Devrim Muhafızları’ndan İran müzakere heyetine övgü
İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney 9 Nisan’daki açıklamasında şu ifadeyi kullandı: “Karşı taraf, (nükleer) müzakerelerdeki muğlaklığını giderirse bu onlarla başka konularda da müzakere edebileceğimizi gösteren bir tecrübe olur.”
Ali Hashem’e göre “Bu sözlerin bizzat Hamaney’den gelmiş olması çok önemlidir ki bu, nükleer çerçeveden çıkan en önemli mesaj olabilir.”
Nükleer görüşmelerin İran’la başka bölgesel konularda da diyalog açılımı sağlayabileceği bu sütunda sürekli olarak dile getirildi.
Medya Hamaney’in konuşmasından daha çok yaptırımların “anlaşmaya varıldığı gün” kaldırılması gerektiği ve İran’daki askeri tesislerin denetçilere açılmayacağı yönündeki sözlerine odaklandı. Hamaney, genel olarak nükleer müzakerelerin sonucuna dair renk vermedi ama müzakere heyetinden övgüyle bahsetti. Arash Karami’nin aktardığı gibi Devrim Muhafızları Komutanı Ali Caferi de 7 Nisan’daki konuşmasında benzer şekilde İranlı müzakerecileri övdü.
Hamaney’in sert sözleri sürpriz sayılmaz. Zira önümüzde zorlu müzakerelerle geçecek en az iki ay daha var. Kaldı ki çerçeve anlaşma da nihayetinde sadece bir “çerçeve” ve ABD’li bazı Cumhuriyetçi Kongre üyeleri de anlaşmayı rayından çıkarma tehditleri savuruyor.
Görüşmeleri Lozan’da izleyen Laura Rozen’in bildirdiğine göre İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ABD tarafından açıklanacak ‘bilgi notu’nun İran kamuoyunun anlaşmayı algılama şeklini olumsuz etkileyebileceği konusunda ABD heyetini uyardı. Rozen şunları aktardı: “Anlaşıldığı kadarıyla Zarif-Kerry görüşmelerinin son gecesinde Zarif için en sıkıntılı konulardan biri, ABD’nin çerçeve anlaşmaya ilişkin açıklamakta ısrar ettiği bilgi notu oldu. ABD, şekillenen anlaşmaya Washington’da destek bulabilmek ve Kongre’deki şahinlerin anlaşmayı öldürmesini engellemek için bu bilgileri açıklamak zoruna olduğu konusunda ısrarlıydı. Lozan görüşmelerinde kötü bir soğuk algınlığı geçirirken üstüne bir de uykusuz kalan Zarif, ABD tarafından açıklanacak bilgilerin çerçeve anlaşmayı İran kamuoyuna kabul ettirme açısından son derece olumsuz etki yaratacağı konusunda epey sitem etti.”
Yemen’deki El Kaide şubesi “serpiliyor”
Yemen savaşını konu alan Bruce Riedel şöyle yazıyor: “Can düşmanları Suudi Arabistan ve Zeydi Husi isyancılar muhtemelen uzatmalı bir savaşa girişmişken AYEK (Arap Yarımadası’ndaki El Kaide) doğu Yemen’de serpiliyor. Örgütün üzerindeki baskı, kurulduğu 2009 yılından bu yana hiç olmadığı kadar azalmış durumda.”
Yemen’den bildiren Farea al-Muslimi ise şunları aktarıyor: “Yemen halkı, hava saldırılarına destek verenler ve karşı çıkanlar olarak ikiye bölünmüş durumda. Yemenlilerin çoğu, Husilerin yaptıklarıyla Yemen için sorun ürettiği konusunda hemfikir olabilir. Ama bu meselenin çözümü için en iyi yolun dış müdahale olup olmadığı konusunda farklı düşünüyor.”
