İsrail ya da İsrail’in büyük bir bölümü, yaklaşık bir haftadır roket yağmuru altında. Hamas, başka terör örgütleriyle birlikte Allah’ın her günü yüzlerce roket fırlatıyor. Tel Aviv de ateş altında, Şaron Ovası da Kudüs ve civar yerleşimler de. Bir iki yıl önce güvenli sayılan bu bölgeler, artık Hamas’ın ateş menzilinde.
Hamas’ın genetik yapısında dini-ilahi buyruklar ve Siyonist devletin yok edilmesi için tam bir kararlılık var. Hamas’ın bir süredir stokladığı roketler, ya el yapımıdır ya da kaçak yollardan Gazze Şeridi’ne getirilmiştir. Silahlar, genelde İran ve Suriye kaynaklı olup yeraltı tünellerinden, denizden, Sudan üzerinden ve akla gelebilecek başka her türlü yollardan Gazze’ye sokulmuştur.
Tüm bu bilgileri yıllardır takip etmesine rağmen İsrail yine de itidalli davrandı. Sükûnete alışan İsrail, dünyada başka hiçbir ülkenin göze alamayacağı bir bedeli ödemeye razı oldu. Yani “Gazze periferisi” diye bilinen güneydeki şehir ve yerleşimlere rutin ve kesintisiz şekilde düşük yoğunluklu roket ve havan topu atışlarını kabullendi. Bu tutum, açılan ateşin sadece bu bölgeyle sınırlı kalması koşuluyla geçerliydi.
Ancak durum değişti. Açılan ateş, bugün ülkenin neredeyse tamamına yayıldı. Hamas son günlerde kuzeydeki Hayfa’yı bile hedefe aldı ve şehri hafifçe sıyırmayı başardı. Buradan alınacak ders açıktır: Güneydeki Sderot kentini savunamıyorsan, çok geçmeden Tel Aviv’i de savunamaz hâle gelirsin.
Mevcut gerilim patlak verdiğinden beri Hamas, hafızalara kazınacak bir eyleme imza atmaya çalışıyor ki sonra sessizce inine geri dönebilsin. Bu gayretler birçok cephede görüldü. Örneğin, kazımı yıllarca süren bir tüneli kullanarak adam kaçırma tarzında büyük bir terör eylemine teşebbüs edildi. Ancak tünel, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından tespit edildi ve 7 Temmuz günü içinde bulunanların başına çökerek paramparça oldu. Tünelin amacı, teröristlerin İsrail’in içine sızmasını kolaylaştırmaktı. Yapılan plana göre teröristler bir askeri üsse veya yerleşim birimine saldıracak, mümkün oldukça çok insanı öldürmeye, bazılarını da kaçırmaya çalışacak ve sonra yok olacaklardı. Bu plan bozuldu. Ertesi gün ise Gazze Şeridi’nin sadece birkaç yüz metre kuzeyinde bulunan Zikim kibutzuna iki saldırı düzenlendi. Beş kişilik bir Hamas deniz komando timi, yüzerek kıyıya çıktı ve sahildeki kibutza ateş açtı. İnsansız hava araçları ve piyade erlerinden destek alan İsrail donanması, özel timin tamamını öldürdü. Bir gün sonra buna benzer bir teşebbüs daha yapıldı ve yine başarısız olundu.
Bu arada roket atışları tüm şiddetiyle devam etti. Hamas, güneydeki Dimona kentini de vurmaya çalıştı. Zira bu kent yıllardır İsrail’in bölgesel üstünlüğünün en güçlü simgesiyle özdeşleşiyor: nükleer reaktör. Dimona’ya atılan tüm roketler, İsrail’in ABD ile iş birliği hâlinde geliştirdiği Demir Kubbe hava savunma sistemi tarafından havada imha edildi.
