Suriye’de yaşanan son gelişmelerle birlikte Rus yorumcular bundan sonrası için üç senaryoya odaklanıyor: Cenevre süreci üzerinden kademeli bir ulusal uzlaşı, Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın askeri zaferi veya küresel güçlerin dâhil olduğu büyük bir savaş.
Küresel ve bölgesel güçlerin büyük çoğunluğu gibi Rusya da Suriye krizinin haziran 2012 tarihli Cenevre Bildirisi ve Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun (USDG) 2015’te Viyana’da vardığı mutabakatlar temelinde siyasi anlaşmayla çözülmesini savunmaya devam ediyor. Ancak Kremlin’e göre Suriye-Türkiye sınırı kapatılmadığı sürece Suriye’de İslam Devleti’ne (İD) veya başka bir terörist gruba karşı yürütülecek hiçbir harekât ya da varılacak hiçbir ateşkes başarılı olamaz. Yabancı cihatçılar, silah ve malzeme Suriye’ye doğru akarken ters istikamette de kaçak petrol trafiği akıyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un söylediği gibi “Türkiye-Suriye sınırı üzerinden radikalleri besleyen kaçakçılığın durdurulması ateşkesin yürümesini sağlayacak anahtar adımdır.” Bu konunun USDG’nin 11 Şubat’taki Münih toplantısında en dikkat çekici konu olacağı aşikâr.
Rusya bu çatışmada hiçbir tarafın askeri zafer sağlayabileceğine inanmıyor. Ancak Suriye ordusunun son dönemde Hizbullah’ın desteğiyle güneyde ve özellikle de kuzeyde elde ettiği askeri başarılar medyada dönüm noktası olarak yorumlanıyor. Gerçekten de ordunun Halep’i çevreleyerek militanların Türkiye’ye olan kuzey ikmal hattını kesmesi güç dengesini muazzam şekilde Esad lehine çevirdi. Üç yıldır isyancıların kuşatması altında olan Şii Nubul ve El Zehra bölgelerinin kurtarılması da simgesel önemdeydi.
Son gelişmeler Rus uçaklarının teröristlerden çok ılımlı muhalif güçleri hedef aldığı iddialarını da çürütüyor. Nitekim Halep’in kuzeyinde hedeflenen başlıca unsur, terörist Nusra Cephesi örgütüdür. Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’ne göre ise Nusra Cephesi ve Ahrar El Şam son dönemde birbirileriyle çatışmaya başlarken Nureddin El Zenki grubu da Halep bölgesinden çekildi. Türkmenlerin ise Halep yakınlarında Esad güçleriyle değil, İD birlikleriyle çarpıştığı söyleniyor. El Kaide’nin bir parçası olan ve ideolojik olarak ılımlı sayılabilecek gruplarla ittifakını paravan olarak kullanan Nusra Cephesi’ni vurmamak için Rusya herhangi bir sebep görmüyor.
Nusra Cephesi aynen İD gibi Rus hava kuvvetlerinin başlıca hedefleri arasında yer alıyor. Moskova, aynı zamanda ılımlı muhalif gruplarla anlaşmaya hazır olduğunu söylüyor ama kimin terörist sayılacağı, kimin sayılamayacağı konusunda Batılı ve bölgesel USDG ortaklarıyla hâlen uzlaşmaya varabilmiş değil.
Esad güçleri kısa zamanda isyancıların batıdaki ikmal hattına da taarruz başlatabilir. Aşikârdır ki Şam yönetiminin hamleleri, İD’in doğudaki kalelerine büyük taarruz başlatmak için bir köprübaşının tutulması gibi tümüyle askeri amaçların yanında Cenevre müzakerelerinde iyi bir başlangıç pozisyonunun sağlanmasını da hedefliyor.
Kuzeydeki güç dengesinde yaşanan değişim Demokratik Suriye Güçleri’nin de lehine. Kürt ve Arap milislerin kurduğu bir ittifak olan Demokratik Suriye Güçleri’nde Kürt Halk Savunma Birlikleri öncü konumda bulunuyor. El Ziyara ve El Harba köylerini ele geçiren Kürtlerin başlıca stratejik hedeflerini gerçekleştirmeye, yani Suriye-Türkiye sınırında uzunca bir kontrol hattı kurmaya yakın olduğu söylenebilir. Moskova’ya göre bu durum hükümet güçleriyle Suriyeli Kürtlerin pozisyonlarını birbirine yakınlaştırıyor.
