Dünyanın altı büyük ülkesiyle İran’ın bugün üzerinde mutabık kaldığı “ortak eylem planı” bir dönüm noktasıdır. Bu, sadece İran’ın nükleer programını çözüme bağlama yönünde atılan bir ilk adım değil, Ortadoğu’da daha geniş bölgesel güvenlik meselelerinde de açılım sağlayabilecek bir gelişmedir.
Mutabakat, altı aylık bir süreyi kapsıyor. Bu süre zarfında da kapsamlı, nihai bir nükleer anlaşma müzakere edilecek. İran’ın kabul ettiği koşullar gereğince önümüzdeki altı ay boyunca ülkenin nükleer tesisleri bugüne dek görülmemiş bir şekilde izlenecek, santrifüj kurulumu ve yüzde 5 seviyesi üzerindeki uranyum zenginleştirme faaliyetleri duracak, Natanz, Fordow ve Arak reaktöründe geliştirme çalışmaları dondurulacak. Karşılığında ise İran’a yaptırımlar yönünden bir nebze rahatlama sağlanacak.
Cenevre’deki toplantıyı takip eden Laura Rozen’in özel haberine göre ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Williams Burns, perde arkasından yürüttüğü gizli diplomasiyle sonuca varılmasını kolaylaştırdı.
Anlaşmayı eleştirenlere seslenen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry şöyle konuştu: “Anlaşmanın mükemmel olmadığını söyleyenler olacaktır. Aslında onlar da bu konuda bir sorumluluk taşıyor. Daha iyi alternatifin nasıl bir şey olduğunu çıkıp insanlara anlatsınlar.”
Görünürdeki alternatif ise İran’a yeni yaptırımların uygulanması. Böyle bir adımın atılması hâlinde denetim azalır, yeni santrifüjler kurulur, yüzde 5 seviyesi üzerindeki zenginleştirme sürer, Natanz, Fordow ve Arak’ta geliştirme çalışmaları devam eder, İran’da katılık yanlısı kanadın Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in altını oyması sonucu müzakere süreci sona erebilir ve İran’a askeri müdahale olasılığı artar. Bu seçeneğin İran’ın nükleer silah geliştirmesini önleme amacına nasıl hizmet edeceğini anlamak zor.
Amerikan halkı, İran’ın niyetlerine ilişkin hâlâ kuşkulu olsa da müzakerelere destek veriyor. Kasımda yapılan CNN/ORC anketine göre Amerikalıların yüzde 56’sı İran’la anlaşma yapılmasına sıcak bakıyor, ABC News/Washington Post anketine göre ise anlaşmaya destek verenlerin oranı yüzde 64. Ancak katılımcıların yüzde 60’ından fazlası, anlaşmanın İran’ın nükleer silah geliştirmesini engelleyeceğinden emin değil.
Kongre’nin son haftalarda oynadığı “kötü polis” rolü, İran’ı baskı altında tutma açısından yönetimin bir miktar işine gelmiş olabilir. Ne var ki Cenevre’de varılan anlaşma, ABD’ye “nükleer konuyla bağlantılı yeni yaptırımlar uygulamaktan kaçınma” çağrısı yapıyor. ABD Başkanı Barack Obama, anlaşmayı duyururken şöyle konuştu: “Şu an yeni yaptırımlar devreye sokmanın zamanı değil. Zira böyle bir hareket, umut vadeden bu ilk adımı akamete uğratır, müttefiklerimizle aramızı açar ve şu ana dek yaptırımlarımızın uygulanmasını mümkün kılmış olan koalisyonu riske atar.”
İran’ın üzerine düşeni yerine getirmesi hâlinde Obama’nın kendi yükümlülüklerini yerine getirebilmek için gideceği ilk adres, Demokrat Partili Senato Çoğunluk Lideri Harry Reid olacak. Zira Reid 21 Kasım’da şöyle konuşmuştu: “Yönetimin diplomatik çabalarını desteklemekle birlikte, her iki partinin desteğiyle yeni bir yaptırım tasarısını aralık ayında görüşmek üzere seçeneklerimizi açık tutmalıyız diye düşünüyorum.”