Hamas, ayrıca Kudüs’e roket atarak bir tabuyu da yıkmaya çalıştı. Bu olayda da tüm roketler havada vuruldu. Hamas’ın elde etmeyi umduğu başarıların en sansasyonel olanı ise Tel Aviv’e sadece 20 dakika mesafede bulunan Ben Gurion Uluslararası Havaalanı’nı doğrudan vurmaktı. Bu istikamette birçok roket atıldı ama hepsi hedefine isabet edemeden Dan anakent bölgesi üzerinde havada imha edildi. 11 Temmuz günü Hamas, havaalanını hedef aldığını ve almaya da devam edeceğini net bir şekilde kabul etti. Örgüt çok iyi biliyor ki böyle bir saldırının başarılı olması, dünya medyasında manşetlere çıkacak ve dolayısıyla İsrail’in ekonomisine, turizm sektörüne ve seyahat serbestisine ciddi bir darbe indirecek. Ancak şu anda üstünlük Demir Kubbe sisteminde. Ben Gurion Uluslararası Havaalanı’nın zarar görme ihtimali, roketleri durdurmak için Gazze’ye kara harekâtı emri verip vermemeyi tartışan İsrail kabinesinin göz önünde bulundurduğu başlıca noktalardan biri.
Hamas dört gün peş peşe Tel Aviv’e de roket attı. Ama roketlerin tümü İsrail’in bu modern, tasasız ve liberal şehri üzerinde havada imha edildi.
Bu arada İsrail Hava Kuvvetleri (LAF), Hamas’a ağır darbeler indirdi. Şu ana dek bin 100’den fazla bombardıman sortisi yapıldı ve bunların sonucunda 100 civarında Filistinli öldürüldü. Komuta noktası ve mühimmat deposu olarak kullanılan onlarca teröristin evi, havadan imha edildi. Çeşitli hedeflere yüzlerce ton bomba atıldı.
IDF, uluslararası hukuk kapsamında hareket ediyor. Her bir sorti ve her bir hedef, uluslararası hukukun içini dışını bilen ordunun hukuk işleri birimine bağlı uzmanların onayından geçiyor. İsrail’de son günlerde istihbarat hezimetinden söz edilmesinin nedeni de budur.
Bundan önceki çatışmaların aksine İsrail bu defa Hamas’ın uzun menzilli roket cephaneliklerini ciddi şekilde vuramıyor. 2006’daki İkinci Lübnan Savaşı, Hizbullah’ın tüm uzun menzilli roket stoklarını hedef alan isabetli ve ölümcül bir hava saldırısıyla başlamıştı. Söz konusu stoklar, güney Lübnan’da özel konutların içinde saklanmıştı. Bunların çoğu ilk gece imha edilirken can kaybı da asgari düzeyde gerçekleşti. 2008-2009 Dökme Kurşun Harekâtı da benzer bir hamleyle başladı. Ancak bu defaki Koruyucu Hat Harekâtı İsrail’in kendi iradesiyle başlamadı. Aksine, İsrail bu harekâta sürüklendi. Önce El Halil’de üç İsrailli genç kaçırılıp öldürüldü, akabinde gerilim yükseldi ve Gazze Şeridi’nden roket atışları yoğunlaştı. Doğal olarak, böyle bir harekât hesapta yoku.
Ancak başka bir fark daha söz konusu: Üst düzey IDF istihbarat yetkililerinin aktardığına göre Hamas bu defa roketlerini öyle yerlere saklamış ki bunların havadan hedef alınması zor. Roketler, bilhassa yoğun nüfuslu bölgelerdeki cami ve çok katlı binalarda bulunuyor. Hamas, buraların vurulmasıyla çok sayıda sivilin öleceğini biliyor ve kameralar işte böyle bir anı çeksin diye bekliyor. Daha doğrusu böyle bir an yaşansın diye dua ediyor. İsrail imha edilecek evlere yönelik önceden uyarıda bulunurken, Hamas Gazze halkına evlerini boşaltmamasını telkin ediyor. Hamas’ın sivillerin evlerinin enkazı altında canlı canlı kaldığı görüntülere ihtiyacı var ki kamuoyunda tepki oluşsun, işler tersine dönsün ve Hamas Arap kamuoyundaki meşruiyet ve itibarını yeniden kazansın.
