Maxim Suchkov Rusya’nın Orta Doğu’da kazandığı nüfuzu borsa benzetmesi ile anlatıyor: “Orta Doğu’nun siyasi borsasında Rusya için patlama yaşanıyor. Rusya’nın Suriye ve başka ülkelerde devreye girerek edindiği ‘hisseler’ yükseliyor ve Rusya kendini uzun pozisyonlar almaya hazır hissediyor.”
Suchkov şöyle devam ediyor: “Bu sadece bir algı meselesi olabilir ama Rusya, yıl boyunca Moskova’ya koşan bölgesel devletlerin başvurduğu ilk adres olarak görülüyor. Hepsi olmasa da bu devletlerin çoğu sırf kendi bölgesel, yerel, hatta aşiret düzeyindeki menfaat çatışmalarını çözmek için Moskova’yı yanına çekmeyi umuyor. Yine de Rusya hedefine ulaşmakla yani danışılan, sözü dinlenen ve korkulan bir devlet haline gelmekle övünebilir.”
ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı bir zamanlar “Orta Doğu barış süreci” denen süreçte de Rusya’ya yeni imkânlar sunuyor. Dmitry Maryasis bu konuda şöyle yazıyor: “İhtilafın tüm taraflarıyla zaten iyi çalışma ilişkileri içinde olan Moskova’nın Trump’ın kararıyla süreçteki etkinliğini artıracak yeni fırsatlar yakalayacağı yönünde belli bir görüş birliği mevcut. Ancak Moskova’nın barış çabalarına hemen hız vermesi gerekip gerekmediği konusunda uzmanlar ve politika yapıcıları arasında farklı görüşler var. Bazıları mevcut koşulları elverişli görüyor ve Rusya’nın bundan faydalanarak çözüm sürecini kendi yönetiminde canlandırması gerektiğine inanıyor. Bazıları ise Kudüs’le ilgili gelişmeleri yakından izlemek gerektiğini ancak tarafların masaya oturma iradesinin en iyimser ifadeyle asgari düzeyde olduğu düşünülürse harekete geçme konusunda mütevazı olmak gerektiğini düşünüyor.”
Bu arada Moskova ve Riyad ilgili diğer taraflarla birlikte dünya petrol fiyatlarını yüksek tutmak için üretimi kısmayı amaçlayan ve “OPEC Plus” diye bilinen 2016’daki anlaşmayı uzatma konusunda mutabık kaldılar. Nikolay Kozhanov’un da dikkat çektiği gibi petrol ve gaz konulu temaslar, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Suudi Kralı Selman Bin Abdülaziz El Suud’a bölgesel siyasi meseleleri de konuşma imkânı verdi. Ancak petrol fiyatlarının istikrara kavuşması ya da düşmesi halinde Rusya-Suudi iş birliğinin kapsamı sınırlı olabilir.
Bruce Riedel, Riyad’ın ABD’nin Kudüs kararı ve Yemen meselesi nedeniyle sıkıntı yaşadığına dikkat çekiyor: “Veliaht prens özellikle hassas bir konumda. Kendisi Trump’ın damadı Jared Kushner ile yakınlığıyla hava atıyordu. Yemen’deki hezimet de veliaht prense ait ve insan hakları örgütleri kendisine yönelik yaptırımlar istiyor. Veliaht prens İsrail’e kafa tutan veya Kudüs’ü savunan bir isim olarak da bilinmiyor, hatta İsrail’i ziyaret ettiği söylentisi İsrail basını tarafından şevkle yayılıyor. Veliaht prensin çok sayıdaki düşmanı onu Trump ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun maşası olarak resmediyor.”
Riedel şöyle devam ediyor: “Kudüs konusunda Suudi Arabistan’a hem geleneksel rakibi İran hem de Türkiye çalım attı. Dahası Ürdün de Arap ve Müslüman dünyasının Kudüs’e yönelik hak iddialarının baş savunucusu olarak öne çıkmaya çalışıyor. Hicaz ve iki kutsal kenti bir asır önce Haşimilerden alan Suudiler için Kudüs konusunda Haşimilerden daha zayıf görünmek son derece aşağılayıcı bir durum. Suudiler, Ürdün Kralı Abdullah’ı Müslüman ülkelerin Türkiye’deki zirvesine gitmekten vazgeçirmeye çalıştı, sonra da Ürdün ekonomisini tehdit ederek Filistin kökenli önemli bir Ürdünlü iş adamını gözaltına alıp Abdullah’a gözdağı verdiler. Sabih El Masri’nin gözaltına alınması Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin kasım ayında alıkonulup istifaya zorlanmasını hatırlattı.”
Rusya’nın bölgede en büyük yatırımı Suriye’de. Suriye krizinin sahibi olmak belli riskleri de beraberinde getiriyor.