İran’la varılan mutabakat ve buna bağlı olarak ABD-İran ilişkilerinde görülen olumlu seyir, İsrail’le Suudi Arabistan başta olmak üzere ABD’nin kimi bölgesel müttefiklerini alarma geçirdi. Ancak Jahandad Memarian’ın da Al-Monitor’da belirttiği gibi mutabakat bir tek İran’la kapsamlı nükleer anlaşmaya varmak için kazanılan bir zaman olarak değil, amansız İsrail-İran düşmanlığını geride bırakacak bir değişimin başlangıcının başlangıcı olarak da görülebilir.
Şu an ağıza bile alınamayan böyle bir değişim, Rusya’nın taraflar arasında yapabileceği arabuluculuk düşünülürse çok da abartılı bir ihtimal sayılmaz. Fyodor Lukyanov’un belirttiği gibi Moskova’nın bölgesel konumu, Suriye’de oynadığı rol nedeniyle epey yükselmiş durumda. Bunda özellikle etkili olan, Rusya’nın kimyasal silah anlaşmasına sağladığı katkı ve bunun akabinde 27 Eylül’de 2118 sayılı kararın BM Güvenlik Konseyi’nde oy birliğiyle kabul edilmesi.
Moskova, ayrıca İran’ın Suriye konusunda iş birliği yapması için de çabalar sarf etti. Ali Hashem’in Tahran’dan bildirdiği gibi bugünkü nükleer anlaşma, Suriye konusunda daha ileri görüşmelere de zemin hazırlayacak. Moskova’nın Şam ve Tahran nezdinde kanıtlamış olduğu arabuluculuk kabiliyeti, Avidgor Liberman’ın tekrar İsrail dışişleri bakanı olmasıyla ek bir manivela kazanıyor. Ben Caspit bu konuda şöyle yazıyor: “Liberman’ın Rusya başkentinde ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde birçok menfaati söz konusu. Üst düzey Rus yöneticileriyle çok yakın, köklü ilişkilere sahip ve Ortadoğu’yla ilgili birçok konuda anahtarın Rusya’da olduğuna inanıyor. En zor anlarda bile- örneğin Putin’in Suriye’ye S-300 füzesi satacağı veya buna benzer haberler tekrar tekrar medyada yer aldığında- Liberman daima ortalığı yatıştırmak için ortaya çıkar, haberlerin medyada yer almasıyla füzelerin gerçekten teslim edilmesi arasında dağlar kadar fark olduğunu göz kırparak izah eder.”
Olası bir İsrail-Hizbullah anlaşmasının anahtarları tek başına ABD’nin elinde değil, ancak parçalar yavaş yavaş bir araya geliyor. Hizbullah’la ilgili her türlü müzakere, hem Şam hem Tahran üzerinden yürüyecek ki bu da bizi tekrar Rusya’nın rolüne ve Moskova’nın Şam, Tahran, Kudüs ve Washington nezdine kazandığı güvene götürüyor.
Bu arada Türkiye de Semih İdiz’in dikkat çektiği gibi başarısız olan Suriye politikasından uzaklaşıyor ve hem Tahran hem Washington’la ilişkilerini yeniden düzenliyor.
Türkiye, Irak ve İran arasında Suriye konusunda anlayış birliğinin artması, siyasi çözüm için iyi, Suriye hükümetini devirmeye çalışan teröristlerle silahlı gruplar için kötü haberdir. Wladimir van Wilgenburg’un da işaret ettiği gibi bu anlayış birliği, zamanla Suriyeli Kürtlerin özerklik girişimlerini frenlemeye de hizmet edecek.
Dolayısıyla tüm bunların toplamı ele alındığında, gelişmeler aynı doğrultuda devam eder ve Suriye’de durum istikrara kavuşmaya başlarsa İsrail-Lübnan sınırındaki gerilimi ortadan kaldırmak için görülmemiş bir fırsat doğar. Zira Hizbullah ancak İsrail’le barış sağlanırsa güç kaybetmeye başlar.