IDF’nin değerlendirmelerine göre Hamas’ın bu hedeflere ulaşması zor. Birincisi, dünya tüyler ürperten fotoğraflardan bıkmış durumda. Suriye ve Irak’ta yaşananlar, dünyanın bu konudaki hassasiyetini bir nevi örseledi. Kadın ve çocuklar dâhil binlerce insan katledilirken Gazze’de yıkılan bir evin fotoğrafı fazla bir etki yaratmaz.
Bunun yanı sıra yeni bir şey daha var: Son bir yılda yaşanan gelişmeler nedeniyle uluslararası toplum artık eskisi kadar saf değil. İngiltere, Fransa, Belçika ve Almanya’dan çıkıp Suriye’ye giden, orada İslam Devleti’ne (İD veya eski adıyla Irak-Şam İslam Devleti IŞİD) katılıp savaşan ve sonra da ülkelerine geri dönen cihatçılar sayesinde Avrupalılar, radikal İslam’ın oluşturduğu tehdidi idrak etti. Bu güçlerin gaddarlığını ve onlarla diyalog kurma çabalarının nafile olduğunu kavradı.
Hamas ilk günlerde Suriye’de çekilen bazı görüntüleri Gazze’de yeni çekilmiş gibi göstererek yaymaya çalıştı. Ancak internet dünyasındaki herkes bu tuzağa düşmedi. İsrail bu alanda artık doğru yöntemleri kullanıyor. Ayrıca, gerçekleri duyurabilen ve gerektiğinde karşı tarafla cebelleşebilen “yanıt verme ekipleri” de var.
İsrail kabinesi 10 Temmuz’da yedi saatlik bir toplantı yaptı. Masadaki konu herkesin konuştuğu şeydi: İsrail başka seçeneği olmadığına karar verip Gazze’ye yönelik kara harekâtı başlatacak mı? Böyle bir harekâtın bedeli, sadece Filistinliler için değil, İsrailliler için de ağır olur.
Savaş dönemlerinde bizim kabine toplantılarının içeriğini haberleştirme iznimiz yok. Ancak görüş ayrılıklarının olduğu aşikâr. Benjamin Netanyahu, muhalefet lideri olduğu yıllarda Hamas yönetimini devirmek için Gazze’ye yönelik kara harekâtını hep savundu. Ancak şimdi başbakan koltuğunda otururken hayatın bu kadar basit olmadığını kavradı. Netanyahu şunu biliyor ki bir gün hepimiz Hamas’ı arayabiliriz. Aynen bugün Irak’ta Saddam Hüseyin’i, Libya’da Muammer Kaddafi’yi ve İslam Devleti ile tanıştıktan sonra Usame Bin Ladin’i aradığımız gibi. İsrail, Hamas’ın birçok askeri ve siyasi liderini öldürdü ve her seferinde bunların yerine daha radikal birileri geçti.
Paradoksal bir şekilde Hamas’ı devirmek bugün İsrail’in işine gelmiyor. İsrail, doğacak boşluğun daha radikal bir örgütü çeken bir mıknatıs olacağını biliyor. Bu nedenle de üst düzey bir İsrailli diplomatın bana bu hafta söylediği gibi İsrail bir eliyle Hamas’a vururken bir eliyle de yardım ediyor. Gazze’ye elektrik, su, yaşamsal ürünler, gıda, nakit para ve ilaç sağlamaya devam ediyor.
Bu, tümüyle akıl dışı bir durum. Yani devlet benzeri bir oluşum, her gün komşusuna yüzlerce roket fırlatıyor ve bu arada aynı komşunun memesini emerek yaşamak için ihtiyaç duyduklarını alıyor. IDF yetkililerinin dediği gibi böyle bir durum ancak burada, bizim bölgemizde mümkün olabilir.
