Ekim 1947’deki kuruluş ilanından bir gün sonra başlayan Bağımsızlık Savaşı’ndan bu yana İsrail devletinin egemenliği asla bu denli somut bir tehlikeyle karşı karşıya olmadı. Savaş esnasında yerleşim birimleri ve topraklar sık sık el değiştirdi. Mücadele bir dengeye ulaşıp tablo netleşince de Yeşil Hat ortaya çıktı. Bu hat, İsrail’le Arap çevresi arasında uluslararası toplumun tanıdığı tek sınır olarak bugüne kadar geldi.
1948’den bu yana 66 yıl boyunca hiçbir düşman, İsrail’in toprak bütünlüğüne gerçek bir tehdit oluşturmadı. İsrail’in hiçbir yerleşim birimi fethedilmedi, ülke topraklarında hiçbir askeri taarruz gerçekleşmedi. Bunun tek istisnası, 1973 Yom Kippur Savaşı’nda Mısır ve Suriye ordularının sürpriz bir işgale girişmesiyle yaşandı. Ancak o dönem ele geçirilen bölgeler, İsrail’in 1967 Altı Gün Savaşı’nda aldığı, Yeşil Hat dışında kalan topraklardı.
İsrail’in savunma doktrini, son derece açık ve sağlam bir ilkeye dayanır: Savaş, bir an önce düşman toprağına taşınmalıdır. Bu ilkeyi fiili koşullar dayatır: İsrail, genişliği kimi bölgelerde 16 kilometreyi geçmeyen, yüzölçümü ufak bir devlet. Dolayısıyla kendi toprağında askeri harekât yürütme lüksüne sahip değil. Bu ilke, devletin kuruluşundan bu yana hep gözetildi. İsrail tüm savaşlarını daima düşman topraklarında yürüttü.
İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Kuzey Komutanlığı’ndan kıdemli bir subay 14 Eylül’de basını bilgilendirirken gazeteci deyimiyle bomba bir haber patlattı. Subaya göre İsrail’le Hizbullah arasında bundan böyle yaşanacak çatışmalarda Hizbullah’ın bir İsrail yerleşim birimini alması veya kimi toprak parçalarını bir süreliğine ele geçirmesi mümkün olabilir. Bu yönde imalar daha önce de orada burada duyuluyordu. Benim ağustos 2013’te Al-Monitor’da yayımlanan makalemde de bunlar yer aldı. Ancak konu İsrail’de artık manşetlere çıkıyorsa bu bir dönüm noktası sayılır.
IDF, Hizbullah’ın savaş doktrinini değiştirdiğini ve özgüvenini, bilgi birikimini, savaş deneyimini arttırdığını tespit ediyor. Bahsi geçen subayın ifadesiyle Hizbullah, “birkaç düzine veya birkaç yüz savaşçıdan” oluşan bir kuvvetle İsrail topraklarında şiddetli bir silahlı saldırı düzenleme kabiliyetine kavuşmuş bulunuyor.
İsrail’de şu an Başbakan Benjamin Netanyahu ile Maliye Bakanı Yair Lapid arasında büyük bir koalisyon krizi yaşanıyor. Kavganın özünde 2015 bütçesi, özellikle de savunma bütçesi var. Koruyucu Hat Harekâtı’nda yaşananlar İsrail’in özgüvenini sarstı. İsrail ilk defa inisiyatifi elinde bulunduran, saldırgan bir Hamas’la karşılaştı. Savaşı İsrail topraklarına “taşımaya” çalışan Hamas, defalarca İsrail yerleşim birimlerine sızdı.
IDF’nin kuzeyden (Hizbullah) başlayarak Golan Tepeleri (El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi), Mısır sınırı (Ensar Beyt El Makdis) ve Gazze’ye kadar (Hamas ve İslami Cihat) ülke sınırları boyunca konuşlanması mümkün değil. Düşman toprağına saldırmak isteyen bir askeri güç, uzun ve kıvrımlı sınırlar söz konusu olduğunda savunma önlemlerinin asgaride olduğu en zayıf noktayı mutlaka bulacaktır.
İsrail’in “üçüncü Lübnan savaşı” öncesinde en büyük kaygısı işte bu. Savaşın ne zaman patlayacağını kimse bilmiyor ama eninde sonunda patlayacağından herkes emin. Hizbullah’ın bugüne dek izlediği savaş doktrini oldukça basitti. Bu doktrin, İsrail’de hayatı aksatmayı, ekonomiye darbe vurmayı ve insani zayiat verdirtmeyi amaçlayan yoğun roket atışlarına ve ormanlık veya meskûn dağlık alanlarda IDF’ye karşı gerilla savaşına dayanıyordu. Gerilla savaşında ise bilumum yöntemler kullanılıyordu: tanksavar silahlar, el yapımı güçlü patlayıcı düzenekler ve pusular. Bir tarafta gerilla güçleri bir tarafta düzenli ordu olunca oyunun kuralı böyledir.
Ancak bundan böyle vaziyet bambaşka olacak. İsrail askeri yetkilileri, şu an Suriye ve kuzey Lübnan’da işi başından aşkın olan Hizbullah’ın geniş bir alana yayılıp epey kan kaybetmesine rağmen hâlen iyi örgütlü ve iyi eğitimli olduğuna dikkat çekiyor. Hizbullah, aynı zamanda sağduyulu ve ihtiyatlı bir şekilde yönetiliyor, askeri deneyim ve özgüven kazanıyor.
