4 Eylül’de Beyaz Saray’da buluşan ABD Başkanı Barack Obama ve Suudi Kralı Selman Bin Abdül Aziz El Suud, görüşmenin ardından yaptıkları ortak açıklamada iki ülke arasındaki “sağlam ilişkileri” teyit etti.
Görüş ayrılıkları bu tip ortak açıklamalarda yer almaz. ABD’yle Suudi Arabistan arasındaki gerilimleri hatırlatma işi de hâliyle içeriden bilgi sızdıranlara, uzmanlara, yorumculara kaldı. Nitekim ABD-Suudi ilişkilerinde ufak veya büyük anlaşmazlıkların olması hiç anlaşmazlık olmamasından daha normal bir durum. Mevzu bugün İran ve daha az ölçüde Suriye ve Yemen. Geçmişte ise kâh İsrail ve Filistin kâh Irak oldu. Bruce Riedel’in de yazdığı gibi “ABD ve Suudi Arabistan 70 senedir gergin bir ittifak içinde. İki tarafın ortak paydası değerler değil çıkarlardır.” Başka bir deyişle Suudi krallığı bir İngiltere değil.
Obama ve Selman “İran’ın bölgedeki istikrar bozucu faaliyetlerine” karşı iş birliği yapacaklarını kayda geçirdiler. Bununla birlikte Kral, “İran’la 5+1 ülkeleri arasında imzalanan ve tam olarak uygulandığında İran’ın nükleer silah elde etmesini önleyecek, dolayısıyla bölgesel güvenliği güçlendirecek olan Ortak Kapsamlı Eylem Planı’na (OKEP) destek ifade etti.” Kral’ın İran anlaşmasına ilişkin tutumu, ABD ve Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) mayıstaki Camp David zirvesinden çıkan sonucu pekiştirmiş oldu.
“Arap müttefiklerin” İran anlaşmasına karşı olduğu iddiasını sürdürenler artık bilgilerini tazelemeli. Bu sütunda geçen ay da belirtildiği gibi ABD’nin Avrupa, Asya ve Orta Doğu’daki müttefik ve ortakları arasında anlaşmaya resmen karşı çıkan bir tek İsrail var.
Selman anlaşmaya destek ifade etse de Fahad Nazer ve Nawaf Obaid Suudi Arabistan’ın bölgede daha iddialı, daha militarist bir konum aldığını yazıyor. Obaid, İran nüfuzunu frenleme yönünde başarılı hamleler olarak gördüğü Bahreyn ve Yemen müdahalelerine işaret ediyor, buna yakında Suriye’nin de ekleneceğini düşünüyor. İran’dan farklı bir bakış açısı sunan Seyed Hossein Mousavian ise çatışmaların sorumluluğunu KİK ülkelerine yüklerken İran, Irak ve KİK arasında Mekke’de bir zirve düzenlenmesini öneriyor.
Suudi Arabistan’la İran arasındaki fay hattı kuşkusuz ki somut bir düşmanlık tarihine dayanıyor. Ancak İran nükleer anlaşması ve akabindeki Obama-Selman zirvesi Orta Doğu’da güvenliğe yönelik yeni bir yaklaşımı veya yeni bir nabzı başlatabilir. ABD’de OKEP üzerindeki tartışmalar 17 Eylül itibarıyla kapandı. Kongrede anlaşmayı reddeden herhangi bir kararın ya veto edileceği ya da önünün kesileceği netleşti. Çok yakında bu iş bitmiş olacak. Dolayısıyla ABD ve uluslararası toplum İran’ın nükleer niyetlerini sınamaya kararlı. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri de İran’ın bölgesel siyasetini benzer şekilde sınayabilir. Suriye’de, Yemen’de, bölgenin başka köşelerinde bunca trajediye yol açan Müslümanlar arası bu çatışmayı masaya yatırmak için Mekke’de veya başka bir kentte niçin bir araya gelinmesin?
Bir başka hareket noktası da savaştan kaçan binlerce Suriye mülteci. Geçen ay bu sütunda altını çizdiğimiz gibi BM Güvenlik Konseyi bu krizi “dünyanın en büyük insani krizi” olarak niteledi. Peki, Arap halkları Suudilerin veya başka birinin Suriye’ye askeri müdahalede bulunması için tezahürat mı yapıyor? Bizim gördüğümüz insanlar savaşın bir an önce bitmesini istiyor ve siyasi meselelerin sonra halledilebileceğini düşünüyor.
