Salih El Aruri bugünlerde nerede? Hani şu İsrail’in Türkiye’yi üs edinip Gazze ve Batı Şeria’da terör saldırıları planlamak ve finanse etmekle suçladığı o Hamas mensubu... Kime sorduğunuza göre değişir. Aruri birkaç ay önce Türkiye’den bir Körfez ülkesine gitti. İsrail, bu gidişi Aruri’ye İstanbul’da sunulan sıcak ve destekleyici konukseverliğe gösterdiği tepkinin sonucu olarak algılamıştı. İsrail, bu itirazlarını resmi açıklamaların yanı sıra iki ülke arasında açık kalan bir iki diplomasi ve istihbarat kanalıyla ve Amerikalı, Avrupalı arabulucular vasıtasıyla iletmişti.
İsrail’in üst düzey diplomasi ve savunma kaynakları son haftalarda bana Aruri’nin tekrar Türkiye’ye döndüğünü ve buradaki faaliyetlerine yeniden başladığını söylediler. İsrail bundan tamamen Ankara’yı sorumlu tutuyor. İsminin açıklanmaması kaydıyla Al-Monitor’a konuşan kıdemli Türk diplomatik kaynakları ise bu iddiaları kesin bir dille reddetti. Türklere göre “Aruri Türkiye’yi terk etti ve geri gelmedi. İsrail’in iddiaları asılsız.” Ayrıca Ankara açısından Aruri’yi Türkiye’den uzak tutma kararlılığı iki devlet arasında normalleşme sürecinin ilerletilmesi amacıyla İsrail’e yapılan bir dizi iyi niyet jestinden biri.
Başbakan Benjamin Netanyahu tarafından İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı’na atanan Dore Gold’un ilk görevlerden biri İsrail ve Türkiye arasındaki normalleşme sürecini ilerletmekti. Bu süreç, Dışişleri Bakanı olarak da görev yapan Netanyahu’nun Mavi Marmara baskınının kurbanlarına ödenecek tazminatlara ilişkin anlaşmayı askıya almasıyla çıkmaza girmişti. Netanyahu Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini ve İsrail devletini hedef alan çıkışlarına son vereceğine dair güvence vermesini istemişti.
Gold bu amaçla Türk hükümetinin İsrail konusundaki kilit ismi Feridun Sinirlioğlu ile bir görüşme ayarladı. İkili hem tanışmak hem de diplomatik ilişkilerin önündeki engelleri aşmanın yollarını konuşmak için 22 Haziran’da Roma’da buluştu. Görüşmeden umutlu dönen Gold bu havayı Netanyahu’ya da aktardı. İyimserlik havası Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun sırdaşı ve eski İsrail Büyükelçisi olan Sinirlioğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla adeta coşkuya dönüştü. İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu’nun davetiyle Kudüs’e giden Türk gazetecileri 1 Eylül’de kabul eden Gold yeni dostuna övgüler yağdırdı.
Aynı tarihlerle, yani yaklaşık bir ay önce, yarı resmi bir Türk ekonomi heyeti de İsrail’i, Filistin Yönetimi’ne bağlı bölgeleri ve Gazze’yi ziyaret etti. Heyetin amacı İsrail hükümetinin Filistin bölgelerindeki faaliyetlerinden sorumlu koordinatörün iş birliğiyle Cenin’de bir sanayi bölgesinin kurulmasını öngören uluslararası projeyi yeniden canlandırmaktı.
Ziyaretin hedefinde bu girişimin ilerletilmesi ve muhtelif endüstrilerde İsrail’in himayesinde, Türk sermayesiyle binlerce Filistinliye iş sağlayacak yaklaşık 130 fabrikanın kurulması vardı. Türk heyetinin mensupları İsrail’in Bölgesel İş Birliği Bakan Yardımcısı ve Likud üyesi Eyüp Kara ile de görüştü. Türkiye ve İsrail’de pek çok kişi bu adımları iki devlet arasındaki ilişkilerin düzeleceğinin işareti olarak yorumladı. İkili ilişkiler İsrail Savunma Kuvvetleri’nin 2010’da Mavi Marmara gemisine yaptığı baskında 10 Türk aktivisti öldürmesi üzerine kopmuştu. Eylül başında konuştuğum diplomatik kaynaklar Erdoğan ve Netanyahu arasındaki derin güvensizliğin aşılabileceği konusunda olumlu bir hava içindeydi. Ancak tüm bu sürecin 1 Kasım’da yapılacak parlamento seçimlerine kadar askıda olacağını da vurguladılar.
Koruyucu Hat Harekâtı sırasında İsrail’i sert çıkışlarla hedef almaya başlayan Erdoğan, son dönemde tonunu gerçekten yumuşatmıştı. Son genel seçim kampanyasında da İsrail’i hedef almaktan kaçındı. Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak bu seçimlere doğrudan katılmadı ama başkanlık sistemi için gereken anayasa değişikliğini sağlama umuduyla kampanyada oldukça faal bir rol oynadı. Adalet ve Kalkınma Partisi seçimlerden birinci parti olarak çıktı ama tarihinde ilk defa meclisteki salt çoğunluğunu kaybetti. Koalisyon ortaklığı da Erdoğan’ın istediği anayasa değişikliğine izin vermiyordu. Erdoğan yenilmişti.
Ancak Erdoğan pes etmiyor. Erken seçim çağrısı yaptıktan sonra yine aynı nakaratlara döndü ve Tapınak Tepesi’nde tırmanan gerginliği İsrail’e yönelik saldırılarını başlatmak için fırsat olarak kullandı. Erdoğan, 14 Eylül’de Hamas Siyasi Büro Şefi Halit Meşal’le görüşmesinin ardından İsrail’in Mescid-i Aksa’da İslam’ın kutsallarına zarar verdiğini söyledi. Bu Meşal’in Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı sarayında ilk ağırlanışı değildi.
Tüm bunları ve Aruri’nin Türkiye’ye dönerek İsrail aleyhindeki faaliyetlerini sürdürdüğü yönündeki bilgileri göz önüne alan kıdemli İsrailli yetkililerin Tapınak Tepesi’ndeki kışkırtmalardan doğrudan Erdoğan’ı sorumlu tuttuğu bildiriliyor. Türkiye’yle uzlaşma bir kez daha rafa kalkmış durumda.
Öte yandan gerginliklere rağmen ikili ilişkilerin onarılmasının hem Erdoğan’ın hem de Netanyahu’nun menfaatine olduğu açık. İki taraf da İsrail’in Akdeniz’deki doğal gaz kaynaklarını değerlendirmenin en iyi yolunun gazı Türkiye’ye satmak ve bu amaçla denizaltından bir boru hattı geçirmek olduğunu biliyor.
Ancak her şeyden önce Erdoğan’ın 1 Kasım seçimlerinde anayasayı değiştirip başkanlık sistemini getirmesine imkân sağlayacak kesin bir zafere ihtiyacı var. Bu nedenle her yolu deniyor. Kürtlerle olan barış sürecini keserek yeniden savaş başlattı, İslam Devleti karşıtı koalisyona katıldı ve geçen hafta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın iktidarda kalmasında bir sakınca olmadığını ima ederek herkesi şaşırttı.
Erdoğan, İsrail’le ilişkileri düzeltmenin siyasi hedeflerine yarayacağını düşünseydi şüphesiz bunun da gereğini yapardı. Bu nedenle İsrail ve Türkiye arasında yaşanacak gelişmeler Erdoğan’ın kasım seçimlerinden ne denli güçlü çıkacağına bağlı.