19 Ağustos’ta İsrail, “yılanın başına” yani Hamas’ın silahlı kanat sorumlusu Muhammed Deyf’e suikast girişiminde bulundu. 21 Ağustos’ta bu satırları yazdığım sırada girişimin başarılı olup olmadığı hâlâ net değildi. Hamas, Deyf’in bu olayda zarar görmediğini belirtiyor. Ancak Gazze Şeridi’nin Şeyh Rıdvan Mahallesi’ndeki söz konusu bina bombalanırken Deyf’in binada olduğuna dair işaretler artıyor. Deyf gerçekten de o an binanın içinde bulunduysa bu saldırıdan sağ kurtulmuş olması imkânsız. Zira çok katlı binadan geriye sadece bir moloz yığını kaldı. Geçmiş örneklerin aksine İsrail, bu defa kullanacağı mühimmata ilişkin tereddüt yaşamadı. Bina bir tonluk bir bombayla yerle bir edildi ki Deyf’in içeride olması hâlinde hiçbir kurtulma olasılığı olmasın.
İki gün sonra, 21 Ağustos’un erken saatlerinde İsrail Savunma Kuvvetleri, üç üst düzey Hamas militanını daha öldürdü: Muhammed Ebu Şamala, Raid El Attar ve Muhammed Berhum. Şamala’nın Hamas “güney komutanlığı” sorumlusu, Attar’ın ise tugay komutanı konumunda olduğu bildirildi.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun beklediği zafer fotoğrafı bu muydu? Nihayet Hamas’ın belini bükecek, önemli bir başarı elde etmeden onu bu savaşı bitirmeye zorlayacak, beraberliği bozan vuruş bu muydu? Bu soruların yanıtı önümüzdeki günlerde belli olacak.
Bu arada, büyük tabloya bakmanın zamanı geldi. Burada tüm dünyanın – ya da büyük bir bölümünün – dehşetle takip ettiği, bir dönüm noktası teşkil eden o olayı kastediyorum. “Gazeteci James Foley’in başının kesilmesi, Batı’da jetonun nihayet düşmesini sağlayacak yeni bir gelişme.” Bu sözler, yakın zamana dek İsrail savunma teşkilatının merkezinde üst düzey konumda yer almış birine ait. Kaynak, şöyle devam etti: “Batı’nın burada kimlerle savaştığımızı tam olarak idrak ettiğini sanmıyorum. Ama bir gün bunu anlayacaklarını ve o günün çok uzak olmadığını düşünüyorum.”
Son haftalarda farklı alanlarda görev yapan kıdemli İsrail yetkilileriyle radikal cihatla mücadele konusunu konuştum. Bu görüşmelerde İslam Devleti’nin (İD) yükselişini ve türlü cihatçı grupların bölgede artan gücünü ele aldık. Süper güçlerin dayattığı devlet yapısının çöküşünü, yerini aşiret yapılarının, ilkel duyguların ve İslamcı radikalizmin almasını da tartıştık. “Yaşamak isteyenler” ile “ölümü kutsayanlar” arasındaki medeniyet savaşı da gündeme geldi. Son olarak da tüm bunlar yaşanırken Batı’nın nasıl olur da hâlen İsrail’e gözdağı vermeye, İsrail’i kınamaya devam ettiğine kafa yorduk. Bu çalkantılı İslam okyanusunda tek gerçek demokrasi olan İsrail’e karşı nasıl olur da hâlen araştırma komisyonlarının kurulduğu, nasıl olur da İsrail’in elini kolunu bağlamak için bitmez tükenmez gayretler sarf edildiği sorusuna yanıt aradık.
İD ekolünden çıkma baş kesme olayları da bu sohbetlerde yerini aldı. İnternet sayesinde herkes bu görüntülere kolayca ulaşabiliyor. Aydınlanmış Batı’daki yufka yürekler de “insan hakları” ve “kişisel özgürlükler” gibi arkasında sadece ikiyüzlülük ve ahmaklık olan boş sloganlardan bahsederken, gerçek dünyada nelerin yaşandığını böylece görmüş oldu.
Foley’in başının kesilmesi, barbarlık festivalinin zirvesi oldu.
Gazeteciyi bir çölün ortasında, bıçaklı celladın önünde diz çökerken izlemek, tüyler ürperticiydi. Foley, kendisine dayatılan birtakım sözleri söyledi. Son anlarını yaşadığını biliyor muydu acaba? Umarım bilmiyordu. Kimliği meçhul celladın net bir İngiliz aksanıyla konuşmaya başlaması ise dehşeti yeni bir boyuta taşıdı.