Ancak iki taraf arasındaki husumetin yeniden alevlenme ihtimalini ortadan kaldırmak için Moskova’nın Kürtler için self determinasyon fikrini Şam’a kabul ettirmesi lazım. Gerçekten de yeni Suriye’de herkesin rızasını alacak bir âdemi merkeziyetçi çerçevenin oluşturulması herhangi bir çözüm planında en önemli sınav olacak.
Askeri uzmanlara göre Kürtler yakında Türkiye ile İD arasındaki 96 kilometrelik Cerablus koridorunda taarruza geçebilir. Böyle bir hamle Ankara’nın önünde kırmızı bez sallamak anlamına gelir. Ancak Türkiye böyle bir durumda Suriye’ye açıkça müdahale etme riskini göze alır mı? Rusya’yla birlikte Kürtleri askeri olarak destekleyen ABD’nin buna tepkisi ne olur? Rusya’nın son dönemde Lazkiye’deki hava birliğini esaslı şekilde takviye etmesi de bu tarz değerlendirmelere dayanıyor olabilir. Lazkiye’ye çok amaçlı Sukhoi-35S uçakları konuşlandırıldı, Suriye’nin MiG29 ve MiG29CMT uçakları da modernize edildi.
Suriye sınırı boyunca Kürt varlığını kabul edilmez bulan Türkiye, Kürt kontrolünde bir koridorun kurulması hâlinde müdahale edeceğine dair defalarca tehditte bulundu. Türkiye, bir yandan kara harekâtı hazırlığı yaptığı yönünde Rus iddialarını reddediyor, diğer yandan ise Rusya karşıtı söylemini yükseltiyor.
Suudi Arabistan’ın, ardından da Bahreyn’in “İD’le mücadeleye katılmak” üzere Suriye’ye kara gücü göndermeye hazır olduğu haberleri Moskova’da şaşkınlıkla karşılandı. Bu ülkelerin nerelerde ve hangi hakla müdahale edebileceğini kimse bilmiyor.
Böylesi bir durum küresel güçlerin dâhil olduğu topyekûn bir bölgesel savaşa dönüşebilir. İran’ın tutumu biliniyor. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim de “Suriye topraklarına hükümetin onayı olmadan yapılan her türlü kara harekâtı saldırı sayılacak.” şeklinde konuştu. Conflicts Forum isimli düşünce kuruluşuna göre Suriye hükümetinin yeni angajman kuralları Rusya tarafından kabul edildi. Buna göre “Suriye hava kuvvetlerine ait uçaklar Suriye’nin egemenliğine yönelik her türlü tehdidi daha üst bir makama başvurmadan hedef alabilecek.”
Dolayısıyla Moskova’yla dostane ilişkiler sürdüren Bahreyn kralının Münih’teki USDG toplantısından önce Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşmeye davet edilmesi bir tesadüf değildi. Bahreyn, Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri içinde Riyad’ın girişimlerine ilk katılan ülke olarak biliniyor.
Bazı ABD’li siyasilerin Washington tarafından daha yeni reddedilmiş olan Türk önerisi doğrultusunda Suriye’de bir güvenli bölge veya uçuşa yasak bölge kurma çağrıları da Moskova’da kafa karışıklığı yarattı.
Yukarıda anlatılan hususların hiçbiri, Moskova’nın Şam’ın askeri zafer kazanacağı hesabına bel bağladığını göstermiyor. Moskova, Suriyeli taraflar arasında müzakerelerin yeniden başlamasından yana ancak bu müzakerelerin ön koşul öne süren Riyad grubundaki muhaliflerin ortaya koyduğu çerçevede olmasını istemiyor.
ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Henry Kissinger, Moskova’daki Yevgeny Primakov Dış Politika İş Birliği Merkezi’nde 4 Şubat’ta yaptığı açılış konuşmasında Orta Doğu’daki “kontrol dışı alanların” hem ABD hem Rusya açısından tehdit oluşturduğunu söyledi. Hızla büyüyen bu tehdit, iki ülkenin görüş farklılıklarını bir kenara bırakmasını ve bölgedeki ulus devlet sisteminin olası çöküşünü, terör ve şiddeti engellemek için birlikte hareket etmesini sağlayacak mı?