Suriye krizinin büyük baskısı ve Ukrayna olayları nedeniyle Rusya’nın Batı ile bozulan ilişkilerine rağmen Türkiye-Rusya ilişkilerinde istikrar ve dostane hava devam ediyor.
Türkiye uzmanı Rus araştırmacılar Natalya Ulçenko ve Pavel Şlikov’a göre, “Moskova-Ankara ilişkilerinin mevcut şekli ‘büyüme sınırına’ ulaştı. Ağırlıklı olarak ekonomiye dayanan bu iş birliği modeli, kendini büyük ölçüde tüketirken, siyasi konularda iş birliği potansiyelinin önü henüz kapalı.” Bu bağlamda, Suriye etrafında oluşan durum, iki taraf arasındaki “güven eksikliğini yeni bir boyuta taşıdı”. Hâl böyle olunca Moskova, Ankara ile ilişkilerinde ivmeyi koruyabilir mi? Mevcut anlaşmazlıklar büyük hasara yol açar mı?
Ukrayna cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ardından mayıs sonunda Moskova’yı ziyaret eden Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’un ana gündem maddelerinden biri Kırım’dı. Her ne kadar Türkiye, Rusya’nın Kırım’ı ilhakını tanımamış olsa da Türk dışişleri bakanı bu olayın olumlu tarafını da görüyor. Kökeni Kırım Tatarlarına dayanan yaklaşık beş milyon vatandaşı olan Türkiye, bu nüfusun Kırım’daki akrabalarına karşı da kayıtsız değil. Basında çıkan haberlere göre Davutoğlu, Kırım Tatarlarının “Ukrayna yönetiminde olduğu gibi özerklik haklarından yararlanmasını” Moskova’da gündeme getirecekti. Ancak bakanın ne gibi özerklik haklarını kastettiği hâlen anlaşılmış değil.
Davutoğlu, ziyareti sırasında Kırım Tatarlarını yarımadanın asli unsuru olarak gördüklerini vurgulayarak Kırım’ın “çok kültürlü yapısına” da işaret etti. Bu bağlamda, Davutoğlu’nun “Dünyada ve özellikle Karadeniz havzasında Soğuk Savaş tarzı hareket biçimlerinin canlanması, hiçbir ülkenin menfaatine hizmet etmez.” şeklindeki açıklaması önemliydi. Lavrov’un “Kırım Tatar kültürünün korunması için okulların, merkezlerin ve tiyatroların açılacağını” söylemesi de Türk bakanını açıkça memnun etti. Lavrov, ayrıca Ukrayna ve Suriye’deki sorunların karşılıklı anlayış temelinde ele alınması gerektiğini belirtti. Bu sözler, ikili anlaşmazlıkların sürdüğüne, ancak bunların açık bir polemiğe dönüşme olasılığının düşük olduğuna işaret etti.
Ukrayna krizi sırasında hem Türk hem Rus medyası, Ankara’nın Kırım üzerinde hak iddia etme olasılığını gündeme taşıdı. Burada şunu hatırlayalım: Bir zamanlar Türk tebaası olan Kırım Hanlığı, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile Bab-ı Ali’den bağımsızlığını kazandı. Hanlık daha sonra Rus İmparatorluğu’nun himayesine girdi ve nihayet 1783’te imparatorluğun parçası oldu.
Rusya, 1791 Yaş Anlaşması ile Kırım dâhil Karadeniz kıyılarının tamamını güvenceye aldı. 1953’te Moskova, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’ye karşı ileri sürdüğü toprak taleplerini geri çektiğini ilan etti. 19 Şubat 1954’te SSCB yönetimi, Kırım’ı Rusya Federal Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne aktardı. O dönem Türk basının bazı kesimleri, bunu 150 yıl önce imzalanan Rus-Türk anlaşmasının ihlali olarak değerlendirse de Türk makamlarından resmi bir tepki gelmedi.
Davutoğlu’nun ziyaretinden anladığım kadarıyla, ortaya çıkan yeni durumda Kırım sorunu, Rus-Türk ilişkilerini zehirlemediği gibi, Türkiye’nin uzun vadeli menfaat ve kaygıları doğrultusunda yeni bazı iş birliği ufukları da açtı. Bu nedenle, ziyaretin sonuçlarını değerlendiren Rus yetkililer, iki ülke arasındaki enerji iş birliğine özel önem atfetti. Lavrov’a göre iki taraf, Güney Akım projesi ile Türkiye’nin ilk nükleer santrali olan Akkuyu’nun inşaatının ilerleme kaydettiğini memnuniyetle not etti. Rusya parlamentosu Duma’nın başkanı Sergey Narişkin, Güney Akım boru hattının Sırbistan ve Bulgaristan güzergâhlarının planlandığı gibi ilerlediğini, Sırbistan kısmının 2014’te inşa edileceğini ve 2016’da gazın akmaya başlayacağını belirtti.