Birçok cihatçı İngiltere, Fransa, İskandinavya ülkelerinin vatandaşı. Bunlar, aydınlanmış Avrupa’nın Müslüman ülkelerden vatandaşlığına aldığı ve eğitim verdiği göçmenlerin çocukları. Avrupa’ya uyum sağlayıp onun parçası olması beklenen bu kişiler tam tersine radikalleşti. Şimdi cihada katılmak ve kafa kesmek için Suriye ve Irak’a gidiyorlar.
İsrail siyasetinin kıdemli bir siması, adının gizli kalması koşuluyla şöyle konuştu: “Sevgili Avrupalı dostlar, hatta belki de ABD’li dostlar, bu vatandaşların geri dönüşüne kendinizi hazırlayınız.” Avrupalı ve ABD’li yetkililerin yakından tanıdığı bu isim şöyle devam etti: “Yapmanız gereken tek şey, bu kişilerin baş kesmedikleri zaman söylediklerine kulak vermek. Araplara kulak vermek gerektiğini bizler İsrail’de yaşayarak öğrendik. Zira onlar, söylediklerinde ciddi oluyor, niyetlerini açıkça dile getiriyorlar.”
Kaynağın bu sözlerle kastettiği, İD kasaplarının ve diğer cihatçı örgütlerin Suriye, Irak ve Orta Doğu’da işlerini bitirince mücadeleyi Avrupa ve ABD’ye taşıma tehditleri. Bu kişiler “Amerika’yı kanla boğacağız.” diyor. Bunu söylerken de ciddiler. Niyetlerini adeta her gün kanıtlıyorlar.
İsrail ordusunun kıdemli bir eski hukukçusuna göre “Savaş kuralları değişecek, başka çaresi yok.”
IDF doktrinini uluslararası hukuka uyarlama alanında çalışmış olan bu hukukçu şöyle devam ediyor: “Söz konusu kurallar son yıllarda gözden geçirilmiş olsa da yapılan değişiklikler, aydınlanmış demokrasilerin cihatçı terörle mücadelede haklı ihtiyacını karşılamaktan çok uzak. Zira cihatçı terör ölümü kutsuyor, sivilleri de kanlı manipülasyonlarında meşru bir araç ve canlı kalkan olarak görüyor. Geleneksel yöntemlerle bu tip terörün üstesinden gelmenin mümkün olmadığını dünya birkaç yıl içinde yaşayarak anlayacak.”
Kaynak, değerlendirmesini şöyle sürdürüyor: “Teröristler, roket cephaneliklerini kreşlerin, okulların, kliniklerin ve camilerin içinde depoluyor, yerleşim yerlerinden ateş açıyor, özel konutları savaş karargâhına dönüştürüyor, terörist liderler bir apartmanda toplantı yaparken oyun oynasınlar diye çocukları çatıya gönderiyor. Bu sayede fiilen dokunulmaz oluyorlar. Eskiden bu tip şeylere göz yumulabilirdi. Artık zor. Gazze’de Hamas’la yaşanan her çatışma, bir öncekinden daha zorlu ve kanlı oluyor. İsrail (2005’te) Gazze’den çekilirken Hamas’ın attığı ilk roketler ancak (sınırın birkaç kilometre ötesindeki) Sderot kasabasına ulaşabiliyordu. Dökme Kurşun Harekâtı sırasında (2008-2009) roketler Aşkelon ve Aşdod’a kadar ulaştı, Savunma Sütunu Harekâtı’nda (2012) ise Berşeba’ya kadar geldi. Şimdi Koruyucu Hat Harekâtı’nda roketlerin menzili, Tel Aviv’e ve hatta Hayfa yakınlarına (kuzey İsrail) kadar uzadı. Hamas bugün sayısız saldırı tüneline, ufak insansız hava araçlarına ve başka birçok imkâna sahip. Dünya İsrail’e Hamas’la etkin şekilde mücadele etmeye müsaade etmediği için İsrail bu faturayı ödemek zorunda. Ancak İsrail sadece bir ön karakol konumundadır. Batı, radikal İslam’ın asıl hedefinin kendisi olduğunu pek yakında idrak edecek. Umarız bu idrak oluştuğunda iş işten geçmemiş olur.”
