Koruyucu Hat Harekâtı tamamlandığında bir soruşturma komisyonunun kurulması kaçınılmaz görünüyor. Bu komisyon, İsrailli bakanların “çarpıcı güvenlik fiyaskosu” olarak tanımladığı olayı incelemek durumunda olacak. İsrail, Hamas tünellerini niçin stratejik tehdit olarak belirlemedi? Kaldı ki böyle bir tehdit oldukları bugün artık aşikâr. Roket tehdidi etraflıca masaya yatırılırken bu tehdide gayret, özen ve bütçe vakfedilip Demir Kubbe hava savunma sistemi ile karşılık verilirken, aynı şey tünel tehdidi için neden yapılmadı?
Soruşturma komisyonu, konuyu üç farklı düzlemde araştırmak durumunda olacak: Güvenlik güçleri tünellere ilişkin istihbarat sahibi miydi? Yanıt evet ise bu istihbarat siyasi yöneticilere aktarıldı mı? Aktarıldıysa siyasi yönetim niçin buna göre hareket etmedi? Burada şunu hatırlamak gerekir ki Hamas Mısır’ın ateşkes girişimini reddetmeseydi İsrail tünel tehdidinin boyutunu ortaya çıkaramayacak, Hamas da tünel şebekesini devreye gireceği güne kadar genişletmeye devam edecekti.
Bu hafta konuştuğum üst düzey bir Kabine üyesi, bu ihtimale değinip şunları söyledi: “De ki kuzeyde Hizbullah ile çatışma hâlindeyiz. Birinci sınıf piyade birliklerimiz hep o tarafta, kuzeyde iken Hamas onlarca tünelden oluşan bu şebekeyi bir anda devreye sokuyor. İki bin civarında Hamas komandosu aniden tünellerden çıkıyor ve güney İsrail’in kentlerinde insan öldürmeye girişiyor, Sderot’tan Aşkelon, Netivot ve Ofakim’e kadar, belki ta Berşeba’ya kadar insanları katlediyor. Onları kim durdurabilir? Polis mi, hava kuvvetleri mi? Duruma el koymak haftalar sürerdi ve bu sürecin sonunda güney İsrail’in her köşesinde ölüm ve yıkıma şahit olurduk. Bunun kulağa bir hayal ürünü gibi geldiğini biliyorum. Ama bugünlerde ortaya çıkanlar düşünülürse bu senaryo hayalci olmaktan ziyade gerçekçi bir hâl alıyor. Bu bölgede gerçekler, kolayca hayal gücümüzü aşabiliyor.”
İsrail’i kara harekâtına sevk eden olay, Sufa kibutzunun yakınında bir tünelden 13 Hamas komandosunun çıkması oldu. İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF) ait bir gözlem noktasındaki gözcüler, komandoların tünelden çıktığını gördü. Müteakip çatışmanın görüntüsü, İsrail’in tüm televizyon kanallarında yayımlandı. Tünelden çıkan komandoların IDF üniformaları giydikleri, zırh, kamuflaj miğferi, bere dahil tam teçhizatlı oldukları ve büyük miktarda silah taşıdıkları görülüyor. Komandolar yan yana yerde sürünüyor, birlikte yuvarlanıp kurtarma manevraları yapıyorlar. Sonra aniden bir IDF insansız hava aracının motor sesini veya o bölgede yanlışlıkla çalıştırılan bir tankın sesini duymuş olacaklar ki geri koşup kendilerini tünelin içine atıyorlar. Bir IDF uçağı birkaç roket atsa da komandoların hepsini vuramıyor.
Bu görüntüler İsrail’i şoke etti. Bir anda herkes İsrail-Gazze sınırının ne kadar geçirgen olduğunu, aslında son yıllarda bir yanardağının ucunda bir barut fıçısıyla yan yana yaşadığımızı idrak etti. O güne dek kara harekâtına karşı çıkan Yair Lapid ve Tzipi Livni gibi bakanlar dahi itirazlarını geri çekti ve kara harekâtının önü açıldı. İlk başta tünellerin üç günde temizlenip yıkılacağı söylendi. Bugün üç haftadan söz ediliyor. Bu, zaman kazanma çabası değil, insan hayatı kazanma çabasıdır. İsrail daha önce Hamas’ın üç stratejik tünele sahip olduğuna inanıyordu. Bugün bu sayının 30, hatta belki bunun da üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
Bu satırlar yazılırken Gazze’deki kara harekâtının sonu henüz ufukta görünmüyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin savaşı durdurma çabaları sonuç vermiyor. Hamas ateşkesle ilgili değil. Hamas, Gazze Şeridi’nde yüzlerce insanın canına mâl olan bu savaşı uzatmak istiyor. Çünkü uluslararası tecridi ancak bu şekilde delebileceğini biliyor. Son yıllardaki icraatları neticesinde çıkmaza giren Hamas için çıkmazı aşmanın tek yolu bu.