İsrail kaynaklarına göre Hizbullah, komando birliklerini İsrail’e sürpriz bir baskın yapmak ve bir yerleşim birimini ele geçirmek üzere eğitiyor. Bu, ya bir kibutz ya da moşav diye bilinen kooperatiflerden biri, hatta Şlomi gibi ufak bir kasaba olabilir. Buna göre Hizbullah, azami ölçüde zarar vermeye çalışacak, direnebildiği kadar direnecek ve askerlerinin güvenli şekilde Lübnan’a dönmesi için elinde rehineler tutacak.
İsrail’in mevcut değerlendirmesine göre Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın İsrail’le yeni bir çatışmaya girmek için şu an bir sebebi yok. Öte yandan Nasrallah, örgütünü uzun vadeli olarak güçlendirmeye devam ediyor, bir yandan örgütün kabiliyet ve eğitimini geliştiriyor, diğer yandan da henüz görmediğimiz türden bir savaşı yürütmesine imkân verecek araçlar stokluyor. Üst düzey bir İsrailli kaynağa göre Hizbullah, daha şimdiden düzenli bir Arap ordusu kadar güçlü. Bir istihbarat yetkilisinin aktardığına göre ise örgütün muharebe düzeni, Ürdün’ün İsrail’in düşmanı olarak görüldüğü günlerdeki muharebe düzeninden bile güçlü. Hizbullah, bilinçli ve amaçlı şekilde düzenli bir ordu gibi çalışıyor. İstihbarat kabiliyetini geliştiriyor. Hizbullah’ın insansız hava araçları, gözetleme istasyonları ve modern bir haberleşme ağı var.
Hizbullah, bir dahaki sefere zafer pozunu vermek ve emsalsiz bir psikolojik başarı kaydetmek için bir İsrail yerleşim birimini ele geçirmeye çalışacak. Böyle bir gelişme gerçekten yaşanırsa bu 1948’den bu yana bir ilk olacak. Böyle bir durumda İsrail halkının güvenlik duygusu ciddi şekilde zedelenebilir. Kuzey Celile’deki Yahudi halk ezilebilir ve bölgede yaşayan İsraillilerin göreceği zarar, Hamas’ın Koruyucu Hat Harekâtı sırasında sızma teşebbüsleriyle Gazze sınırında yaşayanlara verdiği zarardan çok daha büyük olabilir.
IDF böyle bir ihtimale karşı hazırlık yapıyor. Bütçe konusundaki kavga da Netanyahu’nun 15 Eylül’deki ifadesiyle “etrafımızda artan güvenlik zorluklarına” ne denli büyük önem atfettiğini gösteriyor. Kaynaklarımdan edindiğim bilgiye göre, polisin üstün eğitimli terörle mücadele birimi YAMAM gibi seçkin birliklerin büyük oranda büyütülmesi ve bunların “ilk müdahale ekibi” olarak savaş riski taşıyan bölgelere konuşlandırılması şimdiden güvenlik çevrelerinde konuşuluyor.
Hizbullah ve Hamas gibi örgütlerin İsrail’e sızma teşebbüsleri ve benzer olaylar söz konusu olduğunda istihbarat ve zaman büyük önem taşır. Koruyucu Hat Harekâtı sırasında IDF’nin en üstün piyade birlikleri Gazze sınırındaki yerleşim birimlerine gönderildi. Sınır duvarı boyunca mevzilenen birlikler, olası “tünel saldırısı” için uyarı yapılan tüm alanlara yüklendi. O günlerde bu yöntem işe yaradı. Hamaslı teröristler, İsrail yerleşim birimlerine yönelik operasyonlarında kayda değer bir başarı sağlayamadı. Ancak İsrail askerleriyle karşı karşıya geldiklerinde IDF’ye önemli kayıplar verdirttiler. IDF, çok daha uzun süreli ve karmaşık bir cephede Hamas’tan çok daha güçlü olan Hizbullah gibi yarı ordu niteliğindeki bir örgüte karşı aynı ölçüde başarılı olur mu?
Bu arada Terörle Mücadele Bürosu, yaklaşmakta olan Yahudi bayramları öncesinde 14 Eylül’de seyahat uyarıları yayımladı. Alışıldık uyarıların dışında Batı Avrupa’ya yönelik bölüm sürpriz oldu. Açıklamaya göre İslam Devleti’ne (İD) mensup teröristlerin İD’e katılmadan önce yaşadıkları ülkelerde Yahudi veya İsrailli hedeflere saldırı düzenlemesi riski var. Burada kastedilenler Belçika, Fransa, İsveç ve İngiltere gibi ülkeler.
Bu seyahat uyarıları, birçok yönden eleştiri konusu oldu. İsrail ve ABD’de de terör tehdidi mevcut. Konuya vakıf bir İsrailli kaynağın bana söylediği şekliyle bu tehditler esasen yeryüzünün neredeyse her köşesinde var. Avrupalılarla Amerikalıların İsrail’e yönelik her seyahat uyarasına bozulan bizler, bu konuda daha hassas olmalıyız ve her şey için resmi seyahat uyarısı gerekmediğini idrak etmeliyiz.
Her hâlükârda Roş Haşana, Yom Kippur ve Sukkoth gibi Yahudi bayramlarında favori Avrupa başkentlerine giden İsrailli turistlerin azalması beklenmiyor. Beyonce’nin Paris’te verdiği iki konsere bile binlerce İsrailli dinleyici katıldı. İsrailli turistler seyahat uyarılarını okur, aklının bir köşesine atar ve uçağına biner. Onlar için tehlike, zaten normal varoluşlarının ayrılmaz bir parçası.