Anton Mardasov Moskova’nın Suriye hükümetiyle yakınlığı sayesinde petrol, enerji, altyapı, tarım ve yatırım gibi konularda iş birliği görüşmelerine başladığını aktarıyor. Suchkov ise şu noktaya dikkat çekiyor: “Operasyonel olarak Suriye savaşı Rusya için askeri reformların test sahası oldu. Yeni üretilmiş veya modernize edilmiş yaklaşık 200 silah test edildi. Üst düzey Rus hükümet yetkililerine göre Rus yapımı silahlara talep dünya çapında artmış durumda.”
Moskova, çatışmasızlık bölgeleri temelinde sağladığı ateşkes anlaşmalarını da başarı hanesine yazabilir. Türkiye ve İran’la iş birliği halinde sağlanan bu ateşkesler şiddeti muazzam ölçüde azalttı ve sahadaki bu durum Suriye hükümeti ile muhalefet arasındaki Astana-Soçi müzakerelerine ivme kazandırdı. Mardasov’un belirttiği gibi “Kremlin’in Soçi’de Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ni düzenleme ve buradan alınacak sonuçları duraksayan Cenevre sürecine aktarma düşüncesi tamamıyla mevcut dört çatışmasızlık bölgesine dayanıyor. Teorik olarak Kürt nüfuslu Afrin bölgesi de yeni bir çatışmasızlık bölgesi haline gelebilir. Ancak çatışmasızlık bölgelerinin düzgün işleyişi için hükümet güçleri ile muhalefet arasındaki temas kanallarında istikrar olması gerekir. Mevcut ateşkes denetim mekanizması yalnızca muhalefete yönelik yaptırım imkânı verdiği için muhaliflerle gerçek bir siyasi diyaloğu geciktirmek Şam’la Tahran’ın işine geliyor. Kaldı ki uluslararası toplum da Esad rejiminde gerçek bir reform sağlayacak geçiş sürecinin ilkelerini tam olarak belirlemiş değil. (...) Muhalif güçler Suriye hükümetinin belirlediği koşullar altında silah bıraktığı takdirde Şam’ın muhalefetle diyaloğa, hatta bir tür entegrasyona hazır olduğu görülüyor.”
Soçi’de 29-30 Ocak’ta düzenlenmesi planlanan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin önündeki en büyük engellerden biri, Suriyeli Kürtlerin Demokratik Birlik Partisi ile onun silahlı kanadı olan Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) katılımı meselesi. Moskova’nın Suriyeli Kürtleri Soçi’ye davet etmek için formül aradığı bir dönemde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Esad’ı “terörist” ilan etmesi, Esad’la iş birliği yapılamayacağını söylemesi tesadüf olmasa gerek. Fehim Taştekin bu konuda şöyle yazıyor: “Tekrar ertelenmezse 29-30 Ocak tarihlerinde gerçekleşecek olan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne Kürtleri de katmanın yolunu arayan Rusya, listelere İran ve Türkiye’yle birlikte karar verme taahhüdünü koruyor. Moskova bu tutumuyla Ankara’nın kırmızı çizgilerini koruduğu izlenimini verse de muhtelif diplomatik inceliklerle bu kırmızı çizgileri soldurmaya çalışıyor. Ayrıca Kürtleri göstere göstere vitrine çıkarmaktan da kaçınmıyor. Bunun son örneği YPG Genel Komutanı Sipan Hemo’nun Moskova’ya davet edilmesi oldu.”
Türkiye ise savaş sonrası siyasi ve ekonomik kazanımlar sağlamak üzere konum almaya çalışıyor. Halep’ten bildiren Khaled al-Khateb Türkiye’nin El Rai sınır kapısını açtığını ve kapının “vızır vızır çalıştığını” bildiriyor. Khateb şu bilgileri aktarıyor: “Yüzölçümü ve nüfus bakımından en büyük kentlerden biri olan ve kuzey Halep’teki Fırat Kalkanı bölgesinde stratejik bir nokta olan El Bab’a yakınlığı nedeniyle bu sınır kapısı özel bir konuma sahip. Türkiye buraya modern tesis ve ekipmanlar sağladı. Sınır kapısından artan sayıda ticari aracın geçmesi, yeniden inşa süreci bakımından buranın önemli bir nokta olması bekleniyor.”
Rusya, Suriye’deki dahliyle bölgede kazandığı yeni itibar ve liderliğin avantajlarından yararlanırken Suchkov bunun aynı zamanda “ciddi bir uzun vadeli yükümlülük” olduğunu vurguluyor: “Esad’ın akıbetinden insani yardımlar ve Suriye’nin yeniden inşasına kadar Moskova artık bu meselenin sahibidir. Bu sorunlara 2018’de tatmin edici, zevahiri kurtaran çözümler bulunabilmesi için Rusya’nın bölgesel paydaşlarla çok daha yakın iş birliği yapması gerekebilir. 2017’de biriktirilen siyasi nüfuz ‘hisseleri’ işte burada işe yarayabilir."