Kerkük’te sonucu İran destekli Halk Seferberlik Birlikleri belirleyebilir
ABD Savunma Bakanı James Mattis, 13 Ekim’de Iraklı tüm taraflara İslam Devleti’ni (İD) “bertaraf etmeye odaklanmaları” gerektiği mesajını iletti.
Ertesi gün askeri birlikler Kerkük’ün etrafını sararken İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani de eski Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin mezarını ziyaret etti.
İki gelişme arasındaki tezat ilerleyen günlerde yaşanacakların da habercisi gibi. İki hafta önce bu köşeden aktardığımız gibi ABD’nin Bağdat ve Erbil ile kurduğu köklü siyasi ve askeri ilişkilere rağmen Irak’taki gidişatı belirleyebilecek olan başkent Washington yerine Tahran olabilir.
Shelly Kittleson’ın aktardığı gibi İran destekli Halk Seferberlik Birlikleri (HSB) Havice’yi İD’den temizledikten sonra Kerkük’te kilit öneme haiz askeri üslerin ve petrol rafinerilerin etrafını saran Irak ordusuna yardımına gitti. Bu noktalar Kürt Peşmerge Birlikleri’nin kontrolünde bulunuyor.
Irak Başbakanı Haydar El Ebadi Irak Kürdistanı’nda yapılan bağımsızlık referandumuna karşı çıkarken krize müzakereyle çözüm arayarak hem devlet adamlığını hem de milliyetçiliğini kanıtladı. Ebadi’nin nihai hamlesi 2014’te İD tarafından işgal edilen, ardından da Iraklı Kürt güçlerin hâkimiyetine giren Kerkük’ü yeniden Irak ordusunun kontrolü altına almak.
Irak’taki durumun hassasiyeti düşünüldüğünde Ebadi de kansız bir çözümü tercih eder. Ancak Adnan Abu Zeed’in de aktardığı gibi Kürt referandumu Basra ve özerklik talep eden Sünni toplumu için bir emsal oluşturabilir. Dolayısıyla gerginlik tırmanma eğiliminde ve Ebadi de Tahran ile birlikte dengeleri değiştirebilecek aktörlerden biri olarak öne çıkıyor.
Referandum krizi İran’la güçlü bağlara sahip Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB) yeni sorumluluklar yükledi. Talabani’nin cenazesinde İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif ile Irak Kürdistanı Başkanı Mesud Barzani arasında sadece bir sandalye vardı. ABD ise cenazeye büyükelçi düzeyinde katıldı. Dolayısıyla, İran destekli milisler Kerkük mevzilerinde Peşmerge’nin karşı saflarına konuşlanırken Süleymani’nin de KYB bölgesinde olması muhtemelen tesadüf değildi.
KYB, Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi’nin öncülük ettiği bağımsızlık referandumu konusunda tereddütlü. Merhum Cumhurbaşkanı’nın oğlu Bafil Talabani de dâhil KYB’li isimler krizin müzakereyle çözülmesi ve müzakerelerin partinin de merkezi olan Süleymaniye’de Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum ile gerçekleştirilmesi için çağrı yapıyorlar.
Meselenin aktörlerinden biri de Irak’ın 3 milyonluk Türkmen toplumu. Irak nüfusunun yaklaşık 8,3’ünü oluşturan Türkmenlerin büyük bölümü Kerkük’te yaşıyor. Türkmen partilerin de referanduma karşı olduklarını aktaran Hamdi Malik şunları yazıyor: “Türkmenler Tuzhurmatu ve El Beşir gibi farklı etnik kimliklerin yaşadığı bölgelerde HSB’ye bağlı silahlı gruplar kurdular. Asaib El Hak gibi Şii güçleri Kürtler üzerindeki baskıyı artırmak için HSB içindeki Türkmen grupları destekliyor. (...) Türkmenler, Havice ve çevresindeki bölgelerin kurtarılmasının ve merkezi yönetimin baskılarını artırmasının Kürtlerin elini zayıflatacağını umuyor.”
Türkiye'nin aşiretlerle ittifak çabaları
Türkiye, Rusya ve İran ile varılan çatışmasızlık bölgesi mutabakatı kapsamında El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir El Şam’ın kontrolündeki İdlib’e özel kuvvetler ve komandoların desteklediği Özgür Suriye Ordusu savaşçılarını gönderdi. Suriye hükümeti Türkiye’nin müdahalesini eleştiriyor.
Khaled al-Khateb Halep’ten şu bilgileri aktarıyor: “Kurtarılmış bölgelerdeki ÖSO birlikleri Türkiye’nin kontrolünde olsa da bu bölgelerdeki aşiretlerin bağlılıklarını kazanmak gerekiyor. Aşiretlerin bir meclis çatısı altında toplanması Türkiye’nin kontrolünü kolaylaştırır. Dolayısıyla meclisin kuruluşu Türkiye için bir fırsat.”
