Orta Doğu’dan Avrupa’ya yönelen mülteci dalgasının arkasında nelerin yattığı konusunda İsrail’den bugüne dek açık bir yorum gelmiş değil. Başbakan Benjamin Netanyahu, güney sınırına diktiği duvar sayesinde Mısır’dan İsrail’e kaçak göçmen geçişini engellemekle övünüyor. 6 Eylül’de Ürdün sınırına dikilecek duvarın temel atma töreninde konuşan Netanyahu şöyle dedi: “İsrail’in sağladığı bu başarıyı Batı’da neredeyse hiçbir ülke sağlayamadı, genel olarak da pek az ülke sağlayabildi. Ben bunu İsrail’in diğer sınırlarında da sürdürmeye kararlıyım.”
Savunma Bakanı Moşe Ya’alon da aynı törende şöyle konuştu: “Avrupa’ya doğru mülteci akışını görüyoruz. Akıllıca davranmamış olsaydık Avrupa’nın başına gelenler bizim de başımıza gelebilirdi.”
İsrail’deki üst düzey siyasi kaynaklar mülteci dalgasını “Başkan Barack Obama’nın başarısız Orta Doğu politikasının” yeni bir kanıtı olarak görüyor. Kimliğinin gizli kalması kaydıyla konuşan kıdemli bir kaynağa göre “Obama Esad’ı bombalasaydı bunların hiçbiri olmazdı.” Kaynak iki yıl önceki duruma atıfta bulunuyordu. Esad o günlerde kimyasal silah kullanarak Başkan’ın “kırmızı çizgisini” aşmış, ancak Obama askeri müdahale yerine Suriye’yi silahsızlandırma yolunu seçmişti. ‘Mülteci dalgası şimdi nasıl durdurulacak?’ sorusuna kaynak şu yanıtı verdi: “Esad ve İslam Devleti’ne karşı eş anlı kara harekâtından kaçış yok.”
İsrail mültecilerin güzergâhında bulunmadığı için memnun olmakla kalmıyor, başkalarının sıkıntı çekmesinden adeta zevk alıyor. Zira Suriye ve Irak’ın çöküşüne sessiz kalan Avrupa İsrail’in Filistinlilere muamelesini eleştirmekten geri durmuyor. Şimdi bu ülkelerin çöküşünden doğan sonuçlar kendi topraklarına ulaşınca Avrupa meseleyle doğrudan uğraşmak zorunda kalıyor.
Sorunun Orta Doğu’dan Avrupa’nın kalbine taşınmasından bir isim sorumlu tutuluyor: Türkiye’nin eski başbakanı ve şimdiki cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Ancak İsrail bu konuyu Erdoğan aleyhinde kullanmıyor.
Suriye’deki iç savaş dört sene önce patlak verdiğinde sığınmacılara kapı açan ilk ülke Türkiye oldu. Esad’ı stratejik müttefiklikten bir numaralı düşman konumuna tenzil eden Erdoğan, mültecileri kabul ederek NATO’yu Şam hükümetine karşı daha kararlı tutum izlemeye ikna edebileceğine inanıyordu. Ancak ABD ve diğer Batılı güçlerin Suriye liderine karşı onun istediği kadar sert yaklaşmadığını görünce umudunu İslam Devleti’ne (İD) bağladı.
Türk istihbaratının İD’e sağladığı destek Türk basınında sık sık yer aldı. Al-Monitor’a konuşan üst düzey bir İsrailli yetkili Erdoğan-İD ilişkisini kastederek “Onlara kaynak sağladı.” ifadesiyle bu iddiaları doğruladı.
