Erdoğan iktidarının, özellikle 2023’te yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini düşünerek, başta yüksek enflasyon olmak üzere birçok olumsuz yan etkiye rağmen ısrarla sürdürdüğü büyüme tutkusunun yakıtı tükeniyor.
Büyümenin omurgasını oluşturan sanayi üretimi, özellikle temmuz sonrası tempo kaybederken ekim ayına ilişkin sanayi üretim artışı da yüzde 2,5 olarak açıklandı. Ayrıca, dış ticaret, perakende satışlar, yatırım eğilimleri ile ilgili diğer öncü göstergeler de büyümenin tüm zorlamalara rağmen son çeyrekte hızlı bir tempo düşüşü gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu, sanayinin soluğunun kesilmesi, bunun üstünden de durgunluğa giren bir ekonomiyle seçim düzlemine girme riskinin artması demek.
Dışarıda Uluslararası Para Fonu’nun (IMF), içeride Orta Vadeli Program’ın 2023 için öngördüğü yüzde 5 büyüme hedefinin 1 puan kadar altında kalma, yılın yüzde 4 büyüme ile kapanması ihtimali artıyor.
Erdoğan’ın bu sönüşü başka hangi akla gelmeyen ve önemli maliyetleri olan araç ve yöntemlerle canlandırmaya çalışacağı henüz bilinmiyor ama bunu zorlayacağı, bunun için her ekonomik ve siyasi maliyeti göze alacağı da muhtemelen muhalefet partileri tarafından hesaplara katılıyor.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen, muhalefetin “tek adam” rejimi diye nitelendirdiği dönemde, Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızı olan yüzde 5-6’lık basamaktan, üç yıl üst üste aşağı düşüldü. 2018’de ancak yüzde 3 büyüyen ekonominin, 2019’da büyüme oranı yüzde 1’i bulmadı. Bu gerilemenin, 2019 yerel seçimlerinde ağır bir kayba uğrayan iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) sert biçimde sarsılmasında önemli etkisi oldu.
Ardından, 2020 pandemi yılında ekonomi ancak yüzde 1,9 büyüyebildi. Seçime iki yıl kalmışken Erdoğan 2021 itibariyle var gücüyle büyümeye abandı, Eylül 2021’de Merkez Bankası’na politika faizlerini indirme komutu vererek büyüme ateşini harlarken enflasyon yangınını da önleyemedi. 2021 büyümesi, pandemide ertelenen tüketimin zincirinden boşalmasının da etkisiyle yüzde 11,4 gibi flaş bir orana ulaştı. Ama paralel olarak enflasyon da eylüldeki yüzde 20 bandından 2021 Aralık’ta yüzde 36’ye tırmandı. Enflasyonda esas tırmanış 2022’de yaşandı: Önce yıllığı yüzde 50, derken yüzde 60 ve 70 bantlarına, ekimde de yüzde 85 basamağına çıktı.
Enflasyon yangınına karşı ekonomiyi ancak soğutarak mücadele etmek mümkündü. Ne var ki Erdoğan ekonomiyi büyütme ve o canlılıkla kitleleri etkileme yolunu seçti. Bunun için de yüksek enflasyon ateşine rağmen faizleri düşürme atağını kesmedi. 2021 Eylül ile 2022 Kasım ayı arasında 10 puan indirime giderek Merkez Bankası gösterge faizini tek haneye, yüzde 9’a indirdi. Bu faiz inişine büyümenin eşlik etmesi için de çok çaba göstermesi gerekmedi çünkü her gün değişen fiyat etiketlerine karşı “mala hücum” yolunu seçen kitleler, beyaz eşya, mobilya yenilediler, gıda stokları yaptılar, imkânı olanlar da parasını otomobile, konuta bağlayarak enflasyondan sığınmaya çalıştılar. Böylece özellikle yılın ilk yarısında ağırlıkla iç talepten beslenen yüzde 7-8 oranlarında yüksek bir büyüme gerçekleşti. 2022’nin üçüncü çeyreğinde ise ilk yorgunluk belirtileri geldi ve milli gelir ancak yüzde 3,9 oranında büyüdü.
Şimdi son çeyrek yaşanıyor ve son çeyreğe ilişkin öncü göstergeler bütün zorlamalara rağmen büyümenin yakıtının tükenmekte olduğunu gösteriyor. Son çeyreğin ilk ayı ekimde sanayi üretimindeki artış bir önceki yılın ekim ayına göre yüzde 2,5’te kalırken, özellikle madencilik ve enerji üretim sektörlerinde büyüme değil, küçülme gözlendi. Madencilikteki küçülme yüzde 7,4’u bulurken enerji üretimindeki yıllık küçülmenin yüzde 4,8 olduğu gözlendi. Yük imalat sanayiinin üstünde.
Ekimde sanayiden gelen yavaşlama verileri dış ticarette de kendisini gösterdi. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ekimde ihracat 21,3 milyar dolara indi ve eylül ayına göre 1,3 milyar dolar azaldı. Çift haneli enflasyonla tanışan Avrupa Birliği, aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkelerin ihracatında düşüşe neden olan bir daralma sürecine girdi. Türkiye, ihracatta baş gösteren bu talep gerilemesini telafi edecek bir pazarı henüz bulabilmiş gibi görünmüyor. Yanı sıra, ihracatçı, faizin yanında dövizi de bastıran, ihracatçının dövizlerine göz koyan iktidardan da sızlanıyor, motivasyonu düşmüş görünüyor.
Nitekim İstanbul Sanayi Odası’nın yürüttüğü Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI), küresel talepteki zayıflamaya bağlı olarak imalat sektöründeki faaliyet koşullarının bozulmaya devam ettiğini gösteriyor. Endekslerin hesaplanması için düzenlenen ankette, katılımcı firmalara üretim, yeni siparişler, stok düzeyleri, istihdam, tedarikçi performansı ve fiyat trendleri gibi parametrelerin hangi yönde geliştiği (artış/iyileşme ya da düşüş/kötüleşme) soruluyor. Olumlu göstergenin 50 olduğu PMI endeksinde, ekim ayında 46,4 olan manşet PMI, kasımda 45,7’ye geriledi.
İktidarın hem gösterge faizini hem de dövizi bastırarak yönetmeye çalıştığı ekonomi birçok belirsizliği içerdiği için yatırım niyetleri de askıda tutuluyor ve üçüncü çeyrekte yatırımlarda gözlenen yüzde 1,3 gerilemenin son çeyrekte de sürmesi bekleniyor.
Üçüncü çeyrekte, ikinci çeyrekte olduğu gibi büyümeye esas katkı tüketim harcamaları ve ihracattan gelmişti. Stok değişimi ve yatırımların katkısı ise negatif oldu. Hanehalkı tüketiminin ve ihracatın gelecek dönemde aynı seyri sürdürmesi pek olası görünmüyor. Çünkü pandemi nedeniyle ötelenen tüketim ve enflasyona karşı “mala hücum” sürecinin sonuna gelindiği gözlenebiliyor. Özellikle son üç ayda “dost dövizi” bularak sağlanan dolar kurunun yatay seyrinin ise önümüzdeki dönemlerde ithalat talebini artırması bekleniyor. Stoklarda ve yatırımlarda da azalma var.
Bu sönümlemeye karşı Erdoğan’ın seçime kadar yaratacağı yeni bir barut, asgari ücret, memur ve emekli maaşlarına cömert bir zam olabilir mi? Bu gelir artışlarına ucuz tüketici kredilerin eşlik ettiği yeni bir iç talep soluğu, küçülmeye panzehir olur mu? Ancak yaşanarak görülecek şeyler.