İranlı kadınlar 1979 Devrimi’nin öncesinde de sonrasında da ayrımcı yasaların mağduru oldu. Bu yasalara başlıca gerekçe olarak düzenlemelerin şeriata dayandığı ve dolayısıyla itiraza açık olmadığı savı öne sürülüyor. İranlı kadınlar da yıllardır şeriatın aslında kadınlara karşı ayrımcı olmadığını kanıtlamaya uğraşıyorlar. Kadınları eşit haklardan mahrum eden asıl unsurun İslam hukukuna sirayet eden ataerkil anlayış ve gelenekler olduğunu savunarak ayrımcı uygulamalara itiraz ediyorlar.
Kadınlar, geleneklerin yanı sıra şeriat ilkeleri ve Müslüman toplumun anlayışları arasındaki uyumsuzluğu eşitsizliğin kökeninde yatan neden olarak görüyor. Buna göre kadın haklarını kısıtlayan dini hükümler, esnek olan İslam hukuk anlayışının dar yorumundan kaynaklanıyor. Reformcu âlimleri işin içine katarak alternatif şeriat yorumlarına başvurma yöntemi, ayrımcı yasaların kökenine dair farkındalık yaratmakta oldukça etkili oluyor.
Burada önemli bir soru ortaya çıkıyor: İslam dünyasındaki kadınlar mevcut yasal durumlarını iyileştirmek için İslam’a mı bel bağlamalı?
İran nüfusunun yüzde 90’dan fazlası Müslüman. Demografik gerçekler böyle olunca cinsiyetçi yasalara itiraz ederken dini söylem kullanmak da esas oluyor. Örneğin Kuran “karşılıklı boşanma” imkânı tanıyor ve boşanan eşlerin hakları arasında bir denge kuruyor. Bu ilke boşanan erkek ve kadının farklı muamele görmesine karşı kullanılmalıdır.
2008’de avukatlık yaptığım bir davada müvekkilim kocasından nefret ettiği ve bunun hem kendisine hem ailesine zarar verdiği, kendisini olumsuz bir duruma soktuğu gerekçesiyle boşanmak istiyordu. Mahkemede Medeni Kanun’un yanı sıra cefayı önleme bakımından dinen kabul gören “zararın reddi” hükmünü de dile getirdim. Ayrıca “karşılıklı boşanma” imkânı tanıyan Kuran’a atıfta bulundum ve Şehit Sani, Mirzai Kumi, Yusuf Saney gibi İslam hukukçularının görüşlerine değindim. Bunlara dayanarak yargıçtan Kuran’ı gözeterek Medeni Kanun’u uygulamasını ve müvekkilimi boşamasını talep ettim.
Uzun duruşmaların ardından yargıç evliliğin sürmesi hâlinde kadının zarar göreceğine hükmederek çifti boşadı. Buna benzer birçok dava yetersiz delil gerekçesiyle aile mahkemeleri tarafından reddedilse de bu emsal boşanma davalarında kadın ve erkeğin farklı muamele görmesine karşı kullanılmalı.
İslam’ın kadına mirastan pay alma hakkı verdiği çağda böylesi bir sistem hiçbir şekilde yoktu ve bu, Arap toplumunu muazzam şekilde değiştirdi. İran toplumunda kadının toplumsal konumuna ilişkin ölçütler hızla değişiyor. Örneğin kadınlar ve kızlar arasında okuma-yazma ve ilkokula gitme oranları sırasıyla yaklaşık %99 ve %100 olarak tahmin ediliyor. Orta ve yükseköğrenimde ise cinsiyet farkı neredeyse yok.
Kadın hakları söyleminin İslam’da yeri var. Bu söylem, dine aykırılık gerekçesiyle kadın haklarını reddeden aşırı görüşlü Müslümanlara meydan okuyor ve İslam hukukuna dayandıklarını iddia eden yönetim ve hukuk sistemlerine mesaj veriyor.
Öte yandan İslami söylem, dini inancını insan hakları, eşitlik ve onura olan inancıyla bağdaştırmak isteyen sıradan insanlar için önemli. Bu insanlar inançlarından vazgeçmeden insan hakları ilkelerine sahip çıkabiliyor. Dolayısıyla benzer fikirde olan insanları birleştirip geniş kapsamlı bir hareket oluşturabilmek için İslam’la insan haklarının birbirini dışlamadığını, İslam’ın insan haklarını desteklediğini anlatabilmek önemli.
