Iraklı Şiilerin İran tarzı Şiiliğe karşı öteden beri bağışıklıkları vardı, bu konuda kimyalar uyuşmuyordu. Saddam Hüseyin sonrası dönemde Irak’a damgasını vurmak için uğraşan İranlılar hep başarısız oldu. Farklı zihniyet yapıları ve etnik dokular, siyasal İslam’a farklı yaklaşımların yanı sıra iki ulusun ilişkilerine fiilen hâkim olan husumet bunda etkili oldu. Bu, İran’ın Irak’ta nüfuz sahibi olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak İran, Arap komşusundaki Şii dindaşlarının gönlünü ve zihnini fethetmeyi başaramadı.
Irak’ta bazı grupları destekleyen ve finanse eden İran, eski başbakan ve mevcut Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nuri El Maliki’nin ve onun Dava Partisi’nin başlıca müttefiki oldu. Din adamı Mukteda El Sadr da İran’a yakındı ama bu yakınlık onu İran’ın Irak’taki adamı yapacak düzeyde değildi. Sadr, menfaatlerine göre anlaşan veya ayrışan, kendine özgü bir anlayışa sahipti. Aynı şey önde gelen başka Iraklı liderler için de geçerli. Bu nedenle Irak’ta Lübnan’daki Hizbullah’ın bir sureti oluşmadı. Ancak kendinden menkul halife Ebu Bekir El Bağdadi liderliğindeki İslam Devleti (İD), Musul’u ele geçirip Bağdat’ın kuzeyindeki Samarra’da bulunan iki İmam Askeri türbesinin yakınına kadar ilerleyince işler değişti.
Irak’taki gelişmelere vakıf İranlı bir yetkili, bu konuda bana şöyle dedi: “O gün bambaşka bir gündü. Hacı Kasım Süleymani (İran Devrim Muhafızları’ndaki Kudüs Gücü’nün komutanı) ve adamları, İran’ın Irak’ı bir ulus olarak önemsediğini gösterdi. Efsanevi komutanımız bizzat oraya gitti ve onu coşkuyla karşılayan Iraklı gönüllülerle birlikte savaştı. Hacı Kasım ve adamları olmasaydı Daeş (İD) şimdi Ehli Beyt mabetlerini yıkıyor oldurdu. O yüzden bugün bambaşka bir durum söz konusu.”
İran, Irak’taki siyasal ve dinsel nüfuzunu artırmak için kapsamlı gayretler başlattı. İranlılar hiç kuşkusuz ki sahadaydı. Ancak siyasi ve askeri sahnede Seyit Haşim El Haydari adında Iraklı bir din adamı da vardı. Bu isim, İran çizgisine Irak’ta güçlü bir yerel meşruiyet sağlıyordu. Haydari, videolarına da yansıyan hiddetli konuşmaları ve karizmasıyla, İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’le olan güçlü bağlarıyla adeta Lübnan’daki Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın bir kopyası. Haydari, Aşure döneminde de faal şekilde çalıştı. Şiiler için kutsal bir zaman dilimi olan Aşure dönemi, peygamberin torunu İmam Hüseyin’in Emevi ordusu tarafından öldürüldüğü Kerbela Savaşı’nı anar.
Yetkili, Al-Monitor’a açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Bu olanlar, Bosna’da yaşananlara fazlasıyla benziyor. İran, Müslümanları Yugoslavya lideri Slobodan Miloşeviç’e karşı desteklerken ABD sözde destek vermişti. Irak’ta da aynı şey söz konusu. Sahada çarpışan biziz. Bu sayede Iraklı askerler, gönüllülerin ve Peşmerge’nin de yardımıyla bir dizi kenti geri alabildi. ABD ve müttefiklerinin hava saldırıları ise sahada hiçbir sonuç yaratmadı.” Yetkili, İran’ın Irak’ta İD karşıtı mücadeleye sadece askeri uzmanlar ve birkaç yüz iyi eğitimli subayla katıldığını belirtti ve şunu ekledi: “Irak hükümeti talepte bulunursa, savaş alanında takviyeye ihtiyaç duyulursa İran buradaki varlığını artırmaya hazırdır.”
Al-Monitor’un sahadaki bir Iraklı askeri kaynaktan edindiği bilgiye göre Lübnan Hizbullahı’na mensup çok iyi eğitimli onlarca askeri uzman da mücadelenin askeri idaresine yardımcı olmak üzere Irak’a gelmiş bulunuyor. Kaynak şu bilgileri aktardı: “Bu kişiler bizzat savaşmıyor, bu tip mücadelelerde tecrübeli oldukları için taktik açısından yardımcı oluyor. İD savaşçılarının zihniyetini herkesten çok onlar okuyabiliyor.” Hizbullah savaşçılarının en azından şimdilik savaşa fiilen katılma ihtimali olmadığını belirten kaynağa göre “Iraklı savaşçılar, askerler ve gönüllüler bu savaşı kendi başlarına sonuçlandırma gücüne sahip”.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahyan ise ABD önderliğindeki koalisyonun aslında İD’e yardımcı olduğunu öne sürdü. Al-Monitor’a konuşan bakan yardımcısı, Batılı ülkelerin bölgede kendi çıkarlarının peşinde olduğunu belirterek şunları kaydetti: “İran, İD tehdidi konusunda, bu hassas Orta Doğu bölgesinde teröristlerin güçlenen varlığı konusunda ABD ve Batılı ülkeleri birçok defa uyardı. ABD ve Batı, terörle mücadeleye dönük net bir yaklaşım benimsemediği sürece bu terör grupları faaliyetlerini sürdürecektir.”
İranlı yetkililer, ABD önderliğindeki koalisyonun Irak ve Suriye’deki rolüne dair gerçekten de bazı kuşkular duyuyor. Ancak şunu da çok iyi biliyorlar ki koalisyonla iş birliği yapmak bu savaşın sonuca ulaştırılmasını hızlandıracaktır. Aynı şey Washington için de geçerli. Bu nedenle iki taraf nükleer dosyayı müzakere ederken gözlerini Suriye ve Irak’tan ayırmadı. Belki de bu yüzden fiilen bir anlaşmaya varamama sonucundan kaçınarak müzakereye devam kararı aldılar. İki taraf da şu aşamada masadan kalkma lüksüne sahip olmadığı konusunda hemfikirdi.