Cumhurbaşkanı seçilen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yerini alacak en olası aday Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gibi görünüyor. Rasim Ozan Kütahyalı 18 Ağustos tarihli Al-Monitor makalesinde bunun nedenlerini ayrıntılarıyla anlattı.
Şimdi, pek çok kişi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) başbakan seçimi Davutoğlu olursa bunun dünyaya nasıl bir mesaj göndereceğini merak ediyor. Zira Türkiye’nin Orta Doğu’da yalnızlaşmasında ve Batı’daki destekçi sayısının azalmasında Davutoğlu’nun geçmişteki hataları da etkili oldu.
Bu soruyu soranlar arasında emekli diplomat Murat Özçelik de var. 2009-2011 yıllarında Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliği ve öncesinde Irak Özel Temsilciliği görevlerini de üstlenen Özçelik, dünyanın dört bir yanındaki Irak ve Suriye konferanslarının aranan isimlerinden biridir. Özçelik, 18 Ağustos’ta Hürriyet’e verdiği özel söyleşide Davutoğlu’nun olası başbakanlığına ilişkin şöyle dedi: “2011’den beri sürdürülen ve gelen yurt dışında tasvip edilmeyen politikaların devam edeceğine dair bir işarettir”. Özçelik’e göre Davutoğlu’nu başbakan olarak görmek sadece Müslüman Kardeşler’i ve Hamas’ı mutlu eder, Mısır, Filistin Yönetimi, Ürdün gibi diğer bölge aktörleri ise bundan pek de memnun olmayabilir. 2010’dan bu yana AKP’nin politikalarına eleştirel bakan Özçelik Türkiye’nin, bir dizi ciddi hata nedeniyle liderlik ve Orta Doğu’da inisiyatif alma becerilerini kaybettiğini söylüyor.
Aslında, Özçelik’in açıklamaları Davutoğlu’na ilişkin yaygın bir bakış açısını yansıtıyor. Pek çok kişi Bakanın “komşularla sıfır sorun politikası”nı ti’ye almayı sürdürüyor. Hükümetin politikaları nedeniyle Türkiye’nin yakın çevresinde çok az müttefiki kaldığına dikkat çekiliyor.
Eskiden Davutoğlu’nu en sert şekilde eleştiren isimlerden biri de Erdoğan’ın eski basın danışmanı ve köşe yazarı Akif Beki’ydi. Beki Haziran 2010’da, o zamanlar benim de yazdığım Radikal gazetesindeki köşesinde Davutoğlu’nun bencil ve kendini ön plana çıkaran politikalarını ağır bir dille eleştirmişti. Beki köşesinde şu ifadeleri kullanmıştı: “El attığı her işi, illa büyük bir başarı hikayesine çevirmek zorunda. Manşet atar gibi takdim ediyor dosyalarını. Her vesileyi zorluyor, her fotoğrafta boy gösterme ihtiyacı hissediyor. Sonuç; gösteri odaklı bir dış politika.”
“Dış politikanın popülizme tahammülü yoktur” diyen Beki’nin bu görüşlerini Özçelik de son röportajında dış politikada aşırı hırsın felaket doğurabileceğini söyleyerek onayladı.
Ancak Beki Hürriyet’teki 15 Ağustos tarihli yazısında bu duruşundan geri adım atarak, eksikliklerine rağmen, AKP liderliği ve başbakanlık için en uygun adayın Davutoğlu olduğunu kaydetti. Önemli köşe yazarları Davutoğlu’nun başbakanlığının AKP’deki herkesi memnun etmeyebileceğini yazarken halen Beki’nin 2010’daki makalesine atıf yapsalar da; parti yöneticilerince yapılan yoklamalar Dışişleri Bakanına parti içinden önemli bir destek olduğunu gösteriyor. Bu da, Davutoğlu’nun partiyi 2015’teki genel seçimlere kadar yönetebileceğini ve Dışişleri Bakanı’na eleştirel yaklaşanların Erdoğan’a kulak vererek partiyi istikrarsızlaştırmaktan kaçınacağı anlamına geliyor. Davutoğlu’nun görevi AKP’nin genel seçimlerde daha yüksek oy almasını sağlayarak, yeni anayasa ve Erdoğan’ın başkanlık hedefi için gereken parlamenter çoğunluğa ulaşmak olacak.
