ABD’nin Rusya’nın İran’a füze satışlarından kaygı duyduğu biliniyor. Washington’a göre bu silahlar “İran’ın hava savunmasını fazlasıyla güçlendirecek.” Ancak Rusya daha da ileriye giderek ABD’nin bir numaralı bölgesel müttefiki Suudi Arabistan’a da silah satmayı düşünüyor. Bu ihtimal, Rusya’nın bölgesel güvenlikte nasıl bir rol oynamak istediği ve silah satışlarıyla dış politikasında neyi hedeflediği sorularını gündeme getiriyor.
Sovyetler dönemi de dâhil Rusya hep dünyanın en büyük silah ihracatçıları arasında yer aldı. Bugün silah üretimi, imalat sanayinin diğer tüm alanları gibi yaptırım darbesi yiyen Rus ekonomisi için büyük önem taşıyor. Sektör, hava savunma devi Almaz-Antey de dâhil 20 şirketten oluşuyor. Sektörün toplam cirosu 2009 itibarıyla 12 milyar 250 milyon dolar düzeyindeydi. Yaklaşık üç milyon kişinin çalıştığı sektör imalat sanayindeki toplam istihdamın yüzde 20’sini sağlıyor.
Sektör kritik günlerden geçerken Devlet Başkanı Vladimir Putin, üretimin sadece ihracat odaklı olmayacağını, milli savunmaya da hizmet ederek Rus ekonomisi için itici bir güç ve ulusal gurur simgesi olacağı konusunda güvence vermişti. Bunun neticesinde milli savunma siparişleri 2007’de 302,7 milyar rubleye ya da o dönemin kurlarıyla 12 milyar 350 milyon dolara zıplamıştı. 2002’de bu rakam 62 milyar ruble ya da dönemin kurlarıyla 1,9 milyar dolar seviyesindeydi.
Buna rağmen ihracat sektörün asli bir unsuru olmaya devam etti ve Rus devleti için her şeyden önce önemli bir siyasi araç oldu. 2009’da gelişmekte olan ülkelerle imzalanan yeni sözleşmelerin maddi değeri bakımından Rusya ABD’nin ardından ikinci oldu. 2008’de 5,4 milyar dolar seviyesinde olan bu rakam 2009’da ikiye katlanarak 10,4 milyar dolara çıktı. Savunma alanındaki ihracat ve ithalatta Rusya’nın tek aracı kurumu olan Rosoboronexport bu rakamları 2008 için 9,4 milyar dolar, 2009 için de 15 milyar dolar olarak açıklamıştı.
Hangi rakamlar doğru olursa olsun iki sonuç değişmiyor. Birincisi gelinen seviye Rusya’nın Sovyetler sonrası askeri tarihinde bir rekor teşkil ediyor. İkincisi 2010’ların ikinci yarısında kimi dış etkenlerle de olsa üretimde herhangi bir yavaşlamanın olmadığı görülüyor.
2006’dan 2009’da kadar Orta Doğu bölgesi Rusya için en büyük silah pazarı oldu. Rus üreticiler bu dönemde 50 süpersonik savaş uçağı, 270 tank ve kundağı motorlu top, 20 anti balistik füze, 10 helikopter, 10 karadan karaya füze ve 150’yi aşkın zırhlı aracın satışını yaptı. Bu dönemdeki en tartışmalı ve çelişkili bilgiler karadan havaya füze satışlarıyla ilgiliydi. Sayı 5 bin 500 civarlarında değişiyordu.
2010’lu yılların başında Rusya’nın dünya silah ihracatındaki payı yüzde 24’e ulaştı. Pazardaki varlığını yaymaya çalışan Rusya, küresel trendi takip ederek Güneydoğu Asya’ya açıldı. Rus yönetimine yakın kaynaklara göre 2012’de silah endüstrisinin en büyük beş müşterisinden üçü bu bölgedeydi. Satışların yüzde 40’ı Hindistan’a, yüzde 10’u Vietnam’a, yüzde 5’i de Çin’e yapıldı. Öte yandan Orta Doğu ülkelerinin dünya silah ve mühimmat alımlarındaki payı yaklaşık yüzde 6 civarındaydı. Ancak yüksek çatışma potansiyeli ve Arap Baharı’nın hızla değişen dinamikleri nedeniyle bölge -- kulağa oldukça müstehzi gelse de -- umut vadeden bir pazar görünümüneydi. Ayrıca Güneydoğu Asya’da talep geçici olarak düşmüştü ve Orta Doğu iyi bir ikame olarak görülüyordu.
