30 Haziran günü yolu İstanbul’un Taksim bölgesine düşen herhangi birisi, Türkiye’de homoseksüellerin büyük bir özgürlük alanından faydalandıkları şeklinde yanlış bir intiba edinebilirdi.
30 Haziran günü Türkiye’nin dört bir tarafından gelen on binlerce LGBT birey İstanbul’un Beyoğlu semtinde bir insan seli olmuş akıyordu. Ellerinde renkli flamalar, davullarını çalarak, sloganlar atarak ilerleyen oldukça canlı bu grup fotoğrafı eşcinsellerin Türkiye’deki durumuna ilişkin oldukça yanıltıcı bir izlenim sunuyordu aslında.
Türkiye’de eşcinseller “namus” cinayetlerine kurban gidiyor; çalışma hayatı ve sosyal yaşamda ciddi bir şekilde ayrımcılığa uğruyorlar. Homoseksüellerin değişik düzeylerde gördüğü muamele ciddi bir toplumsal ikiyüzlülüğü ve kökleri çok derinlere inen bir homofobiyi ortaya koyuyor. Örneğin, Türkiye’nin eğlence sektöründe pek çok homoseksüel ve transseksüel ciddi bir rağbet görürken, aynı kişilerin ortalama bir iş yerinde iş bulması neredeyse imkânsız gibi. Yani Türkiye toplumu televizyonda ya da gittiği gazinoda, şarkıcı veya sinema oyuncusu olarak görmekten keyif aldığı eşcinsel figürüne gündelik hayatında bir türlü tahammül gösteremiyor.
Homoseksüellerin karşı karşıya kaldıkları ambivalans tutum sadece toplum düzeyinde değil aynı zamanda kurumlar nezdinde de kendisini ortaya koyuyor. Örneğin Türkiye ordusu, homoseksüellere ilişkin oldukça net bir dışlayıcılık tablosu ortaya koyuyor.
Türkiye bütün NATO ülkeleri içinde homoseksüelliği psikolojik hastalık olarak kabul eden tek orduya sahip. Türkiye’de bir homoseksüelin subay olarak orduya kabul edilmesi mümkün değil; bir biçimde kabul edilmişse de, homoseksüellik ordudan ihraç sebebi kabul ediliyor. Zorunlu askerlik hizmeti yapan erler için ise, “durumlarını” ispatlamaları halinde, “askerliğe elverişli olmadıkları” yönünde bir belge düzenleniyor ve askerden muaf kabul ediliyorlar.
Ancak homoseksüeller bu muafiyetten faydalanmak için bir biçimde homoseksüellerini ispatlamak zorundalar. İspat için ise, homoseksüeller oldukça aşağılayıcı bazı ritüelleri tamamlamak zorunda kalıyorlar. Örneğin, yakın zamanlara kadar, homoseksüel olduğunu söyleyen bireylerden, askerden muafiyet için “homoseksüel ilişki sırasında” çekilmiş fotoğraflarını orduya teslim etmeleri isteniyordu. Türk ordusunun eşcinsellerden istediği bu “görüntülü” ispat, Alman Der Spiegel dergisi tarafından Türk ordusunun “dünyanın en büyük porno arşivine” sahip olduğu şeklinde hicvedilmişti(4).
Parlamentoda yeni Anayasada eşcinsellerin haklarının ne olacağının tartışıldığı bugünlerde, Türkçe-Ermenice yayın yapan AGOS gazetesi, “muaf” olmayı başaramayıp, zorunlu askerlik hizmetine başlayan bir eşcinselin hikâyesini yayınladı.
Ü.G’nin hikâyesi bir homoseksüelin Türkiye’de orduda nasıl bir atmosferle karşı karşıya kadlığını ve hayatının nasıl cehenneme dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
Ü.G askerlik için kayda çağrıldığında, eşcinsel olduğunu söylüyor. Ama kendisine uygulanan “testlerle” tatmin olmayan doktorlar, “askerliğe elverişli” olduğuna karar veriyorlar. Bunun üzerine Türkiye’nin doğusundaki Erzincan’daki askeri birliğin yolunu tutuyor. Dilerseniz hikâyenin geri kalanını AGOS’un haberinden okuyalım:
“...Erzincan’a varmadan haberi ulaşıverir birliğine. Bir başka asker doktorun karşısına çıkar. Durumu bilen asker doktor psikolojik tacizden geri kalmaz. Hastalığını sorar, ‘bir hastalığım yok’ der Ü.G. ‘Ben eşcinselim, burada olmamam gerekiyor’ dediğinde tabip albayın cevabı kemikleşmiş zihniyeti de ortaya koyar. ‘Daha ne istiyorsun, cennete düştün işte!’