AKP bu zaferi güvenceye alamaz ya da son seçimlere göre daha düşük bir oy oranında kalırsa, bu, parti içinde çetin bir liderlik mücadelesi başlatabilir. Nitekim, bugün bile AKP içinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kenarda kalmasından hoşlanmayan ve parti liderliği ile başbakanlığa Gül’ü layık gören üyeler var. Cengiz Çandar 15 Ağustos tarihli Al-Monitor yazısında AKP’de Gül’e neden yer olmadığını anlattı. Ancak Gül’ün siyasette kalacağı açıklaması Erdoğan ve Davutoğlu’nun işini zorlaştırabilir.
Cumhurbaşkanı’nın, Davutoğlu’nun aşırı hırslı politikalarını, bilhassa da Türkiye’ye yönelik “yeni Osmanlıcılık” suçlamalarına yol açan siyasetini, onaylamadığı, Gül’ün yakın çevresi tarafından ben de dahil pek çok gazeteciyle paylaşılan bir bilgiydi. Türkiye’nin AB adaylığının en güçlü destekçilerinden biri olan Gül Ankara’nın Batı’yla ilişkilerinin zayıflamasından da hoşnut değil ve bunu parlamentonun açılış törenlerinde yaptığı konuşmalarda dile getirdi. Parlamenter sistemin güçlendirilerek, Avrupa standartlarına kavuşturulmasının daha önemli olduğunu belirten Gül başkanlık sistemine de çok sıcak bakmıyor.
Bu kapsamda, Yeni Şafak’ın, Cumhurbaşkanı’nın yakın danışmanı ve basın sözcüsü Ahmet Sever üzerinden dolaylı olarak Gül’e çıkışması da önemlidir. Gazetenin köşe yazarlarından Cem Küçük “Bir Yeni Türkiye düşmanı olarak Ahmet Sever” başlığıyla 17 Ağustos’ta yayımlanan sert yazısında eski bir gazeteci olan Sever’i, Gül’ü AKP’nin başına geçirmek için kulis yapmakla suçladı.
Sonuçta tüm göstergeler Davutoğlu’nun başbakan olacağına işaret ediyor. Davutoğlu göreve geldikten sonra partiyi bir arada tutmak ve gelecek seçimlerde kazanılması gereken zafere odaklanacak. Bu da yeni başbakanın dış politikaya ve bu alandaki başarısızlıkları düzeltecek yeni bir rota çizmeye fazla vakit ayıramayacağı anlamına geliyor. Öte yandan, siyaseti belirleyecek olan kişi de zaten Davutoğlu değil Cumhurbaşkanı Erdoğan olacak. Zira Erdoğan bu konudaki niyetini oldukça açık bir şekilde belli etti.
Erdoğan’ın yakın zamanda dış politikada rota değişikliğine gideceğini gösteren bir işaret ise söz konusu değil. Erdoğan Suriye, Mısır ve İsrail gibi konularda kendi yolundan gitmeyi tercih etti ve bu politikalardan geri adım atması için partinin seçimlere hazırlandığı bir dönemde destek kaybetmeyi göze alması gerekiyor. Dolayısıyla, Davutoğlu’nun beklendiği gibi başbakan olması durumunda Türkiye’nin dış politikası ön görülebilir bir gelecekte aynı kalacakmış gibi duruyor.
Bu da fiilen, Türkiye’nin olayların gidişatına yön verebilen etkin bir oyuncu olmak yerine kontrol edemediği bölgesel gelişmeler tarafından yönlendirilen bir ülke olmaya devam edeceği anlamına gelir.