Kasımın ilk haftasında yaşanan gelişmeler, Kudüs’te olup bitenlerin münferit olaylar olduğunu, olağanüstü bir duruma işaret etmediğini savunan son kuşkucuları da susturdu. Bu tartışma artık kapandı. Kudüs’te bir şeylerin olduğunu hemen hemen herkes idrak ediyor. Buna Üçüncü İntifada da denebilir. Ancak olayların niteliği ve gelişimi ilk iki İntifada’dan farklı.
Ayrıca hatırlamakta fayda var ki ilk iki İntifada da birbirinden tamamıyla farklıydı. Geniş bir halk ayaklanması olan Birinci İntifada’da genelde taş, ateşe verilmiş lastik, sapan ve bazen de bıçak gibi silahlar kullanıldı. Kanlı bir cehennem olan ikincisinde ise onlarca, belki de yüzlerce intihar eylemcisi masum sivillerin arasında kendini patlattı ve bu gidişat 2002 Savunma Kalkanı Harekâtı sayesinde durduruldu. Bugünlerde tanıklık ettiğimiz olaylar gerçekten de üçüncü bir İntifada’nın başlangıcıysa eğer onun da farklı bir şekilde gelişmesi şaşırtıcı olmaz. Olaylara bugüne dek damgasını vuran unsurlar: güvenlik güçlerine karşı kullanılan havai fişekler ve yayaların üzerine araç sürülmesi suretiyle gerçekleşen saldırılar.
Doğu Kudüs’teki yangının yakın gelecekte sönmesi olası değil. Olaylar kontrolden çıkabilir ve Sina Yarımadası’ndan Lübnan’a, Suriye’den Irak ve hatta Afganistan’a kadar bölgedeki diğer hassas noktaları etkileyebilir. En büyük korku ise sınırları ve ulusları aşan bir din savaşının çıkması. Bugün kapışan taraflar (radikal) İslam ve (radikal) Yahudiler. İki tarafta da bir avuç insandan söz ediyoruz. Sessiz çoğunluk aslında huzur istiyor. Ancak sorun şu ki bu az sayıdaki radikaller, gündemi belirliyor ve kamuoyunu peşinden sürüklüyor.
Bu sütunda da birkaç defa söz edildiği gibi şer tohumları, yeryüzünün en kutsal ve en hassas mekânı olan Tapınak Tepesi’nde (Harem-i Şerif) ekildi ve filizlendi. Haziranda Etzion yerleşim bölgesinde üç Yahudi gencin kaçırılıp öldürülmesi, buna misilleme olarak 2 Temmuz’da Muhammed Ebu Haydar ismindeki Arap gencin öldürülmesi ve akabinde başlayan Koruyucu Hat Harekâtı gibi tetikleyici olaylar ve çeşitli talihsiz koşullar bu durumun oluşmasını kolaylaştırdı. Denkleme Tapınak Tepesi girmemiş olsaydı tüm bu olaylar, büyümeden kendi mecralarında dondurulabilir ve münferit, geçici olaylar olarak kalabilirdi.
5 Kasım’da Kudüs’te yayalara yönelik yeni bir araç saldırısı düzenlendi. Tren istasyonundaki 22 Ekim saldırısında olduğu gibi bu defa da gözünü nefret bürümüş, tahriklerle beyni yıkanmış Doğu Kudüslü bir Arap sürücü aracını yayaların üzerine sürdü ve Dürzi kökenli bir sınır polisini öldürdü. Sonra aracından inip elindeki levyeyle etrafa saldırmaya devam etti ve neticede vurularak öldürüldü.
Bu arada Doğu Kudüs mahallelerinde de her zamanki huzursuzluk devam ediyor. Yangın bombaları, havai fişekler ve taşlar atılıyor, kundaklama ve vandallık olayları yaşanıyor. Her gece Tapınak Tepesi’nde toplanan yüzlerce kendinden menkul “İslam muhafızı” genç ertesi günkü olayları planlıyor. İsrail emniyeti, varlığını gösterip güç kullanarak düzeni sağlayacağı düşüncesiyle Kudüs’te binlerce polis memuru ile sınır polisi birliklerini görevlendirdi. Ancak henüz bir sonuç alınabilmiş değil. Polis kaynakları dün itibarıyla durumun bir tek güç kullanarak yatıştırılamayacağını kabul etti. Durum fraklı bir çözüm gerektiriyor.