Öte yandan Körfez ülkeleri Sultan Sooud Al Qassemi’nin International Business Times’ta yazdığı gibi kapılarını Suriyeli mültecilere açmayı düşünebilir. Avrupa Birliği, kimi üye ülkelerin ve belli çevrelerin itirazlarına rağmen sınırlarını mültecilere açıyor. Körfez ülkeleri bölgesel bir savaştan kaçan ve Avrupa’nın kucak açtığı Araplara kapılarını kapalı tutarak Arap dünyasında liderlik iddiasında bulunabilir mi?
İran’ın da Körfez devletlerinin de bugün Doğu Akdeniz halkları üzerinde liderlik iddiasında bulunması zor. Bu halklar bölgesel hükümetlerin notunu savaşı sürdürmek için değil, savaşı durdurmak için ne yaptıklarına bakarak verecektir. Umut ve iyi niyet işaretlerine bakacaktır. Doğal olarak yoğun suçlamalar ve öfke de olacaktır. Ancak bunların hedefinde sadece Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney ve İslam Devleti’nin liderleri olmayacaktır. Şiddetin arkasında durduğu, şiddetin sürmesini sağladığı, Selefi bayraklar altında halkı terörize eden grupları desteklediği algısı yaratanlar da bu tepkilerden nasibini alacaktır.
Aynı şey Yemen için de geçerli. ABD’nin bu konudaki resmi tutumu Suudi müdahalesini dostluk ifadesi olarak destekleme yönünde. Ancak Washington’da başka bir görüş de var. Buna göre Suudi önderliğindeki askeri müdahale zaten çökmekte olan devlet kurumlarını bitirecek, insani krizi derinleştirecek ve Arap Yarımadası’nda El Kaide’ye daha geniş bir alan açacak. Nitekim olan da budur. Yemen’de bir günde 45 BAE ve dört Bahreyn askerinin ölmesi çatışmanın tırmanışa geçtiğine veya savaşın gözden geçirileceğine ya da her ikisine delalet edebilir. Yemen mart 2014’ten önce de çökmekte olan bir devletti. Savaşla birlikte ülke çok kötü durumdan vahim duruma geldi.
Obama 14 Temmuz’da Tom Friedman’a verdiği mülakatta mezhepçilikten uzak, halka umut ve iyi yönetim vadedecek yeni bir yönelim temennisinde bulunmuş ve şu ifadeleri kullanmıştı: “İnsan bu bölgenin çocukları için gözyaşı döküyor. Sadece Suriye’de yerinden edilen veya Yemen’de şu anki insani durumdan dolayı acı çeken çocuklar için değil. İran’da, Suudi Arabistan’da veya Kuveyt’te ‘Niçin bizim de Finlandiya, Singapur, Çin, Endonezya veya ABD’deki çocuklar gibi olanaklarımız yok? Niçin aynı imkânlara, aynı umut duygusuna sahip değiliz?’ diye soran sıradan gençler için de… Bence liderlerin odaklanması gereken asıl konu da budur.”
Bu sütundan ısrarla bölgesel güvenliğe kapsayıcı bir yaklaşım çağrısı yapıldı. Bu yaklaşımın terörden kaynaklanan müşterek ve artan tehdide, vahim boyuta ulaşan insani krizler karşısında Suriye ve Yemen savaşlarının acilen sonlandırılmasına odaklanması gerektiği savunuldu. Suudi Arabistan ve İran’ın İD’le El Kaide’ye karşı güç birliği yapma gereğinden muaf hissetmesi şaşkınlık uyandırıyor. ABD ve Sovyetler Birliği Hitler karşısında kısa süreliğinde de olsa daha ulvi bir amaç uğruna savaş baltalarını gömmüştü. Kaldı ki İD ve El Kaide’nin Suudi Arabistan’a yönelttiği tehdit İran’a yönelen tehditten çok daha büyüktür.
Ne var ki terörle mücadele kalıcı güvenlik için yeterli değil. Obama’nın da dediği gibi acilen umut duygusu verecek yeni bir nabza, inançlar ve devletler arasında fazlasıyla gecikmiş olan kapsamlı bir uzlaşmaya ihtiyaç var.