklanmaması kaydıyla Al-Monitor’a konuşan bir yetkili, iki ülke arasında basına yansıyan üst düzey görüşmelerin yanı sıra askeri alanda ve güvenlik alanında da kapalı kapılar ardında görüşmelerin sürdüğünü söyledi.”
ABD için şu an asıl yakıcı konu Türkiye ile ilişkileri düzeltmek ve Fethullah Gülen’in iade edilme olasılığı. Mustafa Akyol darbe girişimini Türkiye’nin “11 Eylül’ü” diye tanımlıyor. Türkiye Cumhurbaşkanı da tıpkı El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarının ardından ABD Başkanı George W. Bush’un yaptığı gibi “Kim bizden, kim değil?” çetelesi tutuyor.
Biden’ın ABD’nin iade süreci konusunda anlattığı anayasal ve yasal inceliklere rağmen Türkiye’nin mevcut iklimde Gülen’in iadesine ilişkin talebine “hayır” yanıtını kabul etmesi mümkün görünmüyor. Erdoğan ABD’nin darbeyi kınamasını “nihai açıklama” olarak görürken Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım bunun zorlu bir yol olacağını zekice bir dille ifade etti ve şöyle dedi: “Bu terörist başının iadesine yönelik sürecin sağlıklı işlemesi, vatandaşımızın zihnindeki bu algıyı da olumlu hâle dönüştürecek. Böylece dostluğumuz artarak devam edecektir”.