Türkiye’de bazıları öteden beri, eleştirilerde bahis konusu edildiği gibi iktidardaki AKP’nin “toplumu İslami bakımdan daha da muhafazakârlaştırmak gibi bir gayesinin olmadığını” ileri sürer.
Bunlara göre tüm olup biten, Türkiye’deki sosyo-kültürel değişime paralel olarak İslam’ın kamusal alanda daha görünür hale gelmiş olmasından ibarettir. Mealen, dedikleri şudur: Kemalist cumhuriyetçi ve laikçi eski rejimde İslam baskı altındaydı; AKP’nin iktidarında bu Jakoben rejim yıkıldığı ve baskı ortadan kalktığı için şimdi Türkiye’nin bir İslam toplumu olduğu gündelik hayatta daha fark edilir hale geldi...
İyi de Türkiye’deki değişime dair her şey İslam’ın daha fazla görünür olmasından ibaret mi?
Öyle olsa iyiydi. Ortada, bireysel hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi açısından kaygı duyulacak herhangi bir durum olmayacaktı. Bilakis, İslam’ın bir yaşam tarzı olarak daha görünür hale gelip, azınlık ya da çoğunlukta olmalarına bakılmaksızın diğer tüm yaşam tarzlarıyla birlikte, yan yana veya iç içe barış içinde yaşayabiliyor olması, politik İslam’ın demokrasiye uyum sağlayabileceğini savunanları herhalde çok memnun ederdi.
Bu görünmezlik/görünürlük ikileminde izlenmesi ve gözlenmesi gereken sadece İslam değil. İslami formların toplumda daha görünür hale gelmesine paralel olarak neredeyse görünmez kılınmak istenen bireysel hak ve özgürlükler var mı ona bakmak lazım.
Bakınca görüyoruz ki, evet var.
AKP iktidarı kamusal alanda alkollü içki tüketiminin önlenmesi, neredeyse görünmez kılınması ve gayrimeşru hale getirilmesi, alkollü içki üretiminin kazanç getiren bir yatırım olmaktan çıkarılması, caydırılması ve içki satışının azami ölçüde kısıtlanması için birkaç yıldır sistemli, ısrarlı, yaygın ve çok boyutlu bir kampanya sürdürüyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu kampanyanın öncüsü ve lideri.
Ve tabii ki başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin üst düzey yöneticileri bu kampanyayı savunurken alkolü yasaklayan İslam dininin buyruklarını değil, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden korumak için gerekli tedbirleri alır” diyen 58 numaralı maddesini uyguladıklarını söylüyorlar.
Bu pozisyonda durup, İslamcı bir gündemlerinin olmadığına Türkiye ve dünyayı inandırmayı amaçlıyorlar.
Ancak, rakamlar ve veriler AKP iktidarının anayasanın amir hükmünden kaynaklı olduğu iddia edilen gayretkeşliğini desteklemiyor. Çünkü OECD verilerine göre Türkiye’de yaşı 15’ten yukarı olan kişi başına saf alkol tüketimi ortalaması yılda sadece 1,5 litre. Türkiye OECD ülkeleri arasındaki açık ara en düşük ortalamaya sahip.
27 üyeli AB ortalamasında bu oran yılda 10,7 litre. Üstelik Türkiye’de alkol tüketiminin endişe verici oranda arttığı falan da yok. AKP’nin iktidardaki ilk yılı olan 2003’te 1,5 litre/yıl olarak ölçülmüş, 2006’da en düşük seviye olan 1,2 litre/yıl ortalamasını gördükten sonra son olarak 2010’da yine 1,5 litre/yıl verisi elde edilmiş.
Alkolizm Türkiye’de bir toplumsal sorun değil. Sert tedbirler alınmadığı takdirde alkolizmin bir toplumsal sorun halini alacağına dair hiçbir inandırıcı gösterge yok.
Mamafih, sert yasal tedbirler alınması AKP’nin alkole karşı sürdürdüğü ısrarlı kampanyanın önemli alanlarından biri.
Ve son günlerde bu alanda gözlerden kaçmaması gereken bir hareketlenme yaşanıyor.
Hareket, “İki adım ileri, bir adım geri” şeklinde. Gösterelim:
AKP 10 Mayıs’ta Türkiye Parlamentosu’nun başkanlığına alkollü içki tüketimini ve satışını engellemeye dönük, son derece ağır hükümler içeren bir kanun tasarısı sundu.
