Şam’dan bildiren Al-Monitor yazarı Jean Aziz, uzaktan gelen füze seslerine rağmen Suriye’nin başkentinde adeta ürkütücü bir normallik ve özgüven tablosu anlatıyor. Suriyeli yetkililer sessizce siyasi reformların kapsam ve içeriğini planlıyor, doğal olarak Moskova ve Tahran’la istişare ederek.
Suriyeli bir yetkili Aziz’e şöyle diyor: “Rejimin veya rejim mensuplarının akıbeti bizim için artık geride kalmış bir konu. Bugünkü mücadelemiz rejimin şeklini, işleyiş mekanizmalarını, Suriye halkıyla ve hatta Suriye’nin kendisiyle ilişkisini belirleme mücadelesi. Farklı yönetim biçimleri konuşulurken Kürtler, Ruslar ve Beşar Esad’ın kendisi bile federasyondan ve âdemi merkeziyetçi sistemden bahsediyor. Bugün bunlar konuşuluyor. Diğer mevzular geride kaldı.”
Rusya tarafından hazırlandığı iddia edilen anayasa taslağına da değinen yetkili şöyle devam ediyor: “Taslakla ilgili bazı görüşler bildirdik. Burada bahsedilen çoğulculuk Suriye’deki yerel yönetimler yasasıyla sağlanıyor ve dolayısıyla anayasal güvenceye sahip. Yani bu konuda herhangi bir değişikliğe gerek yok.”
Siyasi reform çalışmalarına İran da etkin şekilde katılıyor. Laura Rozen’in sorularını 16 Haziran’da e-postayla yanıtlayan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif şöyle diyor: “Belli bir kişiye odaklanırsak çözüme ulaşamayacağımızı baştan beri söylüyorum. Zira bu, sıfır toplamlı bir oyun olur ve kaçınılmaz olarak çıkmaz ve kilitlenmeye yol açar. (…) Doğru olan, gelecekteki yönetim şekline, iktidarın kurumsal olarak nasıl dağıtılacağına odaklanmak. Böylece herhangi bir kişinin veya etnik grubun merkezdeki ağırlığı azaltılabilir, hatta ortadan kaldırılabilir.”
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry 18 Ocak’ta yaptığı açıklamada İran tarafından önerilen reformların Cenevre görüşmelerinde öngörülen hususlara “çok yakın” olduğunu ve “incelenmesi gerektiğini” kaydetmişti.
Zarif’in siyasi çözüm vurgusu, anlamlı siyasi müzakerelerin ön koşulu olarak kuzey Suriye ve Halep’teki silahlı terörist grupların temizlenmesini isteyen Suriye, İran ve Rusya’nın bu ortak menfaatiyle çelişmiyor; aksine onu pekiştiriyor. Tahran’dan bildiren Abbas Qaidaari Rusya’nın Suriye’deki nihai hedefi hakkında İran’da bazı tereddütler olduğunu aktarsa da taraflar, İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Hüseyin Dekhan’ın deyimiyle “teröristlerin güç kazanmasına izin vermeyen” askeri yaklaşım konusunda mutabık. Bakan, bu sözleriyle ateşkes sürecini kullanarak kuzey Suriye’de Nusra Cephesi’yle birlikte koordine saldırılar gerçekleştiren Fetih Ordusu gibi silahlı muhalif grupları kastediyordu.
Suriye ordusunun ülkenin “işe yarar” parçasını savunup elinde tutacak mı yoksa ülkenin geri kalanını da geri alacak mı sorusu Suriye’de artık geride kalmış. Suriyeli bir milletvekili Aziz’e şunları söylüyor: “Suriye topraklarının tamamını geri almaya kararlıyız. Deyrizor’da hâlen askerimizin olması bunu yeterince gösteriyor. Mücadele şimdi Rakka’ya kaydı. Şam çevresinde ordu birliklerini azaltmak, diğerlerine göre daha stratejik bölgelerin kurtarılmasına başlamak istiyoruz.”
Suriye konusunda yanlış bir “karşı görüş”
Obama yönetimi, Suriye hükümetine karşı askeri operasyonların başlamasını isteyen dışişleri bakanlığının 51 yetkilisinin “karşı görüş” yazısına rağmen Suriye’deki çizgisini şimdilik muhafaza ediyor. 16 Haziran’da yazıya ilk tepkisini veren Beyaz Saray, ihlallere rağmen ateşkes sayesinde son dört ayda 820 bin insana yardım ulaştırıldığını vurguladı.
