Halk Direniş Komiteleri Genel Sekreteri Züheir El Kaysi, 9 Mart 2012’de işgalci kuvvetler tarafından düzenlenen suikastte hayatını kaybetti. Gazze Şehri’nin batısındaki Tel El Havva semtinde arabasında seyreden Kaysi, savaş uçaklarından atılan bombaların hedefi oldu. Bu olay üzerine Filistin İslami Cihad hareketi, İsrail’e karşı tek başına dört günlük bir savaş yürüttü. İslami Cihad’ın askeri kanadı olan El Kuds Tugayları, İsrail’e yaklaşık 200 roket fırlatırken, saldırıların devamı halinde Gazze’den 35 kilometre mesafede olan Aşdod’u vuracak güçte roketler kullanma tehdidinde bulundu.
Gözlemcilerin o dönem “dehşet dengesi” dediği ve Haitham El Mişal’e 30 Nisan 2013’te düzenlenen suikast sonrasında da geçerli olan durum ve müteakip İsrail saldırıları şu soruya yol açtı: İslami Cihad tek başına bir savaş yürütebilir mi? Bu savaş belki de yayılır ve Lübnan’daki Hizbullah’ı, İran’ı ve Suriye’yi de içine çeker.
Yoksa Filistin Kurtuluş Örgütü Ulusal Konseyi ve yerel encümenler için yapılacak seçimlere katılma niyetini açıklayan İslami Cihad siyasi gözdağına mı başvurur?
Sıradaki Savaş
Çalışma ofisinde Al-Monitor ile görüşen İslami Cihad liderlerinden Halid El Bateş, yeni bir savaşın kaçınılmaz olduğuna inanıyor. Zira ona göre “Siyonistler, direniş hareketinin Tel Aviv’i roketlerle dövdüğü kasımdaki son çarpışmadan sonra içlerinde biriken garezi dökmek istiyor.”
Bateş’e göre İsrail, bir sonraki saldırısında denklemi değiştirmeye ve Filistin cephesini şaşırtmaya çalışarak durumu tırmandıracak, İran, Suriye ve Lübnan’daki Hizbullah’ı tehdit edecek.
Bateş öngörüsünü söyle açıklıyor: “Gazze Şeridi’ndeki durum kolayca alevlenebilir. Zira düşman Gazze’de galip çıkacağına inanıyor. Ancak işler bu kadar basit olmayacak. Direniş, halkı korumak, savaşı kazanmak ve düşmanın planlarını bozmak için fazlasıyla hiddetli olacak. İran’ı vurmak kolay olmaz. İsrail ve ABD’ye ağır bir fatura çıkar, çünkü bu, Gazze’ye savaş açmaya benzemez. Gazze söz konusu olunca teröre karşı mücadele bahanesine sığınan uluslararası toplum zayıf tepkiler veriyor.”
Gazze’nin yeni bir saldırıya hedef olacağına inanan Bateş, Al-Monitor’a bu sözleri söylerken kendinden emindi. Bateş’e göre İsrail, hükümetin güçlü olduğunu ve istediği şartları dayatabildiğini halkına göstermek amacıyla imajını pekiştirmek, Filistin gruplarının kısıtlı gücünü ortadan kaldırmak, Gazze’den roket atışlarını engellemek ve yerleşimlere ilişkin yeni koşullar dayatmak istiyor.
Filistin Araştırma ve Etüt Merkezi’nden Hasan Abdo, Bateş ile aynı fikirde değil. Ona göre son suikast, Mısır’ın arabuluculuğunda sağlanan ateşkesi ihlal etmiş olsa da bu ihlal, İsrail’in genel siyaset çerçevesi dışında münferit bir hareket. Abdo, İsrail Savunma Bakanı Moshe Ya’alon’un yaptığı son açıklamalarla savaş istediğini belli ettiğini, ancak bu tutumun, bakanın mensubu olduğu aşırı sağ kanadın tutumunu yansıttığını vurguladı.
İşgalci güçlerin suikast politikasını sürdürmesi halinde İslami Cihad’ın boş durmayacağını öngören Abdo, hareketin Kaysi suikastı sonrası ortaya koyduğu gibi İsrail’le tek başına çarpışabilecek yetenekte olduğunu belirtti. Hareket, o dönem istediklerini kabul ettirene dek İsrail’i vurmaya devam etmişti. Ancak mevcut ateşkeste birçok tarafın angaje olduğuna dikkat çeken Abdo, İslami Cihad’ın bu durumu sabote etmeye çalışan taraf olarak görünmek istemediğini, dolayısıyla ortak vizyon çerçevesinde hareket edeceğini öngörüyor.
Al-Monitor’a konuşan İslami Cihad’ın bir diğer lideri Kadir Habib, olası bir saldırı halinde hareketin tek taraflı karşılık verme yanlısı olmadığını belirterek şöyle devam etti: “Ateşkes ihlal ediliyorsa hareket, müşterek bir Filistin misillemesi için uğraşacak. Zira bu tek başına verilecek bir karşılıktan çok daha güçlü olur.”
Habib, İslami Cihad’ın kendisini çok sayıdaki Filistin grubu ve direniş kanadından sadece bir tanesi olarak gördüğünü ifade etti.