Kamuoyunda bu tasarının en çok tartışılan üç hükmünden biri içki satış ruhsatlarını verme yetkisinin seçilmiş belediyelerden atanmış vali ve kaymakamlara devredilmesiydi. Bu, içki satışında yetkinin doğrudan merkezi otoriteye geçmesi anlamını taşıyordu ki o otoritenin de tavrı zaten belliydi.
En çok muhalefetle karşılaşan ikinci konu, içki satışlarının, işletme dışından görülmeyecek şekilde yapılması idi. Uygulandığında bu, mesela İstanbul Boğazı kıyısındaki bütün içkili balık lokantalarının açık hava bölümlerinin çevresinin etraftan görülmeyecek şekilde kapatılması anlamına geliyordu.
Tepkiler üzerine, Meclis’in Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmekte olan yasa teklifinin bu iki hükmü iptal edildi.
En çok tepki çeken üçüncü hüküm ise okul, dershane, kurs ve ibadethanelere 100 metreden yakın her türlü ticari işletmede “turizm teşvik belgeli” olanlar da dâhil alkollü içki sunumu ve satışını yasaklanmasıydı.
Bu hüküm de yumuşatıldı. Mesela, kurslar bu kapsamdan çıkarıldı. Yoksa biçki dikiş kurslarının 100 metre yakınında içki satılamayacaktı.
Sanki AKP alkolü yasaklamak için iki adım ileri atmış ve tepkiler üzerine bir adım gerilemişti. Belki de teklifi sunanların asıl niyeti şimdilik sadece bir adım atmaktı...
Siyasi taktik olarak iki adım atarmış gibi yaptıktan sonra bir adım geri çekilip, toplumun bundan tehdit algılayan kesimini o kalan bir adıma razı etmek... Ama o “bir adım” çok büyük bir adım.
Nihayet, 22 Mayıs’ta Meclis’in Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilip Genel Kurul’a gönderilen içki yasakları tasarısındaki kısıtlayıcı hükümlerden bazıları şunlar:
Halen mevcut olan içkili işletmeler 100 metre yasağından etkilenmeyecekler. Ancak sattıklarında, ad değiştirdiklerinde ya da başkasına devrettiklerinde işletme yasak kapsamına giriyor.
Alkollü içkiler işletme dışından görülecek şekilde perakende olarak satışa sunulamayacak. Bu, içki şişelerinin hiçbir şekilde vitrine konulamayacağı anlamına geliyor.
Alkollü içkilerin her ne surette olursa olsun reklamı ya da tanıtımı yapılamayacak.
Alkollü içki üreten, ithal eden ve pazarlayanlar hiçbir etkinliğe marka ya da logolarını kullanarak sponsorluk yapamayacaklar.
AKP iktidarı bu yasaklarla İslami muhafazakâr bir toplum mühendisliği yapıyor.
Son yıllardaki yaygın kamu baskısı ile muhafazakâr çoğunluklu Anadolu şehirleri zaten alkolsüzleştirilmişti. Şimdi belli ki hedef, İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra liberal ve laik yaşam tarzını benimsemiş dünyaya açık Ege ve Akdeniz kıyı kentleri ve bölgeleri.
Asıl amaç toplumu ve gençliği aşırı alkol tüketiminin zararlarından korumak olsaydı bu kadar agresif ve ölçüsüz bir politika izlemenin gereği kalmayacaktı.
Seküler hayat tarzının yan bir sosyal unsuru olan alkollü içki tüketimine karşı, bir kesimin hak ve özgürlüklerini sınırlamak ve onları aşağılamak pahasına bu kadar katı bir tutum alınmasının zamanlaması da ilginç.
Gerçekten, AKP içki yasaklarında neden bu kadar acele ediyor? Onu kovalayan nedir?
2014’te üç seçim var. Önce martta yerel, sonra eylülde cumhurbaşkanlığı ve belki ondan sonra bir de anayasa referandumu.
Yeni anayasa çalışmaları tıkandı; Kürt partisi BDP, Erdoğan’ın başkanlık planlarına destek vermedi ve bu sonbaharda yapılması beklenen anayasa referandumu bu nedenlerle ileri bir zamana ertelendi.
AKP sadece toplum mühendisliği stratejisi izlemiyor, PKK’yla yürütülen barış süreci nedeniyle milliyetçi/muhafazakâr kesimde kaybedilebilecek oyları bu İslami motifli içki yasaklarıyla geri kazanmayı ve bir seçmen konsolidasyonunu da amaçlıyor.