Yemenli aşiretler arasında sınırlı desteğe ve genel olarak sönük bir halk desteğine sahip olan Cumhurbaşkanı Abid Rabbo Mansur’a arka çıkmak amacıyla Suudi önderliğinde gerçekleştirilen hava harekâtı, yabancı kara birlikleri, bilhassa da Mısırlı askerler devreye girecek olursa halkı çok geçmeden karşısına alır.
6 Nisan’da Enas Hamed’e konuşan Mısır’ın Yemen Büyükelçisi Yusuf El Şarkavi, Mısır askerlerinin Yemen toparlaklarında kullanılmasının ihtimal dışı olmadığına işaret etti: “Yemen’de kara harekâtı kararını verecek kişi ben değilim. Bu konu ülkenin tepe yönetiminin değerlendirmesine ve Mısır’ın ulusal güvenlik mülahazalarına bağlı. Ulusal güvenlik neyi gerektiriyorsa Mısır onu yapacak.”
Yemen’deki kaostan daha şimdiden yarar sağlayan AYEK, ülkenin güneyindeki bir hapishaneye baskın düzenledi ve birçok El Kaide militanını serbest bıraktı.
AYEK’in Yemen’deki hareket serbestisi, Umman gibi komşu ülkeleri de istikrarsızlaştırmakla tehdit ediyor. Al-Monitor’un ekim 2014’te aktardığı gibi Umman Sultanı Kabus Bin Said’in sağlığına dair kaygılar tahtın verasetine ilişkin spekülasyonlara yol açmış durumda. Riedel de bu konuda şöyle yazıyor: “El Kaide için bir başka hedef de doğu Yemen’le uzun bir sınırı olan Umman olabilir. Umman, yakın gelecekte Dhofari sınırında kaotik, kanunsuz bir terör emirliğinin ortaya çıkması riskiyle karşı karşıya.”
Suudi askeri müdahalesinin Yemen’in çöküşünü hızlandırma etkisine bakılırsa bir diğer seçenek diplomasi olabilir. 7 Nisan’da Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan’la Tahran’da ortak basın toplantısı düzenleyen İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani dört aşamalı bir barış planı önerdi ve Karami’nin de bildirdiği gibi Yemen konusunda görüşmelerde bulunmak üzere İranlı diplomatları Orta Doğu ülkelerine gönderdi.
Suudi-İran husumetinin derinliği en azından şimdilik müzakere ihtimalini zorlaştırabilir. Nitekim Ruhani’nin açıklamalarından iki gün sonra Suudi Arabistan’ın Yemen’deki harekâtına çıkışan Hamaney şöyle konuştu: “Tüm ihtilaflara rağmen Suudiler daha önce bize yönelik itidal gösteriyordu. Ancak şimdi deneyimsiz gençler iktidara geldi ve itidalin yerini barbarlık aldı. Yemen’de suç işlemekten kaçınmaları konusunda kendilerini uyarıyorum. Bu meselede ABD de başarısızlığa uğrayacak ve kaybedecek.”
Türkiye’den çerçeve anlaşmaya destek
Semih İdiz, Erdoğan’ın geçtiğimiz haftaki İran ziyaretinde alışılmadık bir itidal ve pragmatizm sergilediğine dikkat çekiyor. İdiz şöyle yazıyor: “Erdoğan görüşmede ele alınan bölgesel gelişmelere değinirken uzlaşmacı bir ton tercih etti. İki tarafın bölgesel gerilimleri aşmak ve terörizmle mücadelede müşterek olarak atabileceği adımlar üzerinde durduklarını söyleyen Erdoğan, Ruhani’ye sıcak konukseverliğinden dolayı teşekkür de etti. Erdoğan’ın İran’a yönelik önceki çıkışıyla taban tabana zıt olan bu üslubu hem uzmanların hem de diplomatların kafasını karıştırarak Türkiye’nin mevcut dış politikasındaki karmaşanın bir diğer göstergesi olarak yorumlandı.”