İsrail-Filistin ihtilafı, 100 yılı aşın süredir devam ediyor. Ancak günümüzdeki hâlini 1947’de aldı. O yıl Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamada Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında kalan toprakların taksim edilmesi ve Yahudiler ile Araplar arasında paylaştırılması büyük bir çoğunlukla kabul edildi. O günlerde Yahudiler, neredeyse tamamen savunmasız, çok az silah ve mühimmata sahip 600 bin kişilik bir nüfustu. Karşılarında ise çok iyi donanıma ve silahlara sahip 1,3 milyon Arap vardı. O günlerde İsrail’in arkasında, Yahudi Soykırımı’nda daha yeni katledilmiş 6 milyon Yahudi duruyordu. Arapların arkasında ise tüm Arap devletleri ve bunların düzenli orduları vardı. Yahudiler taksim planına “evet” derken Araplar “hayır” dedi. İsrail’in bağımsızlığının ilan edildiği günün ertesinde, çoktandır Yahudilerle savaşan yerel çetelerin üstüne bir de beş Arap devleti İsrail’e saldırdı.
Her şeye rağmen genç İsrail devleti bağımsızlık savaşını kazandı. Peki, o günden bu yana neler oldu? Verdiği yedi savaşa karşın İsrail büyük bir hızla gelişmeye devam etti. Bugün dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden birine sahip. Gayrisafi yurt içi hâsıla bakımından Avrupa devletlerinin hemen ardından geliyor. Yaşam standartları son derece yüksek. Tüm dünyada rağbet gören modern, üstün nitelikli bir tıp bilimine sahip. Yüksek teknoloji endüstrisi de yeni çığırlar açıyor ve tüm ölçütlere göre öncü ve devasa bir büyüme lokomotifi sayılıyor. Yenilikçi tarım sektöründe eşsiz atılımlar yapılıyor. Dünyanın en saygın bilim kurumlarından Weizmann Enstitüsü ve dünyanın tüm akademik çevrelerinde parlak bir itibara sahip Technion (İsrail Teknoloji Enstitüsü) İsrail’de bulunuyor. İsrail, ayrıca dünyanın beklenen en yüksek yaşam sürelerinden birine sahip, bilhassa bebek ölüm oranı son derece düşük. Tel Aviv, dünyanın en modern, yenilikçi ve şık kentleri arasında yer alıyor ve özellikle LGBT bireylerin favori mekânlarından biri olarak öne çıkıyor. İsrail, alçak irtifalı roketleri havada vuran savunma sistemi geliştirebilmiş dünyanın tek ülkesi. İsrail, uzaya uydular gönderiyor ve insansız hava araçları üretiminde başı çekiyor.
Sınırın diğer tarafında ise – örneğin Gazze’de – nefret hüküm sürüyor. Filistinliler, tüm bu yıllar boyunca mağduriyet duygularını beslediler, kin ve kışkırtıcılığı körüklediler. Savaş, terör ve propagandayla İsrail’e hep zarar vermeye, onu çökertmeye çalıştılar.
Bu satırları yazdığım sırada cep telefonuma haberler yağıyor. Bu sabahtan beri İsrail’e onlarca roket fırlatıldı. Bir benzin istasyonunda büyük bir yangın çıktı. Güneydeki bir ev doğrudan isabet aldı, ancak güvenli odada bulunan aile yara almadan kurtuldu. Tel Aviv semalarında dört roket imha edildi. Ülkenin her yerinde uyarı sirenleri çalıyor. Ama İsrail halkının durumu metanetle karşıladığı söylenebilir. Bu insanlar, yüzlerinde yarım yamalak bir tebessümle böyle bir varoluş biçimini kanıksamış, sıradan insanlar. Onlar bunun halklar veya ordular arasında bir savaş olmadığını biliyor. Burada söz konusu olan, medeniyetler arası bir savaş.
Bir tarafta, hayatı kutsayan bir ulus var, diğer tarafta ise bir kesimi ölümü kutsayan bir nüfus. Bizler galip geldiğimizde — ki bu, 1948’den bu yana sıkça yaşanmıştır – onlar evlerine geri döner ve bir sonraki saldırılarını planlamaya başlar. Onlar bir kerecik bile kazanacak olursa – ağızımdan yel alsın! – bizi düpedüz katlederler. Tüm felsefelerinin özeti budur. Bizim daima ve sonsuza dek galip çıkmamızı gerektiren de yine budur.