ABD Başkanı Donald Trump 6 Aralık’ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıkladı. Kararın etkileri somut olarak hissedilmeye başlanırken İran’ın kazanım sağlamaya hazır olduğu görülüyor.
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde Filistinliler ile İsrail güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalarda 15 Aralık’ta dört Filistinli hayatını kaybetti. Ancak Trump’ın kararına yönelik tepkileri sadece sokaklarda yaşanan şiddetin düzeyiyle değerlendirmek hata olur.
Daoud Kuttab’ın belirttiği gibi ABD’nin kararı Arapları birleştirdi ve Kudüs’ü Müslümanların gündeminde ilk sıraya taşıdı. Arap ve Müslüman dünyasının zirvelerinde olağan konuşmalar ve bildiriler artık yetersiz kalacak. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, bilhassa da Orta Doğu’dakiler günün sonunda yönetici sınıflarını büyük bir liderlik başarısızlığından sorumlu tutabilir. Geride bıraktığımız iki hafta sadece başlangıcın başlangıcıdır. Kriz uzun vadeli olacak.
Trump’ın kararı İslami Cihat için adeta göklerden gelen bir lütuf oldu. Gazze’den İsrail’e yönelik roket atışları son günlerde arttı ve bunların arkasında İslami Cihat’ın olduğu düşünülüyor. Shlomi Eldar konu hakkında şöyle yazıyor: “Hamas Kudüs kararıyla ilgili şimdilik oldukça pasif bir yaklaşım izlerken İsrail güvenlik teşkilatındaki kaynakların tespitine göre İslam Cihat saldırgan faaliyetlere girişmiş durumda. Örgütün İsrail’e atılan roketlerin sorumluluğunu kabul etmediği doğru ancak bu hafta Aşkelon’a iki kez atılan roketlerin tipi dikkatleri İslami Cihat’a çevirmiş durumda. Selefi örgütleri Gazze’deki hâkimiyetine ciddi bir tehdit olarak gören Hamas İslami Cihat ile yakın ilişkilere sahip. Küçük bir militan örgüt olan İslami Cihat’ın silahlı kanadı Kudüs Tugayları ismini taşıyor ve tahminen 1000-1500 silahlı savaşçıdan oluşuyor. Hamas bu militanları ‘silah arkadaşı’ olarak görüyor.”
Eldar şöyle devam ediyor: “İki örgüt arasındaki askeri ittifak yıllar içinde inişli çıkışlı bir seyir izledi. Fakat Hamas hiçbir zaman İslami Cihat’ı silahsızlandırmaya çalışmadı. Bunun iki sebebi var: İki örgüt de aynı müttefikten, yani İran’dan destek görüyor ve silahlı kanatlar arasındaki iş birliği Hamas’ın işine geliyor. Tahminlere göre iki örgüt yer altında tünel kazma projesinde de iş birliği yapıyor. Kriz dönemlerinde İsrail’den tehdit geldiği zaman Hamas ve İslami Cihat beraber çalışıyor, güç birliği yapıyor ve pozisyonlarını koordine ediyor.”
Eldar şu tespitlerde bulunuyor: “Trump’ın Kudüs açıklaması iki örgüt arasındaki üstü kapalı anlaşmayı bozdu ve Gazze’de kamuoyunu kazanma savaşını yeniden başlattı. İslami Cihat yaşanan gelişmeleri Filistin mücadelesinde liderliği ele geçirme fırsatı olarak görürken Hamas kendini ‘aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık’ durumunda buldu. Hamas İsrail’le topyekûn savaştan kaçınıyor ama aynı zamanda Filistin kamuoyunda Kudüs’ten vazgeçen, hatta diğer örgütlerin misillemede bulunmasını engelleyen taraf olarak görülmek istemiyor. Hamas böyle bir damgayı kaldıramaz. Dolayısıyla İsrail’e bu hafta atılan roketler çok muhtemel ki Hamas’ın üstü kapalı onayıyla atıldı.”
Washington’un en çok değer verdiği müttefiklerinden biri olan Ürdün Kralı II. Abdullah da zor durumda. Osama Al Sharif’in aktardığı gibi “işgal altındaki kentte İslami ve Hristiyan mekânların koruyucusu” konumunda olan Ürdün, Trump’ın “Doğu Kudüs’ü zikretmeyen ve sadece Kutsal Kent’te ibadet özgürlüğünden bahseden tanıma açıklamasını” bu konumuna “tehdit” olarak görüyor.