Kimi gözlemciler ise haklı sebeplerle Rus silahlarının Orta Doğu pazarında fazla mesafe alamayacağını savunuyordu. Gerçekten de Arap isyanlarının ilk evresi Rus silah ihracatı bakımından fazla bir değişiklik yaratmadı. Bunun tek ciddi istisnası Suriye oldu. 2007-2011 döneminde Suriye’nin askeri alımları yüzde 600 gibi devasa bir oranda arttı ve ülkenin başlıca tedarikçisi tabii ki Rusya oldu.
Bu arada ABD’nin askeri satışlardaki payı bir nebze geriledi ve Washington’un Mısır başta olmak üzere bazı bölgesel müttefiklerle arası açıldı. Ruslar oluşan boşlukları fırsat olarak gördü. Kasım 2013’ten itibaren Rusya ile Mısır arasındaki sıkı askeri iş birliği canlandı. Bunu mümkün kılan, Rus silahlarını ABD silahlarına kritik bir ikame ve rejimin bekası için güvence olarak gören Mısır yönetimiydi.
Siyasi bağları silah işinden ayrı tutan, bu bağlamda bir nevi ters örnek oluşturan ülke ise Cezayir. Rus silahlarının en büyük alıcılarından biri olan Cezayir Rusya’nın toplam ihracatından yüzde 14’lük bir pay alıyor. Buna karşın iki ülkenin siyasi gündemi oldukça mütevazı. Cezayir yönetimi büyük silah sözleşmelerini ticaret ve güvenlik çerçevesinde tutmak için elinden geleni yapıyor ve alımlara mümkün olduğunca siyaset dışı bir görünüm veriyor.
Rusya daha önce görülmemiş bir adım atarak Bahreyn’e silah satma kararı almış ve ABD’nin Körfez’deki çıkarlarına tecavüz ettiği kuşkusunu uyandırmıştı. Ancak geçtiğimiz günlerde bomba etkisi yaratan bir başka haber geldi: Rusya Suudi Arabistan’a da silah satmayı düşünüyordu. Bu düşüncenin Putin’le Suudi İkinci Veliaht Prensi ve Savunma Bakanı Muhammed Bin Salman’ın hazirandaki görüşmesinden sonra gündeme geldiği bildiriliyor. Konu Rusya’da bitmiş iş muamelesi görürken Batı’da gerçekleşmesi son derece düşük bir ihtimal olarak görülüyor. Zira şu an dünyanın en büyük silah ithalatçısı olan Suudi Arabistan, silahlarının yüzde 40’ını tedarik eden ABD’ye bu yoldan mesaj vermek istemişti.
Öte yandan bu konu birkaç yıldır üst düzeyde neredeyse hiç görüşmeyen Moskova ve Riyad arasında yakınlaşma vesilesi olabilir. Daha da önemlisi Kremlin İran ve Suudi Arabistan’la olan ilişkilerinde denge gözetmeye dikkat ediyor. Bu bağlamda Suudilerin İskender-E taktik balistik füze sistemine gösterdiği söylenen ilgi ile İran’a verilmesi beklenen uzun menzilli karadan havaya S-300 füze sistemleri iki ayrı ticari konu olmakla birlikte kuşkusuz ki Moskova tarafından bölgedeki karmaşık güvenlik denkleminin bir parçası olarak ele alınıyor.
Bu bağlamda Rus silah satışları bölgesel güvenlik sorunlarının özünde yer almasa da Orta Doğu’da hızla kızışan silahlanma yarışının bir parçası. Rusya 2020’ye kadar silah ihracatını 50 milyar dolar artırmak istiyor. Bu oldukça iddialı bir hedef ve ancak çok özel koşulların yerine gelmesiyle gerçekleşebilir. Burada oldukça cazip bir ekonomik kazanç ve genelde anlaşılabilir siyasi güdüler söz konusuyken sektörün sıklıkla maruz kaldığı itibar maliyeti, Moskova’nın yeni Orta Doğu stratejisini şekillendirirken ödemek istemeyeceği bir bedel.