El Kaide’nin ortaklarına Cenevre’de taviz verilmemeli
Suriye muhalefetinin Suudi destekli çatı grubu, Yüksek Müzakere Komitesi BM himayesindeki Cenevre barış konferansına katılma kararı aldı. Bu adım müzakereler için olumlu bir sinyal olarak görülüyor. Ancak Komite, Suriye ordusu isyancı bölgelerini vurmaya ve kuşatmaya devam ettiği sürece hükümet heyetiyle görüşmeyeceğini söylüyor. BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura “dolaylı” diye tabir edilen bu görüşmelerde heyetler arasında mekik dokuyacak.
Medyada yer alan haberlere bakılırsa ABD ve Rusya iki yıllık bir geçiş planının genel hatlarında uzlaşmış görünüyor. Plana göre muhalefetin ılımlı siyasi ve silahlı unsurları birkaç yıllık bir süre zarfında Suriye devletiyle kaynaşacak, Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın ne olacağı sorusu ise geçiş sürecinin sonuna bırakılacak. Geçiş sürecinin sonunda Esad gitmeli mi, yoksa kalmalı mı konusunda ABD ve Rusya arasında hâlâ resmi bir uzlaşma yok.
Bizler De Mistura’nın çabalarını desteklemeyi sürdürüyor ve Komite’nin Cenevre görüşmelerine katılımını olumlu buluyoruz. Öte yandan izlenmesi gereken asıl önemli gelişmeler Suriye’de yaşanıyor. Rusya’nın havadan desteklediği hükümet güçleri geçen hafta stratejik Lazkiye bölgesinde önemli kazanımlar elde etti. Ayrıca geçenlerde bu sütunda Suriye’de son perdenin Halep’te başlayabileceği vurgulanmıştı. Nitekim Suriye ordusu ve müttefiklerinin Halep civarında ilerlemesi üzerine Ahrar El Şam da dâhil bazı silahlı gruplar bu hafta El Kaide’nin Suriye şubesi Nusra Cephesi ile güç birliğine gitti.
Bu vesileyle kapının Ahrar El Şam’a açılmasını savunan hayret verici çabalar karşısında görüşümüzü bir kez daha kayda geçirelim: ABD, El Kaide’nin silah arkadaşı olan ve herkes için şeriat yönetimini savunan Ahrar El Şam’ı, İslam Ordusu’nu (Ceyş El İslam) ve Nusra Cephesi’yle iş birliği yapan herkesi Suriye barış müzakerelerinin dışında tutmalıdır. Nusra Cephesi El Kaide’nin Suriye’deki koludur. Dünyanın farklı ülkelerinde masum insanları katleden, ABD’deki 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren, ABD’nin, Amerikan halkının, Amerikan değerlerinin, ABD müttefiklerinin azılı düşmanı olan El Kaide… Ahrar El Şam gibi grupların Nusra Cephesi’yle iş birliği yaptığı sağlam şekilde belgelenmiştir. Halep civarında ve başka bölgelerde yaşanan son çatışmalara ilişkin ajans ve gazete haberleri de buna dâhildir. Mezhepçilikten uzak laik Suriye hedefiyle bu grupların hiçbir şekilde bağdaşmadığını anlamak için Ali Mamouri’nin geçtiğimiz günlerdeki makalesini okumakta da fayda olabilir. Mamouri bu yazısında Suriye’de aralıkta öldürülen İslam Ordusu komutanı Zahran Alluş’un nefret dolu, bölücü ideolojisini ortaya koyuyor. 2011’de daha şeffaf, daha kapsayıcı bir yönetim talebiyle ayaklanan Suriyelilerin umutları bu gruplar tarafından baltalanıyor. Mezhepçilikten uzak, birleşik bir Suriye isteyen bu iyi niyetli insanların birçoğu muhalif gruplar içerisinde temsil ediliyor. Bu insanların sesini duymak gerekir. Selefi örgütlerin “sahada” güçleri olabilir ama bu sesler mezhepçilik ve nefretin temsilcileri tarafından bastırılmamalıdır.
Suriye hükümeti ise BM’nin çağrılarını derhal dikkate alarak BM Güvenlik Konseyi’nin 2258 sayılı kararı gereğince kuşatılmış kentlere insani yardım götürmelidir.
İran’la Suudi Arabistan arasında kalan Hamas
Gazze’den bildiren Adnan Abu Amer, İran’la Suudi Arabistan arasında yaşanan son gerginliklerin Hamas’ı iki arada bir derede bıraktığını aktarıyor. Hamas için bu yeni bir durum sayılmaz. 2011’de İran’ın müttefiki Suriye’den desteğini çeken Hamas, bu tercihi nedeniyle İran’ın desteğini bir ölçüde kaybetmişti.
Abu Amer şöyle yazıyor: “Meseleyi iyice çetrefilleştiren şu ki Suudi ekonomisinin düşen petrol fiyatları nedeniyle kötüye gittiği şu dönemde uluslararası yaptırımlardan kurtulan İran’ın bölgesel nüfusu artabilir ve Hamas bunu çok iyi biliyor.”
