Türkiye’nin tehlikeli Türkmen kartı
Rusya’nın hava desteğini alan Suriye ordusu Bayırbucak bölgesini ele geçirmeye öncelik veriyor ve buradaki Türkmen gruplar ile El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi gibi diğer silahlı örgütlere karşı saldırılarını yoğunlaştırıyor.
Metin Gürcan Suriye ve Rusya’nın olası bir ateşkes öncesinde bu bölgeyi ele geçirmekteki menfaatlerini şöyle özetliyor: “Sahaya ve Rus karar alıcıların söylemlerine bakıldığında bu operasyonun üç temel nedeni var: Bunlardan ilki Rusya’nın şu an Suriye’deki en büyük askeri varlığının bulunduğu Lazkiye’nin güvenliği. Lazkiye’ye hakim konumdaki bu dağlık ve sık ormanlık alanın muhaliflerden temizlenmesi Esad rejimi ile Rusya’nın operasyonlarını doğuda İdlip ve Halep’e doğru geliştirebilmesi için elzem. Diğer neden ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Kasım’da, uçağın düşürülmesinden sonra yaptığı açıklamada vurguladığı gibi Bayırbucak bölgesinde bulunan, çoğunluğu Çeçen Kafkasyalı olan savaşçılardan bölgeyi temizlemek. (...) Gazi Üniversitesi’nden Doçent Dr. Mehmet Akif Okur’a göre Rusya ve İran’ın paramiliter güçleri ile desteklenen Esad güçleri Viyana görüşmelerinde şekillenen yol haritasında öngörüldüğü şekilde BM Güvenlik Konseyi tarafından ilan edilecek bir ateşkes öncesinde kendilerince en elverişli olan sınırlara ulaşmak istiyor”.
Bu bölgenin Suriye devletine bağlı güçlerin eline geçmesi ve ABD tarafından desteklenen silahlı Kürt grupların Suriye’nin kuzeyinde daha fazla mevzi kazanma ihtimali Türkiye’yi korkutuyor. Fehim Taştekin bu konuda şöyle yazıyor: “YPG’nin Kobani’nin batısına geçip İD’i Cerablus’tan atma planına karşı Fırat nehrini kırmızı çizgi ilan eden Türkiye, İD’den arındırılacak bölge (Cerablus, Menbic, El Bab) ile halihazırda muhaliflerin elindeki Azez-Halep hattında öngörülen tampon bölgeyi Türkmenler aracılığıyla kontrol altında tutma hesapları yapıyor. Bu yüzden “Türkmen kartı” bir kez daha değer kazandı. Öte yandan Rusya’nın Batı-Körfez destekli grupları bombalamasını önleyemeyen Türkiye ‘hamisiyim’ dediği Türkmenleri öne çıkarttı. Bu şekilde Fırat nehri Kürtlerin önünde, Lazkiye’ye bağlı Bayırbucak da Rusya’nın önüne kırmızı çizgi olarak kondu. Ne var ki Rusya bu hassasiyeti de tepeleyerek operasyonları Türkmen Dağı’na genişletti”.
Suriye’deki muhalif Türkmen güçleri orada esasen bir Türk jandarması ve Türkmen toplumunun hamisi olarak faaliyet gösteriyor. Taştekin Türkiye’nin zamanında büyük umut bağladığı Suriye’deki muhalif güçlere yönelik “eğit-donat” taahhüdünün aslında Türk istihbaratının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı silahlı Türkmen grupları geliştirmek amacını taşıdığını ekim 2014’teki Al-Monitor yazısında anlatmıştı. Nitekim şimdiye kadar İD’le mücadeleye girmeyen Türkmen grupları Nusra Cephesi’yle de eş güdüm hâlindeler.
Taştekin bu haftaki yazısında da şöyle diyor: “21 Mart 2014’te Ermeni kasabası Keseb ve Semra’nın ele geçirildiği Enfal (Ganimetler) adlı operasyonu cihatçı gruplar yürüttü. Türkmenler de bu operasyona katıldı. 4-19 Ağustos 2013’te “Ümmetin Annesi Ayşe” adı verilen bir operasyonla Alevi köyleri basıldı ve yaklaşık 200 sivil öldürüldü. İD ve Nusra da bu operasyonun ortakları arasındaydı. Alevi köylerine düzenlenen başka saldırılar da oldu. Ayrıca Türkmen Dağı’ndan Lazkiye taraflarına çok sayıda roketli saldırı gerçekleşti”.
