HDP Eş Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesinin cenaze töreninde yaşanan linç girişimi, siyasi iktidarın özellikle Kürtleri hedefine alan kutuplaştırıcı söyleminin en tehlikeli yansıması oldu.
Aysel Tuğluk, Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı bir Kürt siyasetçi. HDP’nin selefi partisi DTK’nın eş başkanlığını yapmış eski milletvekili terör örgütü yöneticiliği suçlamasıyla bir yılı aşkın zamandır tutuklu. Halen HDP Eş Genel Başkan Yardımcılığı yapan Tuğluk, geçen günlerde annesini kaybetti.
Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un vasiyeti evinin penceresinden görülen İncek Mezarlığı’na gömülmekti. Aysel Tuğluk bir yıla yakın zamandır tutuklu olduğu cezaevinden özel izin alarak bu vasiyeti yerine getirmek üzere 13 Eylül günü cezaevi arabasında Ankara’daki İncek Mezarlığı’na getirildi.
Defin işlemi sürerken mezarlığa giren 25 kişilik bir grup, “Burada şehit cenazesi var, buraya terörist cenazesi gömdürmeyiz, burası Ermeni mezarlığı değil” diye bağırarak, saldırıda bulundu. Kısa süre içinde mezarlık içindeki grup kalabalıklaştı. Sayıları 100’ü aşan grup, “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganları atarak defin işleminin yapıldığı alana girmeye çalıştı. Ellerinde sopalarla tekbir getiriyor, cenazeyi gömdürmeyeceklerini söylüyorlardı. Hatta cenazeyi geri çıkarmak için bir traktörü de mezarlığa getirmişlerdi.
Çevik Kuvvet polisi bu tören nedeniyle mezarlık çevresinde önlem almıştı. Bu saldırılara karşın, polis grubu sözlü olarak uyarmakla yetindi. HDP milletvekillerinin taleplerine karşın polis grubu engellemedi.
Sopa ve taş taşıyan grup sloganlar atarak HDP’lilerin yanına gitti. Heyetten kimse bu olayda yaralanmadı ama cenazeye gelenler uzun süre bulundukları yerde mahsur kaldı. Saldırılar o kadar yoğundu ki aile Hatun Tuğluk’un cenazesini mezarından geri çıkarıp Tunceli’de defnetme kararı aldı. Hatun Tuğluk’un cenazesi mezarından çıkarılarak cenaze arabasına konuldu.
Tüm bunlar yaşandıktan hemen sonra İncek Mezarlığı’na İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geldi. Defin işleminin yapılabileceğini söylüyordu. Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ da cenazenin başka bir kente defin kararının aileye ait olduğunu belirtiyordu. Bu açıklamalara karşın Aysel Tuğluk annesinin vasiyetini yerine getiremedi. Çünkü Tuğluk’a göre bu mesajların hiçbiri anne Hatun Tuğluk’un cenazesinin o mezarlığa gömüldükten sonra yeniden saldırıya uğramayacağının garantisi değildi.
Tuğluk ve HDP milletvekilleri bu öngörülerini Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde Kürtlere yönelik yaşanan çok sayıda vakaya dayandırıyor. 2015 yılında sokağa çıkma yasaklarında yaşamını yitiren sivillerden biri olan Erdal Şahin’in Hakkâri’deki cenaze törenine güvenlik güçlerinin müdahale etmesi bu vakalardan sadece biri. 2015’ten sonra da bölgede yaşanan çatışmalar sırasında bedenleri sokakta teşhir edilen, işkence edilen, yol kenarlarında günlerce bekletilen cenaze görüntüleri de örnekler arasında.
Ankara Valiliği Hatun Tuğluk’un cenazesinde yaşananları “sataşma girişimi” olarak yorumladı ama Tuğluk’un topraktan geri çıkarılan cenaze fotoğrafı bu görüntülere eklenince ortaya ağır bir tablo çıkıyor.