Zorla silahaltına alınsa da ortalıkta gözükmesi istenmez. Koğuşta yatması sakıncalı bulunduğundan hastaneye yatırılır, gel gör ki nereye kadar? Bir hafta sonra birliğine gönderilir. Yazıcı yaparlar hemen, ortalıkta fazla görünmemesi için. Gün içinde sözlü ve fizikî tacizlerin ardı arkası kesilmez. Yemek kuyruğunda arkasına geçmek, ona daha yakın durmak(!) için kavga eder silah arkadaşları. Kantinden bir şey almak istediğinde başka alış veriş yapan askerler varsa yüzüne bakılmaz Ü.G.’nin, ama kimsecikler yoksa ‘içeri gel istediğin her şeyi vereyim’leri duymak sıradanlaşmıştır onun için… Birliğindeki bir uzman çavuş dost gibi yaklaşır Ü.G’ye. Her gün gazete getirir, hal hatır sorar, sırtını sıvazlar. Onu anlayan biri çıktığını zanneder ilk zamanlar. Askerden sonra gelen telefonla ise işin rengi belli olur. Dost canlısı uzman çavuştur arayan. ‘Tayinim Edirne’ye çıktı, görüşelim artık’ der. Acemiliğini, sık sık ziyarete gelen akrabalarına durumunu çaktırmadan atlatır. Yemin töreninde de annesini mutlu etmenin verdiği huzurla usta birliğine yol alır, Kıbrıs’a…
Acemi birliğindeki yardımsever(!) uzman çavuşun verdiği bir isim var aklında hep. ‘Senin işini çözse çözse o çözer’ demiş. Kıbrıs’a gidince onu bulması gerek ama kolay değil, ulaşması gereken kişi ‘paşa’lardan. Büyük uğraşlar sonucu buluyor paşayı. ‘Ben birliğimde böyle şey istemem’ diyen paşanın hassasiyetiyle(!) Ankara’ya sevk olur alelacele. Yol masrafını karşılamaz ordu, cebindeki son parayla ucuz bir uçak bileti bulup kendini Ankara’ya atar. Askerî hastanede çeşitli dertlerden mustarip asker hastalarla kalır bir hafta boyunca. Bir haftalık bekleyişin ardından kurula bile girmeden imzalatılan kâğıtlarla özgürlüğüne kavuşur kavuşmasına da derdi henüz bitmez. Ailesini inandırmak için rapor üzerinde küçük bir oynama yapar.
‘Psikoseksüel bozukluk’ raporunu birkaç Photoshop ustası arkadaşıyla ‘ülser’ raporuna çevirir. ‘Ülser nedeniyle kimi terhis etmişler oğlum’ diyen ailesinin kaygısı ‘oğlumuz kanser oldu da bizden saklıyor’a kadar gider. Onları ikna için doktor doktor gezer ve ‘Askere gidenlerde strese bağlı mide bozuklukları sık görülür’ diyen doktor, aileyi ‘oğlumuz kanser’ fikrinden kurtarır.”
AGOS gazetesine bu haberi kaleme alan Ulaş Gürpınar, haberin sonuna şu notu düşmüş: “Ü.G’nin hikâyesi yakın bir döneme ait olsa da hafızası çok şeyi silme çabasında. Görüşmemizde süreci, zamanları, olayları, kişileri, mekânları dile getirmekte zorlandı. Bunca şeye karşın ‘ben ucuz yırttım’ diyebiliyor.”
Ü.G’nin yukarıda askerlikle ilgili olarak anlatılan hikâyesi Türkiye’de eşcinsellerin hayatlarının ne kadar zor olduğuna dair küçük bir kesit sunuyor sadece. Eşcinseller hayatın her alanında net bir dışlanma ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu ciddi ayrımcılığa rağmen Türkiye’deki yasalar kişilerin “cinsel yönelim” temelinde maruz kaldıkları ayrımcılığa ilişkin bir düzenleme içermiyor.
LGBT örgütleri “cinsel yönelim” ibaresinin yasalara ve Anayasaya girmesi için büyük gayret gösteriyorlar. Ancak şu ana kadar somut bir kazanım elde edilebilmiş değil. Ü.G’nin hikâyesi gibi, deneyimlerin medyaya daha çok yansıması belki de kanun koyuculara “cinsel yönelim” temelinde yapılan ayrımcılığın ne kadar ağır bir hak ihlali olduğunu anlatmaya yardımcı olabilir.