1979 İslam Devrimi'nden bu yana İran, Körfez bölgesindeki güvenlik düzenlemelerinden ve önemli stratejik kararlardan dışlandı. Bu durum, hiç mantıklı görünmese de Körfez İşbirliği Konseyi'ne (KİK) üye devletlerin güvenlik kaygıları ve İran'la iş birliği için gerekli uluslararası meşruiyetin olmaması, buna gerekçe gösterildi. Başkaları ise ideolojik nedenlerin arkasına saklandı. Sonuçlar doğal olarak yıkıcı oldu. İran halkı haksız yere mağdur oldu, İran ile Suudi Arabistan arasında Sünni-Şii sınırları yaratıldı. İran ise uluslararası tanınma ve güvenlik teminatı arayışını sürdürdü. Bunu en son nükleer zenginleştirme projesi aracılığıyla yapıyor.
Ancak tablo artık değişiyor. 2014 Arap Gençliği Araştırması'na göre Arap gençleri kendi ülkelerinin en büyük müttefiklerinin bölgesel komşuları olduğuna inanıyor.
Birliğe dönüşme hedefiyle iş birliği örgütü olarak kurulan KİK, doğuştan gelen bir arızayla yola çıktı. İttifakın oluşumunu tetikleyen, İran Devrimi’nden duyulan korku ve Körfez'deki monarşi rejimlerinin istikrarsızlaşma ihtimaliydi. İran KİK'in varlık sebebi olunca İran’a ilişkin de aleni bir ayrışma yaşandı. KİK üyesi devletler, tepkisel hareket etmeye devam etti, ama Umman Sultanı Kabus'un kimi girişimlerine rağmen bağımsız bir stratejik güvenlik vizyonu oluşturamadı. Bu boşluğu doldurmak için genellikle belagat kullanıldı, daha sonra ise ulusal güvenlik çıkarları KİK'in çıkarlarına zıt olabilen ülkelerle ikili güvenlik düzenlemeleri yapıldı. 1979 öncesinde ABD'nin Körfez’deki jandarması olan İran ise bu rolünü yakın gelecekte yeniden üstlenebilir.
KİK, onaylanmış ekonomik anlaşmalara rağmen Avrupa Birliği'ne kıyasla ekonomik dayanaklardan yoksun. Dahası, ortak para birimi şöyle dursun, üyeler arasındaki cüzi ticaret hacmi ve asgari düzeydeki sanayi tamamlayıcılık, ekonomik iş birliği için elverişli değil. KİK ülkeleri sağlam ve bütüncül bir ekonomik blok oluşturmak için çalışmak yerine ekonomik projelerde birbirleriyle artan bir rekabet içinde görünüyor. KİK yetkililerinin açıklamalarına göre, KİK’in iç ticaret hacmi hâlâ hedeflerin altında ve üyelerin toplam ticaretinin yüzde 10'unu bile oluşturmuyor. Zaten bu ticaret de yaklaşık yüzde 83 oranında hidrokarbon ihracatına bağımlı olmaktan mustarip. Ulusal ekonomik programlar ise nüfuzlu kişilere şahsi çıkar sağlamak için kisve olarak kullanılıyor. Yani KİK açıkça hiçbir ilerleme kaydedemiyor.
AB gibi entegrasyon örneklerine ilişkin araştırmalar, tek bir eksene dayanıp diğer eksenleri kenarda bırakan ekonomik birlik ve entegrasyonların sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Kısa vadede başarılı olunsa da bu tip bir ekonomik bloğun başarılı gelişimi için bir denge ekseninin yaratılması şart. Örneğin AB’de Fransa ve Almanya'nın birliğin gelişimindeki istikrarı sağladığı görülüyor. KİK ise sıfır eksenle çok sayıda eksen arasında gidip geliyor. Görünen o ki Suudi Arabistan merkezcil gücünü korumak için ekonomik ağırlığını kullanıyor ve bu da diğer KİK üyelerini yavaş yavaş rahatsız ediyor. Örneğin Umman, Suudilerin ortak para birimi önerisini ekonomiye, uygulamaya ve egemenliğe ilişkin gerekçelerle reddetti.
Suudi Arabistan'ı ticaret, enerji ve güvenlik hatlarında dengeleyecek bir ağırlığa ihtiyacımız var. Bu rol İran'ın olabilir mi? Yanıt evet. İran, Suudi Arabistan'ı dengelerken KİK'in zaten zengin olan hidrokarbon kaynaklarını iyice artırır ve pazarı büyütür. Bu, Körfez bölgesinin ekonomik zemininin çeşitlendirilmesi için son derece önemli. Basitçe söyleyecek olursak, İran KİK'in gelişimine ikinci bir eksen kazandırır ve örgütün çehresini güvenlikten, ekonomik büyüme ve kalkınmaya çevirir.