Khateb şöyle devam ediyor: “Aşiretler iç savaşta önemli aktörler ve tüm taraflar onları kazanmaya çalışıyorlar. Türkiye de kurtarılmış bölgelerde aşiretlerin rolünü güçlendirmeyi ve onların Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’yle (SDG) ittifak kurmalarını engellemeye çalışıyor. Aşiretler bilhassa ülkenin kuzey ve doğu kesimlerinde güçlüler ve önemli bir toplumsal nüfuza sahipler. SDG de İD’le mücadelenin sürdüğü Halep ve Rakka kırsalında aşiretlerden destek alıyor. Halep’in doğu kesimindeki bazı aşiretler ise rejim saflarında çatışıyorlar. Kurtarılan bölgelerde aşiret meclisinin kurulması Türkiye’nin aşiretlerle ittifak kurma çabalarına işaret eden bir adım.”
Mistura çatışmasızlık bölgelerini genişletmek istiyor
Rakka ve Deyrizor’da İD’e karşı verilen nihai savaşın yol açtığı şiddet ve ölüm Suriyeliler için dayanılmaz boyutlara ulaşmış durumda.
BM Genel Sekreteri’nin geçen ay Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda şu ifadelere yer veriliyor: “Çatışmalar, bilhassa da İD’in güçlü olduğu bölgelerde süren askeri operasyonlar sivillerin yaralanmasına, ölmesine ya da zorunlu göçe yol açıyor ve alt yapıyı harap ediyor.” Raporda başta Suriye hükümeti olmak üzere tüm taraflardan gözaltındakilerin, kaçırılanların ve kayıpların serbest bırakılması da talep ediliyor.
Öte yandan raporda sivil ölümlerdeki artışın yanı sıra dikkati çeken bir diğer eğilim daha var: “Şiddeti çatışmasızlık anlaşmalarıyla azaltmak amacıyla ortaya koyulan ısrarlı ve kararlı çabalar tüm taraflar arasındaki husumetin azaltılmasında gözle görülür bir başarı sağladı.”
Raporda, kuşatılmış ya da ulaşılması güç bölgelerde yaşayan insanların sayısının 4.44 milyondan 3.47 milyona düştüğü kaydedilirken bunun Suriye’nin kuzeydoğusuna erişimin kolaylaşmasıyla mümkün olduğu belirtiliyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği haziran ayındaki raporunda yurdundan olmuş 440 bin Suriyeli ile başka ülkelere kaçan 30 bin Suriyeli mültecinin 2017’nin ilk altı ayında yurtlarına geri dönebildikleri bildirmişti. Bu sayının şu an daha da yükselmiş olması kuvvetle muhtemel.
Durum halen hassasiyetini korusa da çatışmasızlık bölgelerinin beklentileri aştığını ve siyasi çözüm sürecini canlandırmak için en iyi fırsat olduğu söylemek mümkün. BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan De Mistura’nın planının da bu olduğu görülüyor. Mistura 27 Eylül’de Güvenlik Konseyi’ne şöyle seslendi: “Çatışmasızlık ülke çapında bir ateşkesin öncüsü, insani ve güven inşa süreçlerinin de başlangıcı olmalı. (...) Suriye’nin siyasi geleceğine ilişkin hazırlık konuşmalarının samimi bir müzakereye evrildiği yeni bir Cenevre sürecinin temelini oluşturmalı.”
Mistura bu konuda Suudi Arabistan’ın girişimiyle Cenevre’de düzenlenecek “Riyad İki” konferansına güveniyor. Ekim ya da kasım ayında başlaması planlanan yeni tur Cenevre görüşmeleri öncesinde düzenlenecek konferansın amacı muhalif grupları daha gerçekçi bir noktaya çekerek aralarındaki uzlaşıyı güçlendirmek.
Suriyeli Kürt liderler de bir gerçekliğin farkına varmış görünüyorlar. SDG’nin başkomutanı ve Rakka operasyonunun öncüsü Mazlum Kobane Amberin Zaman’a eylül ayında verdiği röportajda şöyle diyor: “Ne var ki şimdiki rejim ile anlaşmak -evet- gerekiyor. Suriye rejimi bir realitedir. Rejim askeri olarak en azından şu an bulunduğu alanda diğer muhaliflere —bizim dışımızdaki muhalifler yani—karşı bir zafer kazandı ve rejim kalıcıdır. Eğer objektif bakarsak öyle. (...) Temel hedefimiz merkezi hükümetle müzakere edip kurtardığımız bölgeleri belli bir statüye kavuşturmaktır. Bunun için merkezi hükümetle eğer gerekirse diyaloğa girmeye de hazırız."