Türkiye’nin 24 Kasım’da bir Rus savaş uçağını düşürmesinin ardından içine düştüğü karmaşaya bu köşede geçen hafta da yer verilmişti. Semih İdiz, bu hafta NATO’dan gelen harcıalem desteğe rağmen Türkiye’nin yine de Suriye’ye ilişkin politikasını İD karşıtı koalisyona üye Batılı devletlerin öncelikleriyle uyumlu şekilde yeniden düzenlenmek durumunda kalacağını yazıyor. İdiz şöyle devam ediyor: “Ankara’nın Batılı müttefiklerinden aldığı destek Erdoğan ve Davuoğlu’nu rahatlatmış olabilir. Ancak bu destek aynı zamanda Batı’yla Suriye konusunda yaşanan anlaşmazlığın aşılmasını da gerektiriyor. Türkiye için asıl sorun Suriye’nin kuzeyinde Beşar Esad rejimiyle savaşan gruplara verdiği desteği geri plana atıp öncelikle İD’le mücadeleye odaklanmak. Bunu yaparak Batı’nın Suriyeli Kürtlere ve onlara bağlı Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) verdiği desteği de kabullenmek durumunda kalacak. Suriyeli Kürtler ABD öncülüğündeki koalisyonun hava desteğiyle İD’e karşı savaşıyor. Ankara PKK ile bağlantısı nedeniyle PYD’yi terör örgütü olarak görüyor. Öte yandan Türkiye’nin AB ile ilişkilerini yeniden canlandırma çabalarının Erdoğan’ın basın özgürlüğüne karşı verdiği savaş da dahil içeride sürdürdüğü antidemokratik politikalar yüzünden daha fazla ileriye taşınması zor”.
Rus ve Türk ordularının 24 Kasım’daki olay öncesindeki iletişimine dair en ayrıntılı bilgileri ise muhtemelen Metin Gürcan yazdı. Gürcan bu haftaki yazısında konuya ilişkin şu bilgileri veriyor: “Al-Monitor’un Ankara’daki askeri kaynaklardan edindiği bilgiye göre Rus askeri yetkililer ile Ankara’da ekim ayı başında yapılan görüşmeler Rus uçaklarının Türk hava sahasını ihlal etmelerine odaklanmıştı. Türkiye’nin konuya ilişkin dört uyarısı dikkate alınmayınca Genelkurmay Başkanlığı’nda üst düzey askeri yetkililer arasında 15 Ekim’de yapılan beşinci görüşmede Rus tarafına Türk Hava Kuvvetleri’nin “Angajman kurallarını en sıkı şekilde uygulayacağı” uyarısı iletildi. “Rusya Federasyonu yetkilileri ile ihlaller konusunda yapılan görüşmeler” başlığını taşıyan bilgi notunda da şu ifadeye yer verildi: “Yüz yüze görüşülerek diğer askeri konuların yanı sıra özellikle Rusya Federasyonu uçaklarının hava sahamızı ihlalleri vurgulanıp angajman kurallarının en sıkı şekilde uygulanacağı ikaz edilmiştir”. Askeri kaynaklar son uyarıdan sonra Rusya’nın 24 Kasım’a kadar Türk hava sahasını ihlal edecek boyutta bir uçuş yapmadığının altını çiziyor”.
İsrail ve Rusya Suriye konusunda “hemfikir”
Türkiye’nin aksine İsrail ve Rusya’nın Suriye politikalarında etkin bir eş güdüm hâlinde olduklarını yazan Ben Caspit şöyle diyor: “Ruslar ve İsrailliler en azından şimdilik hem fikir. Her konuda anlaşıyorlar. Faaliyetlerinde gerçek zamanlı bir eş güdüm içindeler, birbirlerine saygılılar ve karşı tarafa ihtiyaç duyduğu alanı sağlıyorlar. İsrail bunu esasen başka bir seçeneği olmadığı için yapıyor, Rusya ise halihazırda bölgede açtığı onca cepheye bir yenisini eklemeye ne hevesli ne de istekli olduğu için.”