Anayasa hukukçusu ve HDP Milletvekili Mithat Sancar Al-Monitor’a yaptığı açıklamada valiliğin açıklamasını “skandal” sözüyle değerlendiriyor, “Tüm görüntüler ortadayken buna sataşma demeleri skandal, facia. Mezarlıkta 100’ü aşkın insan vardı. Böyle bir yerde bu kadar insanın birden bire toplanması tesadüf olamaz.” diyor. Son iki yılda HDP binalarına, HDP’li aktivistlere, Kürt esnafa, Kürt işçilere yönelik saldırıları anımsatan Sancar, Hatun Tuğluk’un cenazesinde yaşananların da bu kapsamda ele alınması gerektiğini söylüyor. Sancar bu tabloyu basit bir sataşmadan öte adlandırıyor: Linç.
Sancar “Linç kültürü bir iktidar tekniği, bir yönetim biçimi aracıdır. Tahakkümün aracıdır. Belli bir şekilde bunun zeminini hazırlıyorlar teşvik ediyorlar ve güruhları kolluyorlar.” diyor. Son yıllarda siyasi iktidarın HDP’lileri hedef gösterme konusunda sınır tanımadığını söyleyen Sancar şöyle devam ediyor: “Siyasi iktidar sadece milliyetçi hamaset yapmakla, hamaseti yükseltmekle kalmıyor. İktidara yakın medya organlarında da nefret söylemini çok güçlü bir şekilde kullanılıyor. Hem Hükümet hem de İçişleri Bakanı’nın her demeci HDP’yi hedef gösteren, kriminalize eden nitelikte. Cenazede yaşananlar da bunun bir sonucuydu. Siyasi iktidar olarak toplumu bu kadar kutuplaştırırsanız, gerilimi körüklerseniz bu saldırıları da teşvik etmiş olursunuz.”
Hatun Tuğluk’un cenazesinde yaşananlar toplumun çok çeşitli kesimlerinden tepki gördü. Sosyal medyada “Hatun Tuğluk hepimizin annesidir” etiketine sayısız kınama mesajı geldi. Mesajların ortak noktası da sürekli kutuplaştırılan ve gerginleşen siyaset diline duyulan öfkeydi.
Olay üzerine bu öfkenin adresi olan Cumhurbaşkanlığı’ndan da bir açıklama geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir şey söylemedi ama Sözcü İbrahim Kalın Cumhurbaşkanlığı adına bu olayı kınadıklarını açıkladı.
Bu kınamanın HDP’nin de Kürtlerin de gönlünü almaya yetmediğini belirtelim. Kürt siyasetinin önemli aktörlerinden Ahmet Türk kırılmanın büyüklüğünü tarif ederken, kendi hayatından yola çıkıyor. Milletvekili olan abisi öldürülen, 12 Eylül darbesinde cezaevine giren ve ağır işkenceler gören, 1994’te Meclis’te Kürtçe konuşma yapması, bu yılın başında da başka bir konuşması yüzünden bir süre cezaevinde tutuklu kalan Ahmet Türk, “Elli yıldır bu ülkede siyaset yapıyorum. Bu kadar acı yaşadım, bu kadar acıya tanık oldum ama böylesine ilk kez şahit oluyorum” diyor.
HDP’li Mithat Sancar kınama açıklamaları için “Kutuplaştırıcı hedef gösterici söylemlerin ardından kınama yapmanızın inandırıcılığı olmaz. Bu kınamalar Hükümet’in siyasi sorumluluğunu ortadan kaldırmaz” diyor.
Olayın ardından siyasi iktidardan ve devlet erkânından yapılan kınamaların, genel olarak olayın dinsel boyutuyla ilgili olması da dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Bu bizim inanç, kültür ve medeniyet değerlerimizle bağdaşmayan bir tutum” derken, Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ da “Dinimize, geleneklerimize uymayan bir davranış” yorumunu yapıyor.
Oysa bu saldırının doğrudan muhatabı olan Kürtler, “Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” politikasına dikkat çekerek şu soruya yanıt arıyor: Kürt anaları bu topraklara gömülemiyorsa, Kürt çocukları bu topraklarda nasıl yaşayacak?