Ürdün’den bildiren Sharif şöyle yazıyor: “Abdullah’ın kaygıları açıklamanın kısa vadeli etkileriyle sınırlı değil. Trump’ın açıklaması burada iki devletli çözüme indirilmiş ölümcül bir darbe olarak görülüyor. Ürdün’ün en önemli mali ve askeri destekçisi olan ABD’ye karşı yoğunlaşan diplomatik taarruzu bu hamlenin uzun vadeli sonuçlarından duyduğu tedirginliğe ışık tutuyor.”
Trump’ın Kudüs kararı, Abdullah’ın babası Kral Hüseyin’in 1990’da Kuveyt’i işgal eden Irak lideri Saddam Hüseyin’e verdiği destekten bu yana ABD-Ürdün ilişkilerinin karşı karşıya kaldığı en ciddi meydan okuma. Varlığını bıçak sırtında sürdüren Ürdün monarşisi halkın bu konudaki öfkesini görmezden gelemez. Filistin için konuşulan “Ürdün seçeneği” Abdullah’ın sindirebileceği bir söylem değil. Ürdün nüfusunun yarısı hâlihazırda zaten Filistinlilerden oluşuyor.
Ürdün’ün bu nedenle “aralıksız bir diplomatik hücumla el yükseltmeyi seçtiğini” ve “aşırı ABD karşıtı bir tutum benimseyen Abbas’ı desteklediğini” belirten Sharif şöyle devam ediyor: “Ancak burada asıl soru şu: Kral Abdullah ABD’nin kararına ve bilhassa Trump’a muhalefet ederken ne kadar ileri gidebilir? Zira bu tutumun Washington’la stratejik ilişkilere zarar verebilecek karşı tepkiler tetikleme ihtimali var. Ürdün’ün 2017’de 1,2 milyar dolar olarak tahmin edilen Amerikan ekonomik ve askeri yardımlarına bağımlılığının arttığı, iki ülkenin uzun vadeli bir güvenlik anlaşmasını pekiştirmek istediği bir dönemde Kral’ın hamlesi en hafif deyimiyle riskli görünüyor.”
Bu arada inanmak güç olsa da ABD-Türkiye ilişkileri daha da kötü bir noktaya gidiyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ABD’nin Kudüs kararının ardından İslam İşbirliği Teşkilatı’nı 13 Aralık’ta İstanbul’da olağanüstü zirveye çağırdı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı H.R. McMaster ise “radikal İslamcı ideolojinin” başlıca destekçileri olarak Türkiye ve Katar’ı gösterdi. Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “McMaster'ın gerçeklikle bağlantısı olmayan iddiaları hayret verici, temelsiz ve kabul edilemez niteliktedir.” ifadesi yer aldı.
Cengiz Çandar gelinen noktada Ankara ve Washington’ın stratejik ortaklıklarını pekiştirme ihtimalinden ziyade “tren kazası” ihtimalinin öne çıktığını yazıyor.
Bu da bizi İran’a getiriyor. Trump’ın kararı İran’da pragmatistler ile sertlik yanlılarını birleştirdi. Reza Marashi şu tespitlerde bulunuyor: “Kudüs fiyaskosunun en büyük ironisi İran’ın yine parmağını oynatmadan avantajlı konuma geçmesi. Nitekim barış sürecinin çökmesiyle birlikte dünyanın büyük bölümü bölgeyi paramparça ettikleri için Trump’ı, İsrail’i ve Suudi Arabistan’ı suçluyor. Kudüs, İran’a son bir yılda kazanım sağlayan yanlış adımlar zincirinin sadece sonuncusu. Ruhani bu sayede elde ettiği konumda İran İslam Cumhuriyeti’nin ideolojik hedefi olan Filistin topraklarındaki İsrail işgaline karşı koyma hedefi ile jeopolitik hedefi olan uluslararası tecridi önleme hedefi arasındaki bağlantıyı yeniden kurmak üzere geniş bir siyasi yelpazede çalışabilir ve her iki hedef için uluslararası desteğini artırabilir. İran bunu bu şekilde planlamamış olabilir ama Washington, Tel Aviv ve Riyad’ın bedava verdiklerini memnuiyetle kabul eder.”