Eski Dışişleri Bakanı ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun sağdaki en büyük tenkitçilerinden Knesset üyesi Avigdor Liberman da Caspit’e şu açıklamayı yapıyor: “Rus kara birlikleri ve hava birlikleri ile gerçek zamanlı tam bir eş güdüm içindeyiz. Aramızda iletişim hattı haftanın yedi günü 24 saat açık. Umarım kendimizi Türklerin Ruslarla yaşadığına benzer bir durum içinde bulmayız. Zaten bunun olması için bir sebep de göremiyorum. Rusya’nın verdiği tüm sinyaller yakın bir iş birliğine işaret ediyor. Putin bu hafta Rusya’da antisemitik eylemlere verilen cezaların kapsamını genişletti. İsrail’den daha çok sebze ithal etmek istiyorlar. En azından onlar açısından bizim bu çatışmaya dahil olmadığımızı söylüyorlar. Rusya’nın bizimle bir sorunu yok. Onların gündeminde başka konular var”.
Caspit İsrail’in Rusya’ya Hizbullah konusundaki kırmızı çizgilerini ilettiğini de belirtiyor: "İsrail, Putin ve Netanyahu arasındaki görüşme de dâhil taraflar arasında yapılan muhtelif temaslarda şunu açıkça ortaya koydu: Doğu’dan Batı’ya --yani İran’dan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad üzerinden Hizbullah’a -- bölgedeki hassas güç dengesini değiştirebilecek çapta herhangi bir silah sevkiyatını casus belli (savaş nedeni) sayacak. Yabancı haber kuruluşlarına göre İsrail bugüne kadar böyle bir silah sevkiyatını tespit ettiğinde saldırıya geçti ve bunu genelde Suriye tarafında yaptı. Zira burada savunmaya yönelik bir hamle şansı sıfıra yakın. Şimdi denkleme aniden Rus ayısı dâhil oldu. Rus ayısı hem kendisini savunmayı hem de saldırmayı iyi biliyor. Buradaki asıl soru şu: İsrail’in insanlı ya da insansız hava araçları bundan sonra bu silah konvoylarının üzerinde uçarken Rusların uçaksavar bataryalarının radarına takılırsa ne olacak? Tüm taraflar işlerin yolunda devam etmesini umuyor ama fiiliyat da kendi kurallarını dayatıyor. Siyasi düzeydeki tepkileri bazen sahadaki gelişmeler belirliyor".
İsrail’in “aciz neşesi”
Akiva Eldar bu hafta İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa Birliği’nin Filistin diplomasisine müdahalesini yeniden değerlendirme kararı aldığını yazıyor. Bu karar AB’nin İsrail’in yerleşim bölgelerinde üretilen malların üzerine üretim yerlerini yazma kararının ardından geldi. Eldar şöyle diyor: “Bu tepkiyi değerlendirirken ağlamalı mı yoksa öfkelenmeli mi karar vermek zor. Orta Doğu’daki küçük bir devletin 16 Avrupa ülkesinin dışişleri bakanı tarafından verilen ve Avrupa Parlamentosu’nda büyük bir çoğunlukla - 525’e 70- kabul edilen bir karar üzerine Avrupa’yı cezalandırmaya kalkışması ağlanası bir durum. Bu olay akla kasaba küsüp kolunu kesen adamın hikâyesini getiriyor. Durumun ağlanası bir diğer tarafı da AB’yi ‘Filistinlilerle barış sürecinden’ dışlama kararı ile Avrupa’yı İsrail ile Suriye arasındaki diplomatik süreçten uzaklaştırma kararı arasındaki benzerlik. Her iki süreç de eşit derecede zor süreçler. Kararın öfkelendiren yönü ise kararın lanse edilme biçiminin siyasilerin İsrail halkının anlama kabiliyetini nasıl da küçümsediğini yansıtması. İsraillilere yol göstermesi gereken lider halkın bir malı boykot etmekle, o malın üzerine nerede üretildiğini yazmak arasındaki farkı anlamayacağını varsayıyor”.
Eldar sözlerini şöyle noktalıyor: “AB ile yaşanan krizin derindeki gerçek nedenlerine inmeye istekli olmayan, yerleşim politikalarını sürdüren ve diplomatik bir açmaz içinde olan İsrail hükümeti kendince bir neşeyle işgalcilikten kurbana, sanıktan mağdura, cezalandırılan kişiden başkalarını cezalandıran kişi olmaya dönüşüyor. Bu ne kadar da aciz bir neşe”.