Paradoksal olarak bugün Rusya-Türkiye yakınlaşmasını teşvik eden unsur, Moskova’nın Fethullah Gülen’in fikir ve faaliyetlerine karşı takındığı son derece olumsuz tavırdır. Dünyanın birçok ülkesinde kök salan ve Türkiye’de güvenlik ve yargı başta olmak üzere birçok önemli mevkideki yetkiliyi de kapsayan büyük bir kitlesi olan bu İslami cemaatin lideri, önceleri Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) müttefikiydi. O günlerde Moskova’nın olumsuz tavrı, Ankara’yı rahatsız ediyordu. Ancak ABD’de yaşayan Gülen ile Erdoğan arasında alevlenen Soğuk Savaş’ın ardından Moskova’nın tutumu, Gülen’in etkinliğini kırmaya dönük ortak hareket etme imkânı tanıyor. Rusya’daki tüm Gülenci okullarının kapatıldığını burada hatırlatalım. 2012’de ise bu ideoloğun birçok kitabı, mahkeme kararıyla Rusya’nın radikal metinler listesine kondu.
Yine de Rus kamuoyunun ideolog olarak Gülen’e yönelik tavrı, ikircikli sayılır. Etkili bir düşünce kuruluşu olan Rusya Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nden Vasili İvanov’un bir makalesinde yer alan yorumlar, bunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Makale “Fethullah Gülen Hareketi: ‘Medeniyetler Arası Diyalog’ Destekçisi Kılığında Dolaşan Bir Aşırılıkçı Örgüt” başlığını taşıyor. Gülen cemaatinin “silahlı cihat fikrini yücelttiğine” inanan İvanov “Gülen’i barış yanlısı ve hatta ‘kötülüğe karşı şiddet dışı direnişin’ destekçisi olarak konumlandırmaya çalışan” Rus uzmanları yerden yere vuruyor. Yazar, İslami konular uzmanı ve İktisat Yüksek Okulu öğretim üyesi Leonid Syukiyaynen’in verdiği ve “Gülencilerin yaydığı” bir mülakatı mercek altına alıyor. Yazarın görüşüne göre, mülakatta Gülen ile Hintli filozof Mahatma Gandi arasında “yüzsüzce” kıyas yapılıyor ve “yanıltıcı bir şekilde ‘şiddetin tüm biçimlerini reddediş açısından Gülen’in Gandi’ye benzediği’ iddia ediliyor.”
Burada şu belirtilmeli ki AKP ile Gülencilerin henüz kopmadığı günlerde bile birçok Türk ve Batılı yazar, Gülen’in reddiyesine destek veriyor, Türkiye’nin İslamlaştığına ve devletin laik anayasal yapısının aşınacağına dair kaygılar dile getiriyordu. Örneğin, Orta Doğu Medya Araştırma Enstitüsü’nden Rachel Sharon-Krespin, 2009’da şöyle yazıyordu: “Türkiye’de bugün 85 bini aşkın faal cami bulunuyor. Yani 350 kişiye bir cami düşüyor ki bu, dünyanın en yüksek ortalaması. Buna karşılık 60 bin kişiye bir hastane düşüyor. 90 bine ulaşan imam sayısı ise doktor ve öğretmen sayısını geçiyor.” Gülenci faaliyetlerin Batı toplumları için tehlike arz ettiğini belirten yazar, Gülen okullarında çalışmış beş Hollandalı öğretmenin bir televizyon programında “Gülen hareketi laik düzeni yıkmak için adım adım ilerliyor.” şeklindeki beyanatına dikkat çekiyordu.
Rus analistlerin yakın zamanda dikkatini çeken bir konu da Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisinde dokuz Türk’ün öldürülmesinden sorumlu tutulan bir grup üst düzey İsrailli asker için bir Türk mahkemesinin tutuklama kararı çıkarması ve Interpol’den bunların yakalanmasını istemesi oldu. Bu kişilerin arasında dönemin İsrail genelkurmay başkanı Gabriel Aşkenazi, donanma komutanı Eliezer Marom, askeri istihbarat şefi Amos Yadlin ve hava kuvvetleri istihbarat şefi Avişay Levi yer alıyor. Al-Monitor yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, içeriden kaynaklara dayanarak bu kararın arkasında Gülen hareketinin olduğunu, Gülencilerin İsrail’le normalleşme süreci başlatan Erdoğan’a çelme takmaya çalıştığını ileri sürüyor.
Rusya ile Türkiye arasındaki karşılıklı anlayışta önemli görünen bir başka konu, Ankara’nın Ortodoks Sırbistan ile ilişkilerini geliştirme arzusudur. Belgrad da buna açıkça ilgi gösteriyor. Bosna-Hersek ve daha az ölçüde Hırvatistan’la birlikte tarihinin en yıkıcı sellerine maruz kalan Sırplar ile Türkiye dayanışıyor, onlara maddi destek dâhil yardım sağlıyor. Bilindiği gibi Rusya, en büyük maddi yardımı yaptı ve selden etkilenenlerin tahliyesinde etkin şekilde yer aldı.