Erdoğan Tahran ziyaretinden önce 27 Mart’ta France 24 televizyonuna verdiği mülakatta Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın Yemen’deki müdahalesini desteklediğini söylemiş ve “İran ve terörist gruplar (Yemen’den) çekilmeli.” demişti.
Cengiz Çandar’a göre Erdoğan’ın itidali zoraki bir gerçekçiliğin yansıması olabilir. Zira İran’la Batı arasındaki nükleer görüşmelerin başarıya ulaşması öyle ya da böyle Ankara-Tahran ilişkilerinde bir dönüm noktası olacak. Çandar şöyle yazıyor: “Nükleer müzakerelerde bir çerçeve anlaşmaya varılmış olması Türkiye’nin -- yani Erdoğan’ın -- İran’a karşı tavrında oyunun kurallarını değiştiren bir gelişme olabilir. Bu anlaşma, Türkiye’ye İran’ın uluslararası tecritten kurtulacağı, bölgesel ve uluslararası meselelerde yeni bir ağırlık kazanacağı sinyalini gönderiyor. Suriye başta olmak üzere Orta Doğu meselelerinde Batılı müttefikleriyle sorunlar yaşayan Türkiye bir de İran’la kavga etme lüksüne sahip değil.”
Çandar’a göre NATO üyesi olan Türkiye, dünyaya açılan bir İran’dan en çok fayda sağlayacak Sünni güç konumunda: “Belirtmek gerekir ki Türkiye, İran’ın nükleer kapasitesi konusunda Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez devletleri kadar kaygılı değildi. Türkiye NATO üyesi olarak İran’a karşı ne İsrail’in ne de Arap ülkelerinin sahip olduğu belli bir savunma güvencesine sahip. Körfez devletleri de Sünni’dir ama Türkiye’nin jeopolitik koşulları onlarınkinden farklıdır. İran’la ilişkiler söz konusu olunca Türkiye, tarih ve coğrafyasından ileri gelen, diğer bölgesel ülkelerin sahip olmadığı belli bir özgüvene sahip.”
Fas’ın Clinton Vakfı’na bağışı tepki topladı
12 Nisan’da Başkanlık için Demokrat Parti’den aday adaylığını açıklaması beklenen dışişleri eski bakanı Hillary Clinton’un kabul ettiği dış bağışlar tartışmalara neden oluyor. Julian Pecquet bu konuda şunları aktarıyor: “Clinton (…) Clinton Vakfı’na gelen dış katkılar nedeniyle eleştiri oklarının hedefinde. En son, Fas hükümetine ait devasa bir gübre şirketi olan OCP’den gelen 1 milyon dolarlık bağış gündemde. Konuya ilişkin ilk haberlerde yer almayan bir bilgi var: Office Chérifien des Phosphates (OCP) Batı Sahra’daki mineral kaynaklarının işletilmesinde önemli bir oyuncu. İhtilaflı bir bölge olan ve Afrika’nın ‘son sömürgesi’ olarak bilenen Batı Sahra, sömürgeci güç İspanya’nın 1970’lerde bölgeden çekilmesinin ardından Fas’ın kontrolüne geçmişti. Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi Üyesi Joe Pitts, ‘Kanlı elmasları duymuşsunuzdur ama OCP’nin de birçok bakımdan kanlı fosfat sattığı söylenebilir. Fas, Batı Sahra’yı doğal kaynaklarını sömürmek için sahiplenmişti, adı geçen şirket de bu işlerde yer alan başlıca şirketlerden biri.’ şeklinde konuştu.”
Lobicilik bölümü güncellendi
Al-Monitor, Orta Doğu hükümetlerinin ABD’deki lobicilik faaliyetlerini izleyen yazı dizisine bu hafta yeni bilgiler ekledi. Bunların içinde Suudi Arabistan’ın dijital danışmanlık hamlesi ve başka bir dizi güncelleme yer alıyor.