İstanbul’un tarihi karakteriyle uyumsuz ve şatafatlı gökdelenlerle dolan silüeti kente gelen ziyaretçileri hayrete düşürüyor. Ancak İstanbul ve diğer şehirlerdeki benzer inşaatlar büyüyen ekonominin de bir göstergesi sayılıyor.
Ülke tarihinin en büyük ekonomik krizinden sonra 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de doğal olarak bu büyümeden en büyük payı kendine çıkarıyor. Ancak 2001’deki krizden sonra kaydedilen ekonomik büyümenin karanlık tarafları da var.
Bu büyümenin işçilerin çalışma koşullarına pek bir olumlu bir yansıması olmadı ve Türkiye bu konuda Avrupa sıralamasının halen en altlarında yer alıyor. İş kazalarındaki büyük kayıplar, iş güvenliği konusunda da tablonun pek değişmediğini gösteriyor.
Son olarak 13 Mayıs’taki Soma maden faciasında 301 işçi hayatını kaybetmişti ve bu olay Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Recep Tayyip Erdoğan’ın başını epey ağrıtmıştı.
Kamuoyu birkaç gün önce de bir diğer iş kazası faciasına uyandı. İstanbul Mecidiyeköy’de bir gökdelen inşaatındaki asansörün bozulması nedeniyle 10 işçi 34. kattan yere çakılarak hayatını kaybetti. Daha Soma’daki facianın acısı silinmeden manşetlere taşınan bu haberle gözler bir kez daha iş güvenliği meselesine çevrildi.
Türkiye, iş güvenliği karnesi dünyada en kötü olan ülkeler arasında yer alıyor. Resmi verilere göre 2008-2012 yılları arasında 1,754 işçi inşaat kazalarında hayatını kaybetti, 940 işçi de sakatlandı. 2008’de meydana gelen 72,963 iş kazasının yüzde 8’i (5,574) inşaat sektöründe yaşandı ve 297 işçi öldü. Bu rakam 2012’de 74,871’e yükseldi ve bunların yüzde 12’si (9,209) 744 kayıpla yine inşaatlarda meydana gelen kazalardı.
Buna cevaben, inşaat alanında çalışan işçi sayısının 2008’de 1.2 milyonken 2014’te 1.9 milyona yükseldiği söylenebilir. Ancak Türkiye’deki işçi ölümleri AB ortalamasının yedi kat üzerinde ve bu da iş güvenliğinin Türkiye için halen bir sorun olduğunu gösteriyor. Üstelik sendikalar iş kazalarının yüzde 90’ının rapor edilmediğine inanıyor.
Mecidiyeköy’de yaşanan facianın üzerine, inşaatta çalışan işçilerin de ihmale işaret etmesinin ardından suçlamalar ve şikayetler gecikmedi. TMMOB, DİSK, KESK ve Türk Tabipler Birliği’nin de aralarında bulunduğu sivil toplum kuruluşları olayda ihmal olduğunu söyleyerek, hükümeti suçladılar. Kuruluşların kazanın ardından yaptığı ortak açıklamada 10 işçinin ölümünden “Sermaye ve sermayeye kanat geren AKP” sorumlu tutularak, iş verenlerin maliyetleri düşürmek için iş güvenliği tedbirlerini almadığı savunuldu.
Bilhassa da Mayıs’taki Soma faciasının ardından bu suçlamalar akla yatkın göründü ve olayın hükümete yönelik olası olumsuz siyasi yansımalarını öngören Başbakan Ahmet Davutoğlu da hızla harekete geçerek, hükümetin konuyu araştıracağını açıkladı. “Bu olayla ilgili hiçbir husus karanlıkta kalmayacak” diyen Davutoğlu, kazanın bakanlar kurulu toplantısında ele alınacağını da ekledi.
Ne var ki, pek çok kişi hükümetin Soma’da 301 hayata mal olan facianın arkasından Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Maden Sözleşmesi’ni halen imzalamadığına dikkat çekiyor. Sendika yetkililerine göre, bunun nedeni hükümetin ekonomide hedeflenen yüksek büyüme rakamlarına ulaşabilmek için iş verenden yana tavır alması ve potansiyel yatırımcıları kaçıracak adımlardan uzak durması.
Öte yandan, Soma’daki madeni işleten ve kazadan sonra birkaç gün ortadan kaybolan iş adamının aksine son kazanın yaşandığı inşaatın sahibi Torun Grubu’nun CEO’su Aziz Torun olayın hemen ardından bir basın toplantısı düzenledi. Düşen asansörün -ki görünen o ki asansörde işçilerin yanı sıra inşaat malzemeleri de taşınıyormuş- denetlenmediği iddialarını yalanlayan iş adamı son denetimin Nisan’da yapıldığını söyleyerek, işçileri dikkatsizlikle suçladı.
TMMOB ise asansörün denetim süresinin 30 Ağustos’ta dolduğunu açıkladı. Olay yerindeki işçiler de benzer bir kazanın 4 Eylül’de de meydana geldiğini ancak asansör boş olduğu için bu kazada kimsenin yaralanmadığını söyledi. İşçiler o kazaya rağmen her hangi bir önlemin alınmadığını da ileri sürdü. İşçilerin beyanlarına göre aynı gruba bağlı bir diğer inşaatta Nisan’da hayatını kaybeden 19 yaşındaki bir işçinin ailesine sadece 5.600 lira tazminat ödenmiş. Son asansör kazasında ölen işçilerin günlük yevmiyeleri ise gıda ve konaklama masrafları hariç 50-70 lira arasında değişiyormuş.
Ortaya çıkan bu gerçekler kamuoyunun öfkesini artırırken muhalefetin elini de güçlendirdi. CHP’nin önde gelen isimlerinden Akif Hamzaçebi olayı “vahşi kapitalizm”in bir sonucu olarak değerlendirirken, hükümetin de ciddi ihmallerinin olduğunu söyledi.
HDP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel de Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in yanıtlaması istemiyle 6 soruluk bir önerge verdi. HDP inşaatlarda çalışan işçilerin çoğunun Kürt olması nedeniyle konuyla bilhassa ilgileniyor.
MHP ise ölen işçilerin “şehit” ilan edilmesi üzerinden Başbakan Davutoğlu’na yüklendi. MHP sözcüsü Oktay Vural “Şehitlik mertebesini siyasi iktidarlar değil, Cenab-ı Hak takdir eder” diyerek, hükümeti bu tür duyguları istismar ederek olayın üstünü kapatmaya çalışmakla suçladı.
Davutoğlu ise 7 Eylül’deki bakanlar kurulu toplantısının ardından son faciaya ilişkin soruşturma başlatılacağını açıklayarak ILO’nun iş güvenliği sözleşmesinin de gündeme alınacağını duyurdu.
Ancak bu tür sözlerin geçmişte de verildiği ve yerine getirilmediğinin farkında olan ve bu tür olaylarda sorumlulukları bulunanların cezai yaptırımlardan paçayı kurtardığına inanan kamuoyu doğal olarak son açıklamalara ihtiyatla yaklaşıyor. Nitekim, bu aşamada kesin olan tek şey Türkiye’de işçi hayatının ucuz, hükümetin de sermayenin artırılması pahasına yakın bulduğu iş adamlarına ihtiyacı olan her türü kolaylığı-İstanbul’un tarihi silüetine zarar verse de- sağmakta olduğudur.