İsrail’in hangi durumda ateşkesi ihlal etmiş sayılacağı sorusuna karşılık Habib şu yanıtı verdi: “Mücadelenin durumuna bağlı olarak bu kararı, sahadaki kardeşlerimiz diğer Filistinli direniş gruplarıyla danışarak verir. Düşmanın pek çok ihlaline rağmen Cihad hareketi ateşkese bağlıdır. Bu bağlılığımız, halkımızın menfaatlerine olan bağlılığımızın bir ifadesi. Her şeye rağmen İsrail ihlallerini sürdürürse ateşkes uçup gider. Direniş hareketi de ciddi bir durumla yüz yüze gelir ve karşılık vermek durumunda kalır.”
Oslo Anlaşması’na Hayır
İslami Cihad’ın İnternet sitesinde, hareketin temel ilkesi şöyle tanımlanıyor: “Müslüman ve Arap toprağı olan Filistin, nehirden denize kadar kurtarılmalı. Bu toprağın bir santimi bile feda edilemez. Siyonist oluşum yok hükmündedir ve varlığı men edilmelidir. Şeriat, Siyonist oluşumun herhangi bir parçasını tanımayı haram kılar. Filistin’de Siyonist varlığını tanıyan ya da herhangi bir ulusal haktan vazgeçmeyi öngören tüm çözüm planları ret ve men edilir.”
Bu anlayış, İslami Cihad’ın Filistin Ulusal Yönetimi’nde yapılan hiçbir meclis ve başkanlık seçimine katılmamasını açıklıyor. Zira tüm bunlar 1993 Oslo Anlaşması’nın ürünüydü.
Bu sebeple Abdo, hareketin İsrail işgali altında gelişen herhangi bir siyasi sürece katılmasını olası görmüyor. Abdo’ya göre hareket ayrıca işgal altında kurulan ara dönem kurumlarını fesat olarak görmekte, çünkü bunların işgale hizmet ettiğine ve Filistin kurtuluş projesini baltaladığına inanmaktadır.
Habib de İslami Cihad’ın meclis ve başkanlık seçimleri konusunda net bir tutuma sahip olduğunu ve bunlara katılmayacağını belirtti. Hareket, Oslo Anlaşması ve sonuçları konusunda da aynı tutumu sürdürüyor, bu nedenle 1996 ve 2006 seçimlerine katılmayı reddetmişti.
Habib şöyle devam etti: “Denklem değişmiş değil. Oslo Anlaşması referans olmaya devam ediyor, biz de onu reddetmeye devam ediyoruz. Zira bize göre bu anlaşma, Filistinliler için doğru yol olan direnme ve tüm toprakları kurtarma hedefinden bir sapmadır.”
İslami Cihad Genel Sekreteri Ramazan Şallah, 2007 yılında çıkan “Filistin’de İslami Cihad Hareketi: Gerçekler ve Tutumlar” isimli kitabında seçimlere katılmayı reddetmelerine temel neden olarak seçimler neticesinde Filistinlilerin daha da kötü duruma düşmesini gösteriyor.
Şallah kitabında şu satırlara yer veriyor: "Biz işgal altında bir halkız. Biz, işgalin pençesinden ulusal kurtuluş olarak bilinen dönemi yaşıyoruz. Böyle bir dönemde ve mevcut şartlar altında hiçbir faaliyetin cihat ve direnişin önüne geçmemesi gerekir. Seçimlerin Filistin davasını nasıl etkilediğine bir bakalım, hem iç işlerimiz bakımından, hem de siyaset, toplum ve güvenlik düzeyinde. İnanıyorum ki Filistinlilerin bugün kötü durumda olduğunu ve benzeri görülmemiş bir açmazla karşı karşıya olduğumuzu herkes kabul ediyor. Yasama Meclisi nerede? Meclis üyelerinin dörtte biri İsrail hapishanelerinde değil mi? İşgal altında süren bu demokratik sürecin bir tuzak işlevi görerek önceliklerimizden, yani düşmanla mücadeleden sapmamıza sebep olduğu belli değil mi?”
İslami Cihad’ın Popülerliği
Belki de İslami Cihad’ın gittikçe sertleşen bu siyasi tutumu sayesinde ve Gazze Şeridi’ne karşı girişilen son savaş nedeniyle harekete olan halk desteği artış gösteriyor. Öyle ki bazı liberaller ile İslami parti karşıtları bile, siyasi İslam bağlantılı olan ve iktidarda yer alan başka hareketlere kıyasla İslami Cihad’ı övme noktasına geldi. İslami Cihad’ın zemin kazanması, uzun yıllar boyunca en popüler hareket olan Hamas’ın iktidara yükselişi sonrasında başladı.
Artan halk desteğini, her şeyden önce hareketin diğer seçenekleri dışlayarak tümden direniş yanlısı olmasına bağlayan Habib şöyle konuştu: “Bu tutum, Siyonist oluşum için stratejik bir tehdit oluşturuyor. Hareketin işgalci güçler tarafından diğer gruplara göre daha fazla hedef alınması da bunu doğruluyor.”
Bateş’e göre ise hareket, net tutumlar sergileyerek işgal güçleriyle hiçbir anlaşmaya girmediği ve Filistinliler arasındaki kanlı çatışmalara katılmadığı için itibar kazanıyor.
Devam edecek…