Üst düzey bir İsrail savunma yetkilisi de şu görüşleri dile getiriyor: “Meselenin ilginç tarafı şu ki bölgemiz vaziyeti idrak etmiş durumda. Mısırlılar herkesten önce bunu net şekilde idrak etti. Ne de olsa Müslüman Kardeşler terörüyle mücadele etmek durumundaydılar. Hâlâ da mücadele ediyorlar. Hamas’ın İD’in bir gömlek daha medeni bir versiyonu olduğunu biliyorlar. Ancak her ikisinin de üreme yuvası aynı: Müslüman Kardeşler. Ürdün de Suudi Arabistan da bunu görüyor. Katar hariç Körfez ülkeleri de aynı şekilde. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas bile içinden şunu biliyor ki böylesi bir aşırıcılık, bizlerin olduğu kadar kendi hayat tarzını da tehdit ediyor. Bu nedenledir ki ılımlı Mısırlılar ve Filistinliler, Kahire müzakerelerinde Hamas’ın gerçek anlamda bir kazanım elde etmesine izin vermedi. Örgütün somut kazanımlar sağlamasına müsaade edilmemeli. Aksi hâlde daha da radikalleşmek ve güçlenmek için teşvik edilmiş olacak.”
Şimdi yine yazının başındaki muhatabıma kulak verelim. Kendisi şöyle diyor: “Bana göre liderlerin çoğu, durumu idrak etmiş bulunuyor. En son da Başkan Barack Obama anlamış oldu. Obama’nın birinci dönemi sırasında yaptığı Kahire konuşması hayatı boyunca peşini bırakmayacak. O konuşma bugün bile artık kulağa tuhaf geliyor, beş on sene sonra ise adeta radikal gelecek. Obama, Orta Doğu’da demokrasiyi Müslüman Kardeşler’e emanet ederek kumar oynadı. Ama kendisi de gerçeğin ne olduğunu artık biliyor. Kaygım şu ki Avrupa ülkeleri hâlen durumu idrak etmiş değil. Onlarda jeton henüz düşmedi. İsrail karşıtı olmak, ‘Filistin’in kurtuluşu’ ve Gazze’de ‘soykırıma’ karşı gösteriler düzenlemek, onlara pek ‘havalı’ geliyor.
“Kimse gerçekten ince ayrıntılara bakmıyor. Baksalardı Gazze’de bir soykırım olmadığını, halkın can güvenliğini sağlamak için Hamas’ın tek yapması gerekenin sivillere roket atmayı bırakması olduğunu göreceklerdi. Filistin’i kurtarmaya da gerek yok. Çünkü böyle bir devlet asla olmadı. Çünkü Gazze’deki Filistinliler İsrail işgalinden dokuz sene önce kurtuldu, Batı Şeria’daki Filistinliler ise tam özerkliğe sahiptir ve son yedi yıldır bağımsız devletlerini kurmak için yapılan her türlü öneriyi reddediyor.
“Avrupa’nın ‘Avrupai’ görüntüsü artık solmaya başlarken Avrupa’daki göze çarpan Müslüman varlığı, bu güçlü antisemitist dalgayı dayatıyor ve bu dalga, beyin yıkamayla körüklenen bir cehalet ve kinle birleşiyor. Avrupalılar bir gün gerçekleri kavrayıp önlem almaya çalışabilir. Ama büyük ihtimalle geç kalmış olacaklar. O gün geldiğinde iş işten geçmiş olacak.”
Kaynaklarımın kıyamet günü kehanetleri bu şekilde. Bu kişilerin hepsi, İsrail’de ana akım cenahta yer alan, alanlarında tecrübeli ve kıdemli olan hukuki, siyasi ve askeri uzmanlar. Hepsi, barış sürecini ve iki devletli çözümü destekliyor. Fakat inançlarını artık yitirmeye başlamışlar. Filistinlilere değil, Avrupalılara ve Amerikalılara, aydınlanmış dünyaya inançlarını yitiriyorlar. Bu, tehlikeli bir durum.
Yine de her şeyde bir hayır var. Şu işe bakın ki Obama bile işin ciddiyetini kavramaya başladı. Foley’in infaz haberinden sonra Başkan’ın 20 Ağustos’taki basın toplantısında söylediği sözler, Netanyahu’yu aratmayacak cinstendi. Mevzu sadece Obama da değil. Aydınlanmış dünyada durumu kavramaya başlayan kamusal simaların, gazetecilerin, fikir önderlerinin, geniş halk kesimlerinin sayısı gittikçe artıyor. Konuya ilişkin yazılar da orada burada çıkmaya başladı. Devamı gelecek mi? Umalım ki öyle olsun.