Dolayısıyla Hamas savaşmaya devam ediyor. Aynı zamanda İsrail’in kendini tutacağını, “sonuna kadar” gitmeyeceğini anlıyorlar ve bu da onlara yardımcı oluyor. Başbakan Benjamin Netanyahu’nun belagati çok iyi olabilir, ama icraatları sözlerinin gerisinde kalır. O, Gazze’yi zapt etmek için feda edilmesi gereken canları – bir tahmine göre 200 civarında asker – feda etme cesareti gösteremez. Netanyahu, pürüz çıkmasından endişe eder, uluslararası baskıdan çekinir ve karar vermekte zorlanır.
İşte bu nedenle bugün paradoksal ve neredeyse absürt bir durumla karşı karşıyayız: İsrail ateşkes için can atıyor, Hamas ise ona nanik yapıyor. Mısır hariç tüm uluslararası toplum da ateşkes için can atıyor ve Hamas onlara da nanik yapıyor. Orta Doğu’nun en güçlü, en donanımlı ordusu Gazze’de tamamen saplanmış durumda ve özenle gizlenen, iyi eğitimli, yılmaz bir gerilla ordusuna karşı umutsuz bir savaş veriyor. Netice hâlen belirsiz. Çünkü İsrail’deki siyasi iktidar, pürüz çıkmasından, kayıp vermekten ve uluslararası kamuoyundan korkuyor.
Bu satırları, genelde İsrail soluyla özdeşleştirilen bir gazeteci olarak yazıyorum. Gazetecilik kariyerim boyunca, Oslo’dan Cenevre Anlaşması’na kadar tüm barış planlarına destek verdim ve vermeye devam ediyorum. Bu ihtilafın çözümü için işgal edilen toprakları (toprak takası ile birlikte), Doğu Kudüs’ü, her şeyi vermeye hazırım. (Tabi, kim olursa olsun tüm İsrailliler gibi mültecilerin İsrail’e dönüşünü kabul etmem.) Barış anlaşmasını imzalayabilecek biri olduğu takdirde tüm bunları yaparım.
Gördüğüm kadarıyla geldiğimiz aşamada dünya, Hamas’ın ne olduğunu anlamaya başlıyor. Uluslararası toplumun İsrail’e destek verdiğine bakılırsa – ki bu destek çantada keklik değildi – bana öyle geliyor ki dünya bunun iyi ile kötü, yaşama kültürü ile ölüm kültürü arasında bir savaş olduğunu artık idrak ediyor. Hamas, İslam Devleti’dir, Nusra Cephesi’dir, Ensar Beyt El Makdis’tir. Kadınların baskı altında tutulması, Hristiyanların sürgün edilmesi, Yahudileri yok etme savaşı yürütülmesi… Tüm bunlar aynı okulun ürünüdür. Adı geçen kimi örgütler, Şii Müslümanları bile sırf Sünni olmadıkları için katlediyor. Bunlar, hayal ürünü değildir. Bunlar, hezeyan değildir. Bunlar, çocukların bile YouTube’ta bulabileceği somut gerçeklerdir.
Mevcut çatışmada İsrail’in ateşkesi kabul ettiği, Hamas’ın ise bunu reddettiği de bir gerçektir. Hamas, toptancı usulüyle elde ettiği bu yıkım için Gazze halkını kalkan olarak üst üste yığıyor ve sonra da İsrail’in sivilleri öldürdüğünden dert yanıyor. 23 Temmuz günü paraşütçü birliklerinden üç genç İsrailli asker, Gazze Şeridi’ndeki Beyt Hanun’da bubi tuzağının kurulduğu bir eve girip öldü. ABD ordusu olsaydı o evi havadan vurarak dümdüz ederdi. Rus ordusu olsaydı kasabanın tamamını havadan vurup dümdüz ederdi. Suriye ordusunun ne yapmış olacağına hiç girmeyelim. Zira bu mevzu şu aralar hassas. IDF ise telefon ederek, mesaj atarak ve hatta uyarı ateşi açarak gelmekte olduğuna dair sivillere bilgi veriyor. Hamas’ın verdiği karşılık ise İsrail’in Gazze’de kurduğu ve Filistinli sivillerin tedavi edildiği sahra hastanesine roket atmak oluyor.
Hayır, İsrail’in hiç yanlış yapmadığını veya hatasız olduğunu söylemiyorum. İsrail’de herkes barış taraftarı değil. Netanyahu’nun, ılımlı biri olan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a yönelik tutumlarını, burada ve başka birçok yerde ben de sertçe eleştirdim. Netanyahu ağır şekilde eleştiriliyor ve eleştirilmeye devam edecek. Ancak bu savaşta kafamız karışmasın. Bu savaş, Aydınlığın Oğulları ile Karanlığın Oğulları arasındadır.