İşte bu nokta da İran için final oyununun başlangıç vuruşu olur. ABD’nin İran Yaptırım Yasası gereğince petrol ve finans alanında uyguladığı tüm yaptırımları kaldırması için İran’ın artık kitlesel imha silahları elde etme peşinde olmadığı, terörü desteklemediği ve ABD’yle müttefikleri için kayda değer bir güvenlik tehdidi oluşturmadığı Başkan tarafından Kongre nezdinde tasdik edilmeli. Bu da şu demek oluyor ki ABD ile İran yaptırımları bitirme konusunda ciddiyse İran-İsrail-Hizbullah konusu mutlaka görüşülmek durumundadır. İran’dan destek alan Hizbullah’ın ABD’nin terör listesinde bulunduğunu burada hatırlatalım.
Eğer İran nükleer enerji alanındaki niyetlerinin tamamen barışçıl olduğunu zaman içinde kanıtlarsa, belki çok da uzak olmayan yeni bir adım daha atılır ve doğrudan ABD’yle İran arasında sivil amaçlı nükleer iş birliği anlaşması yapılır. Böyle bir anlaşmanın Kongre tarafından onaylanıp yürürlüğe konması gerekecek.
Böyle bir değişim bir gecede gerçekleşmez, tabi gerçekleşirse. Hâliyle Cenevre mutabakatı sadece bir ilk adım anlamına geliyor. Ama doğru yönde atılmış büyük bir adım. Hem ABD politikası açısından hem de Ortadoğu’daki bölgesel güvenlik açısından…
Lübnan’ın Nabzı saldırı beklentisini önceden yazdı
Beyrut’tan bildiren Al-Monitor muhabiri, 13 Kasım’da şu satırları kaleme almıştı: “Hizbullah mensubu bir güvenlik kaynağının Al-Monitor’a verdiği bilgiye göre Lübnan güvenlik ve istihbarat birimleri, radikal Selefi grupların Aşure döneminde Şiileri hedef alan saldırılar planlıyor olabileceği bilgisine sahip.”
Yaklaşık bir hafta sonra 19 Kasım’da meydana gelen terör saldırısı, Beyrut’taki İran Büyükelçiliği’nin dışında en az 23 can aldı.
McClatchy haber portalının 20 Kasım tarihli haberine göre Batılı istihbarat servisleri de El Kaide bağlantılı grupların Hizbullah hedeflerine yönelik saldırılar düzenleyebileceği bilgisini patlamadan önce Lübnan hükümetine iletmiş.
Gazze’nin elektrik ve kanalizasyon krizi Filistin’in Nabzı’nda
Gazze’de yaşanan elektrik ve kanalizasyon krizleri, 20 Kasım’da New York Times gazetesine konu oldu.
Rasha Abou Jalal Al-Monitor’da 24 Ekim’de yayımlanan makalesinde Gazze’de çocukların elektrik krizi nedeniyle sokak lambalarının ışığında ders çalışmak zorunda kaldığını anlatmıştı. Abou Jalal 18 Kasım tarihli haberinde de Gazze’deki krizin kanalizasyon sorunuyla birlikte “yeni bir zirveye” ulaştığını yazdı.
ABD, Rusya ve Ortadoğu üzerine Al-Monitor-SAIS konferansı
Al-Monitor ile John Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Paul H. Nitze İleri Düzey Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS), 5 Aralık Perşembe günü Washington’da “ABD, Rusya ve Ortadoğu” konulu bir konferans düzenliyor. Konferans katılımcılarının arasında, Rusya’nın BM daimi temsilcisi Vitaly Churkin, Temsilciler Meclisi Daimi İstihbarat Komitesi’nin Cumhuriyetçi Başkanı Mike Rogers, Temsilciler Meclisi Bütçe Komitesi’nin kıdemli Demokrat üyesi Christopher Van Hollen, kıdemli SAIS uluslararası ilişkiler araştırmacısı ve Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi danışmanı ve mütevelli heyeti üyesi Zbigniew Brzezinski, Al-Monitor yazarları ve çeşitli yorumcular yer alacak.