Şam hükümetine karşı anlaşılabilir bir rahatsızlığın sonucu tavsiye edilen askeri operasyon, niyeti ne kadar olumlu olursa olsun neticede krizi tırmandırır ve muhtemelen yeni çatışmalara, yeni ölümlere, yeni mültecilere yol açar. Öte yandan sivillere daha az insani yardım ulaşır ve cihatçılar güçlenir.
ABD-Rusya ilişkilerini, BM aracılığındaki müzakereleri, Uluslararası Suriye Destek Grubu’nu, Irak’ta ve başka çatışma bölgelerinde olası ABD-İran mutabakatlarını, son 8 ayda büyük gayretlerle ilerleyen tüm o kırılgan diplomatik süreçleri riske atabilecek böyle bir hamlenin tüm bu sakıncalarına rağmen niçin göze alınabileceğini, eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford’un Laura Rozen’a söylediği gibi Suriye’deki “Sünni Arapları İslam Devleti ile mücadeleye ikna edilmesi” konusunda nasıl yararlı olabileceğini biz anlamakta zorluk çekiyoruz.
Belki de kastedilen aslında şudur: Askeri operasyonlar bölgedeki ABD ortaklarıyla belli bir mutabakata varılmasını sağlayabilir. Zira kıdemli ABD yetkilileri öteden beri bu ortakların İD karşıtı koalisyonda üzerine düşeni yapmadığını söylüyor. Bu ortaklar, ayrıca El Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’yle birlikte hareket eden Ahrar El Şam ve Ceyş El İslam gibi Selefi ve cihatçı grupları destekliyor. Yazıda askeri operasyonların rejim değişikliğini hedeflemeyeceği açıkça söyleniyor. Yine de ABD’nin istenmeyen sonuçları göze alarak kaygan bir zemine girmesi Orta Doğu’da yeni bir rejim değişikliğine girişmesi söz konusu. Tüm bunların karşılığında bahsi geçen ortakların nihayet İD’e karşı harekete geçirilmesi düşünülüyor olabilir.
Bu arada söz konusu Selefi grupların yaptıkları, ateşkes ihlalleri, dış destekçileri ve Nusra Cephesi’yle ilişkileri “karşı görüş” yazısında yer almıyor. Hatta Nusra Cephesi’nden hiç bahsedilmiyor. Aynı şekilde CIA Başkanı John Brennan’ın 16 Haziran’daki ifadesinde değindiği gibi İD kaynaklı uluslararası tehdidin arttığına dair de hiçbir şey söylenmiyor.
Dolayısıyla biz de bu isabetsiz “karşı görüşe” karşı güçlü bir “karşı görüş” bildiriyoruz ve bunu özellikle şuna dayandırıyoruz: Mezhepsel hesaplara öncelik veren bu yaklaşım, kasıtlı olmasa da Suriye halkına bir nebze umut ve yardım sağlayan diplomatik zemini uçurmakla kalmaz, El Kaide’nin Suriye koluyla ittifak eden cihatçı grupları biraz daha normalleştirir. Ahrar El Şam başta olmak üzere Selefi grupların şubattan bu yana ateşkesi nasıl ihlal ettiği, Nusra Cephesi’yle koordinasyonu nasıl artırdığı bu sütunda ortaya kondu. Hatırlanacaktır, Ceyş El İslam’ın kuzey Halep’te klorin gazı kullandığı iddiası hâlen araştırılıyor. Savaş Çalışmaları Enstitüsü’ne göre Nusra Cephesi ve Ahrar El Şam’ı içeren Fetih Ordusu da geçtiğimiz hafta hükümetin elindeki Halasa kasabasına saldırdı.
Obama yönetiminin Orta Doğu’da güç kullanımına karşı içgüdüsel ihtiyatını biz de paylaşıyoruz, özellikle de hâlen devam eden Irak ve Libya tecrübeleri ışığında. “Karşı görüş” yazısının atladığı bu tecrübelerin öykünecek tecrübeler olduğuna inanmıyoruz.
Büyük zorluklarla sağlanan diplomatik kazanımları heba etmek yerine ABD bir başka alternatif olarak Rusya’nın önerisini değerlendirebilir: Nusra Cephesi’ne yönelik saldırılarda koordinasyonun artırılması ve ABD destekli grupların Rus ateşinden azade tutulması. ABD ve Rusya askeri hedefleme konusunda mutabakata daha yakın olabilir. Bu yaklaşımla Suriye müzakereleri ve ateşkes için kırılgan diplomatik çerçeve korunurken El Kaide’yle irtibatlı gruplara karşı operasyonlar genişler, Rusya ise ılımlı muhalif güçlerle sivilleri vurmama konusunda sorumluluk üstlenmiş olur.