Bu, kenarda köşede kalmış bir söylem değil. Birçok dini önder ve ayetullah mevcut ayrımcı yasaların değiştirilmesi yönünde fetvalar vermiştir. Kum İlahiyat Okulu Araştırmacılar ve Âlimler Örgütü Genel Sekreteri Ayetullah Musavi Tebrizi, kadınlara karşı ayrımcılık içeren yasaların iyileştirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Tebrizi 2007’de şöyle demiştir: “Kadının konumuna dair, hatta erkeğin konumuna dair birçok yasamız günün gereklilikleri doğrultusunda ıslah edilmeli, vatandaşın ihtiyacını karşılar hâle gelmeli. Fiziksel zarar cezası, miras, çocuğun velayeti, boşanma gibi kadını ilgilendiren yasalar (…) değiştirilebilir. Bu tip reform ve değişiklikler şeriata hiçbir şekilde aykırı olmaz.”
Ocak 2008’de ise İsfahanlı tanınmış din âlimi Büyük Ayetullah Mazaheri, evlilik dışı hamile kalan kadınlar için kürtajı caiz kılan bir fetva yayımladı.
Saney ise şubat 2008’de verdiği fetvada kadınların ölen kocalarına ait arazilerin mirasçısı olabileceğini söyledi. Fetva “Bir erkek öldüğünde mirasçı olarak bir tek eşi varsa mirasın ne kadarı eşe verilir?” sorusuna yanıt olarak verildi. Saney, bu durumda tüm mirasın eşe ait olacağını belirtti. Bu açıkça Kuran’a dayanan bir hükümdü. Zira Kuran, ebeveyn veya en yakın akrabalardan geriye ne kaldıysa – küçük veya büyük – kadının da erkeğin de bundan belirli bir pay alacağını söyler.
Tanınmış din adamlarının desteği İran’da kadın hakları savunucuları için önemli bir kazanım oldu. Bu destek sayesinde onların faaliyetlerini “İslam dışı” olarak gören hükümete yanıt vermiş oldular.
Kimi din âlimleri ise İran’da kadın hareketinin taleplerinin hiçbir şekilde İslami ilkelere aykırı olmadığını açıkça söylüyor ve eskimiş yasaların kadının günümüzdeki konumuna göre değiştirilmesini savunuyor. Örneğin Kum İlahiyat Okulu Araştırmacılar ve Âlimler Örgütü Merkez Kurul Üyesi Ayetullah Fazıl Meybodi 2007’de şöyle konuştu: “Medeni ve ceza kanunlarına ilişkin ilkelerde de (…) geleneksel fıkıhla alakalı ilkelerde de reform yapılabilir. 13 yüzyıl önce çok eşlilik yaygın olmuş olabilir, kızların dokuz yaşında evlendirilmesi tavsiye edilmiş olabilir ama günümüzün ve çağımızın adalet ilkeleri ve mevcut toplumsal koşullar dikkate alındığında söz konusu uygulamaların artık kabul edilir olmadığını teslim etmek gerekir.”
Bu tip dini hükümler, siyasal sitsem üzerinde değişim yönünde baskı oluşturuyor. 2009’da örneğin İran parlamentosu kadınlara ölen eşlerine ait arazilerin mirasçısı olma hakkı veren yasayı onayladı.
Kadın hakları savunucusu ve Nobel Barış Ödülü sahibi Şirin Ebadi de 2004’te verdiği bir mülakatta şu ifadeyi kullandı: “İranlı kadınların sorunları İslam’dan kaynaklanmıyor. Bu sorunlar, İran kültüründe kök salan ve nesilden nesle aktarılan ataerkil uygulamalardan ileri geliyor.” Ebadi, ataerkil uygulamaların canlı kalmasında kadınların da önemli rol oynadığını belirtti.
Küçük zaferlere rağmen kadın hakları bir İslam Cumhuriyeti’nin yasal ve siyasal sistemi içinde kolayca veya kısa sürede değişemez. 1997-2001 arasındaki reformcu dönem de bu anlamda ders oldu. Kadın hakları savunucuları ve reformcu siyasetçiler, dünyada kadınların haklarını ve eşitliğini güvenceye alan başlıca sözleşme olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ne İran’ın katılması için çok uğraştı ama başaramadı.
Siyasi çekişmelerden ileri gelen siyasi irade eksikliği de İran hukuk sisteminde kadın hakları reformlarını engelliyor. Yine de hükümetin şeriat yorumuna dayanan ayrımcı yasalara karşı tanınmış âlimlerin desteğiyle şeriat temelli bir stratejinin izlenmesi halkın desteğini sağlama bakımından etkili bir yol oldu. Kuşkusuz bu bir gecede çözülecek bir konu değildir, istikrarlı ve sistematik bir yaklaşım gerektirir.