Son günlerde askeriyeden diyanete muhtelif devlet kurumlara veda ziyaretlerinde bulunan Başbakan Ahmet Davutoğlu Ak Parti’nin 22 Mayıs’ta yapılacak olağanüstü kongresinde yerini yeni genel başkan ve başbakana bırakacak. Yerine gelecek isim olan Binali Yıldırım’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la daha “uyumlu” olacağı, bu uyumun da “itaat” esasıyla sağlanacağı tüm Türkiye’nin malumu.
Bir başka deyişle Davutoğlu’nun ayrılışının Erdoğan’ın gücünü daha da pekiştireceği açık. Öyle ki bu yeni güç dengesi için yeni bir Erdoğanist söylem bile geliştirildi ve bu söylemde “lidere itaat” bir erdem olarak açıkça övülmenin yanı sıra bir dini görev dahi sayılmaya başlandı.
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, sayıları giderek artan Erdoğan yanlısı gazetelerden biri olan Anadolu’da manşet yapılan sözleri, bu söylemin çarpıcı bir örneğiydi. “Lidere İtaat Şart” başlığıyla aktarılan yorumda Gökçek şöyle diyordu: “Bizim inancımızda bizim geleneğimizde, bir lider kavramı var ve özellikle bu lidere kesinlikle ve kesinlikle itaat şart. Yani liderin hataları olabilir, hataları olsa dahi (...) buna itaat etmek zorundayız.”
Görünen o ki bu itaat zorunluluğu, sadece parti değil, aynı zamanda parti-medyası için de geçerliydi. Çünkü Akşam gazetesi köşe yazarı Markar Esayan, milletin Erdoğan’a duyduğu sarsılmaz aşkı Cumhurbaşkanı’nın “mertliği, inancı, başarısı ve cesareti”yle açıklayarak kendisinin de paylaştığı bu aşkın “davanın çelik çekirdeği” olduğunu yazdı. Bunun altının “‘Otoriterlik’, ‘ataerkillik’, ‘lider kültü’, ‘diktatörlük’, ‘yolsuzluk’, ‘masa’ diye sinsice” oyulamayacağını belirten Esayan, hem kendisinin hem de başkalarının bu aşkı nasıl yaşaması gerektiğinin tanımını da şöyle yaptı: “Herkes her durumda, birbirine saygılı davransın, rahat olsun, Reis’i gözlesin. Biz şefinin gözüne bakan dev bir orkestra değil miyiz? Bu işler başka türlü yürür mü?”
83 yaşındaki bir diğer Erdoğanist yazar Kadir Mısıroğlu ise bu söylemi daha da ilahi bir boyuta taşıdı. Mısıroğlu kişisel internet sitesinde yayınladığı bir videoda Davutoğlu’nu Erdoğan’a tamamen “itaat” etmediği için tel’in etti. Buna göre Davutoğlu itaat etmeyi “küçük görmüş” ve böyle yapmakla “Adem’in karşısında diz çökmeyi reddeden şeytan gibi davranmıştı. Mısıroğlu'nun referans verdiği bu Kuran kıssasında Allah şeytandan Adem’e boyun eğmesini ister, ama şeytan bunu kibirle reddeder ve sonsuza dek lanetlenir. İşte Mısıroğlu’na göre Davutoğlu da Erdoğan’a itaat etmeyi reddederek şeytani bir kibir göstermişti.
Türkiye’deki siyasi arenanın vazgeçilmez bir parçası olan sosyal medyada da “lidere itaat” çağrıları yaygınlaşmış durumda. “Reis”i yüceltmek, onun “düşmanlarını” ve onun davasının “hainlerini” tel’in etmek için açılan ve çoğu yüzbinlerce takipçiye sahip olan onlarca hesabın bu günlerdeki sloganı “Reis ne derse o”.
İlginç olan, bu propaganda hesaplarının bazılarında Kuran ayetlerine de gönderme yapılması: Örneğin “Allah'a ve Resûl'e ve sizden olan idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin” ayeti. Burada “idareci”yle Erdoğan’ın kast edildiği açık. Nitekim yakın zamanda Ak Parti’den milletvekili adayı olan bir Erdoğanist, ayeti bu şekilde yorumlarken buna uymayanların başına neyin geleceğini de şöyle belirtti: “Reis bu devletin başıdır ve itaat etmeyenler dünyasını ve ahirini kaybedecektir!”
Tüm bunlara bakarak, Ak Parti’yi ve son zamanlarda benimsediği ideoloji olan “Erdoğancılığı” İslam ve siyaseti sentezlemesi açısından bir tür “İslamcılık” olarak değerlendirebiliriz. Bu kendinden menkul İslamcılığın hedefi ise, Anayasa’dan laikliği çıkarıp bir İslam devleti kurmaktan ziyade, Erdoğan’ın iktidarını dini temalarla pekiştirmek gibi görünüyor. Bir başka deyişle, İslam’ın buradaki rolü bir lider kültü etrafında şekillenen otoriter bir projeye hizmet etmek.
Neyse ki, günümüz Türkiye’sinde dile getirilen tek İslam anlayışı değil. İslam’dan otoriter değil özgürlükçü anlamlar çıkaran isimler de var. Erdoğanistlerin nefret objesi haline gelen Karar gazetesinde köşe yazarı olan Eski İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı da bu isimlerden biri. Çağrıcı “Otoriter yönetimlerin kültürel arka planı” başlıklı kayda değer yazısında İslam’a Birinci Asır’dan bu yana hakim olan otoriter siyasi kültürün dinden sapma olduğunu anlattı. Çağrıcı’ya göre bugün Müslümanların geleneksel İslam toplumlarında olmayan “‘özgürlük ve eleştiri kültürü"ne ihtiyacı vardı.
Karar’ın bir diğer köşe yazarı Etyen Mahçupyan ise Türkiye’deki siyasi İslam anlayışındaki iki farklı eğilime dikkat çekti. Bir yanda çoğunlukta olan “Reisçi”ler bir yanda da azınlıkta olan ve Davutoğlu’na daha yakın duran “iyi eğitimli, kentli, orta-üst sınıf, yeni nesil, dünyaya açık muhafazakarlar” vardı. Mahçupyan’ın bu yazının ardından Erdoğanistler tarafından “elitizm”le suçlanması ise sürpriz olmadı.
Türkiye’nin geleceği, bir ölçüde, bu farklı İslam anlayışlarının hangisinin daha belirleyici olacağına bağlı. İyi haber, “itaat” esaslı otoriter yorumun eldeki tek seçenek olmaması. Kötü haber ise bu yorumun, en azından şimdilik, daha güçlü, baskın ve etkili olması.