Hamas’ın siyasi isimlerinden Ahmed Yusuf’un Abu Amer’e verdiği bilgiye göre İran Hamas’ın silahlı kanadına sağladığı yardımları gerçekten de azalttı ama hiçbir zaman kesmedi. Yusuf, Filistin direniş hareketinin İran’ın desteğine bel bağladığını, İran’ın da bu destek üzerinden etki gücü elde ederek fayda sağladığını belirtiyor.
Suudi Arabistan’ın maddi yardımlarına bağımlı olan Filistin Yönetimi ise Suudi-İran kavgasında krallığın yanında yer aldı. Al-Monitor’dan Aaron Magid’in sorularını yanıtlayan Filistin Baş Müzakerecisi Saib Erekat’a göre “İranlılar başkalarının işlerine burunlarını sokmaya, devrimlerini ihraç etmeye son vermeli.”
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın El Fetih’in 51’inci kuruluş yıl dönümünde Şam’da düzenlenen kutlamaya katıldığı ve burada Esad’ı öven bir konuşma yaptığı haberlerine de değinen Erekat şöyle diyor: “Daha ilk günden itibaren Suriye’deki olaylara hiçbir şekilde müdahil olmayacağımızı söyledik. (…) Suriye’de 600 bin Filistinli mülteci var. El Fetih yıllık destek etkinliğini Moskova’da yaptığı zaman – ki orada da Filistinliler var – bu etkinlik Devlet Başkanı Putin ve Başkan Abbas’la yapılıyor. Suriye’de yaşananlardan dolayı içimiz sızlıyor ama biz Suriye’nin vatandaşı değil misafiriyiz.”
Erekat olası İslam Devleti (İD) tehdidinin ivedi bir konu olduğunu söylüyor: “Benim başlıca önceliğim İD bayrağının Filistin’de dalgalanmasına izin vermemek. İD’i ve aşırıcılığı mağlup etmemiz lazım. Musevilik benim için bir tehdit değil. Hristiyanlık ve İslam gibi Musevilik de Tanrı’nın dinlerinden biri. Bizim ihtilafımız dini bir ihtilaf değil. İD ise bugün Iraklıları, Fransızları, Türkleri katlediyor. Kimse onlara sempatiyle bakmıyor. İD İsraillileri katletmeye başlarsa sizce bunu İslam dünyasında kim kınar? Hiç kimse.”
Burada, 28 Kasım 2012 tarihli ilk Geçtiğimiz Haftaya Bakış yazısında yer alan şu tespiti hatırlatmakta yarar var: “İran, hasımlarının etkili ve üstün olduğu iddia edilen alanlarda bile denklemi değiştirme ve belli ölçüde getiri sağlama imkânına sahip olduğunu göstermiştir.”
Erdoğan’ın yandaş korosu
Semih İdiz’in aktardığı gibi ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın geçen haftaki Türkiye ziyareti Suriye konusunda Washington’la Ankara arasındaki kopukluğun giderek arttığını gösteriyor. İdiz şöyle yazıyor: “Birçok yorumcu, Biden’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yaptığı sıkıntılı görüşmeleri iki ülke arasında zaten gergin olan ilişkilerde yeni gerilimlerin habercisi olarak görüyor.”
Erdoğan yönetimine muhalif gazeteci ve akademisyenlerin gördüğü muameleyi eleştiren Biden hükümet yanlısı medyanın tepkisini tetikledi. Mustafa Akyol’un da aktardığı gibi hükümet yanlısı medya Biden’la ilgili baştan aşağı uydurma haberler yayımladı. Buna göre ABD yönetiminin 11 Eylül saldırılarında parmağı olduğunu iddia eden Amerikalı akademisyenlerin tutuklanması için Senato’da oylama yapılmış ve Biden burada lehte oy kullanmıştı. Tabii ne böyle bir oylama yapıldı ne de bu tarz tutuklamalar oldu. Bu son yalan haber fırtınasının amacı Biden’ın eleştirilerine karşılık vermekti ve Erdoğan’ın gerçeği büken şu sözleriyle uyumluydu: “Ne Avrupa’sında ne de diğer ülkelerde Türkiye’deki basın kadar özgür bir medya yoktur. Sıkıysa siz oralarda kalkın cumhurbaşkanına, başbakana saldırın, saldıramazsınız.”
Ancak İdiz’in deyimiyle “Suriyeli Kürtlerin şemsiye örgütü Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve onun silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile ilgili görüş farklılıkları, Biden’ın Davutoğlu ve Erdoğan’la yaptığı görüşmelerde başlıca pürüz olarak öne çıktı.”
Türkiye PYD’nin Cenevre barış görüşmelerinden dışlanmasını istiyor. ABD ise PYD’yi İD’le mücadelede güvenilir bir müttefik olarak görüyor. Suriye krizinin aciliyet arz ettiği ve BM aracılığındaki dolaylı barış görüşmelerine Cenevre’de start verildiği düşünülürse bu görüş ayrılıklarının daha da kötüye gitmesi beklenir.