Türk Cumhurbaşkanı esasen şunu yapıyordu: Bir eliyle İD’e kaynak sağlıyor, diğer eliyle İD’den kaçan sığınmacıları ülkesine alıp destekliyordu. Erdoğan’a göre yerinden edilen Suriyelilerin sayısı ne kadar artarsa Suriye’nin kuzeyinde görünürde mültecilerin sığınacağı uçuşa yasak bölgenin kurulması için uluslararası toplumu ikna etme şansı o kadar artacaktı. Uçuşa yasak bölgeyi tercih edilen çözüm hâline getirmek için Türk makamları, sayıları bugün iki milyona yaklaşan sığınmacıların üçüncü ülkelere gidişini zorlaştırıyordu. Erdoğan, Türkiye’deki mülteci sayısı kritik kütleye ulaşınca NATO üyelerinin harekete geçebileceğini umuyordu.
Eylülün başında üç yaşındaki Aylan El Kurdi’nin cesedi Bodrum kıyılarına vurdu. Küçük çocuğun anne, babasıyla birlikte bindiği bot Avrupa’ya giderken alabora olmuştu. Bir akrabaya göre aile Birleşmiş Milletler’den mülteci statüsü alamamış, Türk makamlarından da çıkış izni alamayınca bu ölümcül yolculuğa çıkmıştı.
İstanbul’dan Münih’e bir uçak biletinin fiyatı mültecilerin insan kaçakçılarına ödediği fahiş ücretlerden çok daha düşük. Dahası uçak yolculuğu güvenli. Sorun şu ki mültecilerin vizesi yok, vize almaları da neredeyse imkânsız.
Türkiye ilk başlarda deniz yoluyla Avrupa’ya yasa dışı göçü engellemek için elinden geleni yaptı. Ancak daha sonra NATO Esad’ı devirmek için harekete geçmek istemeyince ve İD de Erdoğan’ın umduğu şekilde Alevi lidere karşı nihai bir zafer kazanamayınca Türkiye, Avrupa’yı sıkıntıya sokup baskının bir kısmını oraya kaydırmaya karar verdi. Böylece Türkiye son aylarda mültecilerin batıya doğru gidişini engellemeyi bıraktı. İsrailli kaynağa göre İD’e hangi Türk güvenlik güçleri yardım ettiyse aynı kişilerin bugün insan kaçakçılarına olanak sağlaması oldukça muhtemel.
Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius 11 Eylül’de ülkesinin Bodrum’daki fahri konsolosunu görevden uzaklaştırdı. Fahri konsolosun mültecilerin Avrupa’ya kaçak yollardan gitmesine yardım ettiği ortaya çıkmıştı. Yunanistan’ın Kos adasına geçmek isteyen mültecilere açık denizde değil, havuzda kullanılmak üzere üretilen lastik botlar satan fahri konsolos, France 2 kanalının gizli kamerayla çektiği görüntülerde şöyle diyordu: “Belediye de liman müdürlüğü de kaymakamlık da kaçakçılığa yol veriyor.”
Fabius’un kararı sembolik de olsa yerindeydi. Zira bir deniz malzemeleri mağazasının sahibi olan fahri konsolos, Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilere canlarını tehlikeye atarak yaptıkları bu yasa dışı yolculuklar için gerekli teçhizatı sağlıyordu. Ancak Fabius yine de yanlış adresteydi.
İsrail’deki diplomatik kaynaklara göre Erdoğan hükümetinin onayı olmadan bunların hiçbiri olamaz. Esad’ı devirmek umuduyla dört yıldır mültecileri kabul eden Erdoğan’ın denediği tüm yollar başarısız olurken Esad ülkesinin büyük bölümünde kontrolü yitirmiş olsa da iktidarını hâlen koruyor. Dolayısıyla Erdoğan şimdi Avrupa’nın kalbinde dayanılmaz bir insani baskı oluşturmaya çalışıyor. İsrail’de yapılan değerlendirmeye göre Türkiye bu yolu izleyerek NATO müttefiklerini sorunun kökenine inmeye ve Esad’ı denklemden çıkarmak için müşterek bir hamleye zorlayabileceğine inanıyor.