BAĞDAT —Türkiye, Irak’ta yeni bir siyasi Sünni girişimi başlatmak amacıyla Irak’ın önde gelen Sünni isimlerini 8 Mart’ta gizli bir toplantıda bir araya getirdi. Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve ABD tarafından desteklenen, iki gün süren toplantıda Irak’taki Sünnilerin İslam Devleti sonrasında izleyecekleri siyasi yol haritası tartışıldı.
Konferansa Cumhurbaşkanı Yardımcısı Usame El Nuceyfi, Mütehidun İttifakı lideri ve eski Maliye Bakanı Rafi El İsavi, eski Başbakan Yardımcısı Salih El Mutlak, Irak İslam Partisi lideri Ayad El Samari, Planlama Bakanı Salman El Cumali, Arap Kamış El Kancar Projesi lideri, eski Ninova Valisi Esil El Nuceyfi, Irak Meclisi’ndeki Iraklı Güçler İttifakı lideri Ahmet El Masari, Irak Meclisi Çözüm İttifakı lideri Muhammed El Kerbuli, Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Mutena El Dari’nin yanı sıra milletvekilleri, aşiret liderleri ve din adamları katıldı.
Ne var ki katılımcılar, başta ulusal ve merkezi uzlaşı projesi ve yaklaşan seçimler öncesinde yeni bir ittifak kurulması gibi ihtilaflı konularda fikir birliğine varamadı. Sünniler arasında yeni bir bölünmeye yol açan Ankara Konferansı Şii grupların de sert tepkisini çekti. Öyle ki Şii gruplar, işi konferansın katılımcılarını vatana ihanetle suçlamaya kadar vardırdı.
Mütehidun İttifakı’ndan Müteşar El Samari Al-Monitor’a şu bilgileri verdi: “Konferansı destekleyen beş ülke belirli konularda Sünni gruplar arasında uzlaşı sağlamaya çalışıyor. Bunlara İD sonrası süreçte kurtarılmış bölgelerin yeniden inşası da dahil. Katılımcılar siyasi çözüm için ortak bir tutum belirlemeye çalışacak 25 kişilik bir komitenin kurulmasını kararlaştırdı. Ancak seçim ittifakına gidilmesi veya ülkenin bölgelere ayrılması gibi konuları konuşmadık. (...) Kimi Sünnilerin bu konferansa yönelttiği itirazlar Iraklı Güçler İttifakı’nda bir bölünme ya da iç muhalefet gibi algılanmamalı. Eleştiriler bu kişilerin konferansa davet edilmemesinden kaynaklandı.”
Türkiye’nin bu süreçte diğer destekçi ülkeler -BAE, Ürdün, Katar ve ABD- benzer bir rol üstlendiğini belirten Samari şöyle devam etti: “Irak’taki durum 2003’ten bu yana tüm uluslararası taraflara açık. Bu ülkeler de Sünnilere yardım etmek istiyorlar. Türkiye’nin Irak’ta menfaatleri var, kargaşanın yayılarak kendi topraklarına sıçramasını engellemek için siyasi istikrar arayışında.”
Öte yandan, kimi Sünniler Türkiye’ye konferans nedeniyle ağır eleştiriler yöneltti. Iraklı Güçler İttifakı’ndan Bedir El Fahl 10 Mart’ta NRT televizyonuna yaptığı açıklamada yurt dışında yapılan konferanslara karşı ortak bir Sünni birliği kurduklarını duyurdu. 50 Iraklı milletvekilinden oluşan birliğin Ankara’daki konferansın ardından kurulduğunu belirten Fahl şöyle dedi: “Bu konferansa katılan isimler bir dizi ülke tarafından belirlendi ve bu isimler Iraklı Sünnilerin sadece yüzde 25’ini temsil ediyor. Ankara Konferansı’na katılanların çoğu İD’in tabanıyla derin ilişkilere sahip.”
Sünni Birliği İttifakı’ndan bir diğer milletvekili Abdurrahman El Luvayzi de Al-Monitor’a şu açıklamayı yaptı: “Yurt dışında düzenlenen herhangi bir konferansla ulusal bir hedefe ulaşmak mümkün değildir. Bilhassa bu konferansa Irak konusunda derin tarihi hırsları olan Türkiye gibi bir ülke ev sahipliği yapıyorsa… Siyasi krizler ancak ulusal aktörler tarafından, ulusal konferanslarla ve siyasi projelerle çözülebilir.”
Siyaset ve güvenlik uzmanı Hişam El Haşimi’ye göre ise Ankara Konferansı 21 Şubat’ta düzenlenen Cenevre Konferansı’nın ve Washington öncülüğünde Türkiye ve Arap ülkelerinin iş birliğinde sürdürülen çabaların bir devamı niteliğinde. Haşimi’nin değerlendirmesi şöyle: “Trump yönetimi, Irak’ta Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün, BAE ve Katar tarafından desteklenen bir Sünni koalisyonu kurmaya çalışıyor.” Haşimi böylesi bir koalisyon için Kürtlerin ve İD’le savaşan Şiilerin de desteğinin aranacağına inanıyor.
Haşimi Twitter’daki konuyla ilgili paylaşımında şunları yazdı: “İran bu tür Sünni konferanslarından rahatsız. Zira Suriye ve Yemen’de nüfuzu azalırken bir bilinmezliğe doğru ilerliyor. İran’ın kalan son kalesi Irak’taki bazı müttefikleriyle kurduğu ittifaklar. Bu nedenle, bu tür çabaları baltalamaya yönelik bazı medya kampanyaları başlatabilir.”
Ancak Haşimi’nin İran’a dair dile getirdiği kaygılar yalnızca şu ana kadar yapılan açıklamalarla sınırlı değil. Şiilerin yurt dışında düzenlenen Sünni konferanslarına duydukları tepki, İD sonrası ulusal uzlaşı müzakerelerinde, bilhassa da yaklaşan seçimler öncesinde, uzlaşmaz bir Şii tutumuna yol açabilir. Dahası, kimi Şii partiler, bilhassa da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nuri El Maliki’ye yakın siyasi partiler, Şiilere yakın Sünni ve Kürtleri de kapsayacak bir çoğunluk kabinesi kurma çabası içinde. Bu da kota temelli bir kabine oluşturulmasına yönelik çabaları baltalayarak Sünni ittifakların kenara itilmesine yol açabilir.
Sünni siyasi partilerin merkezi hükümet ve ulusal uzlaşı konularında ortak bir tutumda anlaşamaması ve Türkiye’nin Sünnilere, İran’ın da Şiilere verdiği destek ülkedeki mezhepçi söylemi tırmandırıyor. Uzlaşı yolunda kimi adımlar atılmış ve İran’ın nüfuzu ABD ve Arap ülkeleri tarafından bir ölçüde dizginlenmiş olsa da Irak’ın ulusal ve sivil partileri mevcut süreçte hâlen bir rol üstlenmiş değil. Mezhepsel ve etnik bölünmeyi daha da artıran bu durum, kimi Iraklı aktörlerin yıllardır peşinde koştukları hedefleri ulusal ve ortak menfaatler için bir kenara bırakmasını da imkânsız kılıyor.