Al-Monitor’un 6 Kasım’da görüştüğü Kudüs’teki bir İsrail savunma yetkilisi, şu değerlendirmede bulundu: “Mesele şu an güç kullanarak çözülemez. İsrail uzun yıllardır Doğu Kudüs’ü ihmal ediyor. Son yıllarda güvenlik güçlerimizin Filistin mahallelerindeki varlığı sıfıra yakın oldu. Caydırıcılığımızı kaybettik. Orada devletin ne sembolleri ne varlığı söz konusu. Dolayısıyla onlar da bir nevi mahalle özerkliğine, kanunsuzluğa alıştı. Şimdi bir de iki tarafın radikalleri Tapınak Tepesi için savaşmaya kalkışınca her şey patlama noktasına geliyor ve iş çığırından çıkıyor. Güçlü bir İsrail yönetimi, radikal Yahudilerin Tapınak Tepesi’nde statükoyu değiştirme teşebbüslerini durdururdu. Aklıselim bir İslami önderlik de Yahudilerin Tapınak Tepesi’ni Müslümanlardan gasp etmeyi planladığına inanan radikal İslamcıları yatıştırırdı. Ancak hâlihazırda böyle liderler yok.”
Öte yandan, Ürdün bu hafta Tel Aviv’deki büyükelçisini istişareler için geri çağırdı. Ürdün Kralı Abdullah, son derece zor durumda. Savunma alanındaki Ürdün-İsrail ilişkileri, Haşemi Krallığı’nın ayakta kalma stratejisinin ana dayanaklarından birini oluşturuyor. Öte yandan Kral, bir milyon Suriyeli mülteciye ve birçoğu kalabalık mülteci kamplarında yaşayan milyonlarca Filistinliye bakmak zorunda. İslam Devleti’nin kuzeydeki ilerleyişiyle birlikte kralın arka bahçesinde de huzursuzluk baş gösteriyor. Tapınak Tepesi’nde yaşananlar, Müslüman kamuoyunda İsrail’in “Kudüs’ü Yahudileştirme” teşebbüsü olarak algılanıyor. Abdullah’ın düşürmemesi gereken toplar çok fazla. Ancak asıl sorun, bu topların öldürücü olması. Kralın hem kendi halkını sakinleştirmesi hem de İsrail’le stratejik ittifakını koruması gerekiyor. Abdullah şu ana dek bunu başardı. Ancak durum kötüleştiği ölçüde onun da başarı şansı azalacak.
Son iki haftada çıkan bazı haberlere göre Abdullah ve Başbakan Benjamin Netanyahu en az iki gizli görüşme yaptı. Bu haberler, şu ana dek hiçbir resmi kaynak tarafından doğrulanmadı. Başbakanlık, 6 Kasım sabahı Netanyahu ile kral arasında bir telefon görüşmesi gerçekleştiğini aynı gün öğleden sonra teyit etti.
Ürdün, Netanyahu’dan Tapınak Tepesi’ndeki statükoyu değiştirme niyeti olmadığını açıklamasını istiyor. Netanyahu birkaç defa bu konuda elinden geleni yaptı. Mesele şu ki yapıcı bir şey söylemeye çalıştığı zaman bile Orta Doğu’da kimse Netanyahu’ya inanmıyor. Nitekim Başbakan bu açıklamaları yaparken İsrail, Doğu Kudüs’ün farklı bölgelerinde inşaat ihaleleri açmaya devam ederek yangına körükle gidiyor.
Ürdün büyükelçisini geri çağırma kararı, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Ürdünlü mevkidaşı Nasır Cudeh’ın 5 Kasım’da Paris’te yaptığı görüşmede istişare edildi. Bu arada Ürdün, İsrail’le barış anlaşmasının kimi hükümlerini de gözden geçireceğini söyledi. Basitçe söyleyecek olursak bu, anlaşmanın tehlikeye girmesi demek.
Al-Monitor’un bu hafta görüştüğü Kudüs’teki üst düzey bir diplomatik kaynak, bu konudaki kaygıları yatıştırmaya çalışarak şöyle dedi: “İsrail’le Ürdün arasındaki ittifak, şu an olup biten her şeyden daha güçlüdür. Barış anlaşması zedelenirse iki taraf da sadece kaybeder.”
Bu sözler bir yana, İsrail savunma teşkilatı son gelişmelerden oldukça kaygılı. Üst düzey bir askeri yetkili, kimliğinin gizli kalması koşuluyla Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Kralın bizimle ilişkilerinde gerçekten radikal bir adım atmak zorunda kalacak kadar kendini tehdit altında hissetmesi gayet mümkün. Durum şu an hâlâ idare edilebiliyor. Ama işler daha da kötüye giderse ‘Herkes kendini kurtarsın.’ durumu oluşabilir. Böyle durumlarda insanlar uzun vadeli stratejik hesaplar yapmaz, kısa vadede hayatta kalmaya dönük acil adımlar atar."