Umman, KİK'in "ekonomik ilişkileri arttırmaya odaklanması" ve "ekonomik bütünleşme ile işsizlik" gibi konulara daha sistematik bir şekilde eğilmesi gerektiğini açıkça söyledi. Oysa KİK’ten kısa süre önce yapılan birliğe dönüşme çağrısı, askeri konular ve güvenliğin önem kazandığı izlenimini veriyor. Bu, hem yersiz görünüyor hem de yan kapıdaki süper güce yanlış mesaj verebilir.
Birlik çağrısına dayanak teşkil eden araştırmalar, KİK’te iç ticaretin örgütün ilk on yılında azami potansiyeline muhtemelen ulaştığını ve ekonomik bütünleşme modeli değişmediği sürece daha fazla artmayacağını gösteriyor. İran ekonomik fırsatları çeşitlendirebilir ve Körfez'e bilgi transferi sağlayabilir.
Umman, İran konusunda kararlı ve tutarlı görünüyor. Jeostratejik konumuna ve İran'la olumlu ilişkilerine güvenen Umman, diğer KİK üyelerinin Tahran’la giderek yakınlaşmasına nasıl baktığını görüldüğü kadarıyla hiç mi hiç umursamıyor. İki ülkenin yeni tamamladığı planlı deniz tatbikatı, askeri alandaki iş birliğinin de arttığını gösteriyor.
İran'ın illa KİK'e üye olarak kabul edilmesi gerekemez. Ancak Tahran'la kurumsal bir bağ kurmamız gerekiyor. AB, NATO ve Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) bu konuda uygulanabilir örnekler sunuyor. Bu üç kuruluş, farklı üyelik ve işlevselliklere sahip, ancak hepsinin merkezinde Avrupa ülkeleri var. Örneğin tüm NATO üyeleri AB'ye üye değil, tüm AGİT üyeleri de NATO veya AB’de yer almıyor.
Benzer bir anlayışla, KİK üyeleri ile İran'ı konsey ya da ittifak şeklinde aynı çatı altında buluşturan ortak bir güvenlik örgütü kurulabilir ve böylece İslam Cumhuriyeti, bölgenin güvenlik ve istikrarına bağlı kılınır. Bu örgüt, KİK'in bir kolu olarak da türeyebilir, bağımsız bir uluslararası yapı olarak da kurulabilir. Böyle bir oluşum, İran'a aradığı tanımayı ve arzuladığı katılımı sağlar. Dahası, yıllar süren ambargoların ardından İran'ın can attığı ekonomik kazancın önünü açabilir.
Böyle bir yapı, KİK'in askeri liderlerinin İran'a karşı zihinsel mesafe ve kişisel tavırlarını aşmasını sağlar, şu an eksik olan karşılıklı güven hissini yaratır, İran'ın da istediği gibi bölgesel güvenlik ve istikrarın korunması yönündeki ortak menfaati pekiştirir ve İran’ı hukuki ve etik açıdan bağlayan bir mekanizma olarak İran’ın dengede tutulmasını - umut edelim ki - sağlar. Tarihin de defalarca gösterdiği gibi İran'ın böyle bir düzenlemeye katılmak için hiçbir ideolojik engeli olmaz.
KİK'in geçirmek zorunda olduğu dönüşümün en çok arzulanan yönü, İran'la etkin ve pragmatik bir ilişkinin kurulmasıdır. Artık yanı başımızdaki bu süper gücü görmezden gelemeyiz. Aynı şekilde İran da KİK'e, bilhassa Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Bahreyn'e rahatlatıcı sinyaller göndermeli ve güven artırıcı adımlar atmalı. İran, uluslararası meşruiyetini yeniden kazanmaya başladı ve buna uygun davranmalı. İran'ın ideolojisine saygı duymanın bedeli, bölgenin ve dünyanın esenliği olmamalı. İran artık bir tehdit olarak değil, bir kalkınma katalizörü olarak görülmeli.
İran’daki iç gelişmeler ile Orta Doğu barış sürecindeki zorluklar ve ABD ile AB'nin ekonomi politikalarındaki yeni yönelimler birlikte ele alındığında, KİK'in yükselişe geçmesi için en doğru zaman olduğu görünüyor, tabii bir de Fars çeşnisi katarak.