Türkiye ile kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s (S&P) arasında sıkıntılı bir süreç yaşanıyor. Sıkıntının kaynağında 2012 yılında yaşanan bir hayal kırıklığı var. Gerilimin hikâyesi şöyle:
Türkiye 2011 yılında yüzde 8,5 oranında büyüyerek OECD ülkeleri arasında birinci, ekonomisi gelişmiş ülkeler arasında ise (G-20’ler) Çin’den sonra ikinci sıraya yükseldi. Hükümetin morali yüksekti. Not artışı bekleniyordu. Ama S&P 1 Mayıs 2012 tarihinde Türkiye’nin kredi görünümünü “pozitiften durağana” indirdi. Bu kararla şoka uğrayan Hükümet verebileceği en sert tepkiyi göstererek S&P’yi cezalandırmak istedi.
S&P ile Türk hazinesi arasındaki anlaşmanın iptal edileceği yönündeki ilk sinyal Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi: “Her şey açık net ortada. Üretim, ihracat, büyüme ortada. Eğer sen kalkıp kredi notunu durağana indirirsen bunu yemezler. Artık ben seni bir kredi kuruluşu olarak tanımıyorum.” Başbakan o kızgınlıkla “Türkiye’nin kendi derecelendirme kuruluşunu kuracağını” bile söyledi.
Dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ise “S&P kendi ayağına ateş etmiştir ve güvenirliğini yitirmiştir” diye tepki gösterdi.
Türkiye’nin “anlaşmayı iptal ederiz” tehdidi üzerine değerlendirme yapan S&P Global Operasyonlar ve Analizlerden Sorumlu Başkanı Paul Coughlin, “Fransa reyting anlaşmasından 2000 yılında geri çekildi. Fransa’yı halen derecelendirmeye devam ediyoruz” dedi.
Coughlin, kredi derecelendirmesini tek taraflı fesheden ya da kendisi ile kredi derecelendirme anlaşması yapmak istemeyen ülkelerin ve şirketlerin derecelendirmesini yapmaya devam edeceklerini söyledi.
Türk Hazinesi 2012 yılı sonunda S&P ile anlaşmasını iptal etti. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, 16 Ocak 2013 tarihinde konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Hazine istediği yerle çalışma özgürlüğüne sahip. Derecelendirme kuruluşlarının akıllarını başlarına getirmek için yapıldığını zannetmiyorum. Ama inşallah akılları başlarına gelir…”
Anlaşma iptal edildiği halde S&P, kendi müşterileri için Türkiye analizine devam etti.
Ancak o arada önemli gelişmeler oldu. S&P’nin Türkiye görünümünü aşağı çekmesinden yaklaşık 6 ay sonra; 5 Kasım 2012 tarihinde Fitch Türkiye’ye “yatırım yapılabilir” notu verdi. Fitch’i Moody’s izledi. 16 Mayıs 2013 tarihinde Moody’s de Türkiye’yi “yatırım yapılabilir” düzeye çıkardı. Ardından Japon Credit Rating Agency (JCR) Türkiye’nin notunu yatırım yapılabilir düzey olan BBB-‘ye yükseltti.
Gelişmeleri izleyen S&P 27 Mart 2013 tarihinde Türkiye’nin notunu BB’den BB+’ya yükseltti. Bu “yatırım yapılabilir” seviyesinin bir altındaki basamaktı. Görünüm ise “durağan” olarak açıklandı.
Not artışı Hükümeti tatmin etmedi. Çünkü artışa rağmen Türkiye’ye verilmiş en düşük not S&P’ye aitti. Türkiye’nin beklentisi “yatırım yapılabilir” düzeye çıkarılmaktı.
Ama S&P Türkiye’yi şaşırtmayı seviyordu: 6 Şubat 2014 tarihinde yeni bir açıklama yapıldı ve Türkiye’nin görünümü “durağan”dan “negatif”e düşürüldü.
Üç ay sonra, yani 28 Nisan’da bir başka açıklama geldi: “Türkiye için 2014 ve 2015 makroekonomik projeksiyonlarımız pozitif…”
Hükümetin başını döndüren bu zikzaklı değerlendirmelerden sonra kritik bir noktaya gelindi: S&P 23 Mayıs’ta Türkiye gözden geçirme raporunu açıkladı. Türkiye’nin “negatif” görünümü ve BB+ seviyesindeki notu değiştirilmedi.
Bu rapor sürpriz oldu. Çünkü 28 Nisan’da yapılan “2014 ve 2015 makroekonomik projeksiyonlarımız pozitif” açıklaması “Türkiye görünümü ‘durağan’a yükseltilecek” beklentisi yaratmıştı.
Raporda “Türkiye’nin dış şoklara karşı dayanıklılığı daha az yönetilebilir düzeyde”, “ekonomideki sert iniş not indirimine yol açar” gibi uyarılar yapıldı. Bu uyarılar Türkiye notunun 1-1,5 yıl içerisinde düşürülme ihtimali olduğunu gösteriyor.
Yani S&P ile Hükümet arasındaki buzlar kısa vadede erimeyecek gibi görünüyor. Çünkü Hükümet ile S&P arasındaki gerilim derecelendirme boyutunu aşmış durumda!