Suriye’deki isyanın Ankara açısından en kritik sonucu “Türkiye’nin Kürt sorununun bölgeselleşmesi”dir.
Suriye Kürtleri geçen temmuzda Şam rejiminin kendi bölgelerinin büyük bir kesiminden çekilmesinden sonra Kürt çoğunluklu şehir ve kasabalarda yönetimlere el koyarak, bugün halen sürmekte olan bir otonomi denemesini başlattılar.
Bu gelişmenin “Türkiye’nin kendi Kürt sorununun bölgeselleşmesi” anlamını taşımasının güçlü bir nedeni var: Suriye’nin Kürt bölgelerindeki gelişmelere yön veren, tabanı en geniş, en örgütlü ve silahlı gücü en fazla örgüt olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) Türkiye’deki merkezi otoriteye karşı 28 yıldır silahlı mücadele sürdüren Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye şubesi.
Türkiye’yi yönetenler aradan geçen 30 yıla yakın süre zarfında Türkiye’nin Kürt sorununa geçerli ve kapsamlı bir politik çözüm perspektifini sunabilmiş ve bu doğrultuda bir miktar yol alabilmiş olsalardı, Suriye’nin Kürt bölgesindeki otonomi girişiminden tehdit algılamayacaklardı.
Ve hatta bu gelişme belki de Türkiye’nin menfaatleriyle örtüşecekti.
Ancak Türkiye’nin yöneticileri ülkenin Kürt sorununu hal yoluna koymakta henüz başarı kaydedemediler ve bunun neticesinde şimdi Suriye’nin Kürt bölgelerindeki gelişmelerden Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelmiş bir tehdit algılıyorlar.
Ankara’dakilerin bu tehdit algılamasına verdikleri cevap ise Türkiye’nin Kürt sorunundaki “üçüncü cephe”yi açmak oluyor.
Birinci cephe zaten Türkiye.
İkinci cephe, PKK’nın silahlı kanat yöneticileriyle birlikte binlerce militanının üslendiği Irak’taki Kürdistan Bölgesel Hükümeti toprakları.
Türkiye Suriye’deki “üçüncü cephe”ye doğrudan askeri müdahalede bulunmuş değil. Ancak, Kürt otonomisini hırpalamak ve oksijensiz bırakmak için bazı vekil (proxy) unsurları kullanarak birçok kanaldan mücadele yürüttüğü görülüyor.
“Vekil unsurlar” denildiğinde, Suriye’deki en güçlü uluslararası cihadist grup olan El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin kaçınılmaz biçimde radara girdiği görülüyor.
Türkiye’nin, El Nusra Cephesi’ni desteklediği yönünde artık Batı basınında da yer bulan iddialar söz konusu.
Şu satırlar 12 Aralık’ta International Herald Tribune’de yayımlanmış olan “Al Qaeda in Syria” başlıklı baş makaleden:
“Mr. Obama has blacklisted the Nusra Front as a terrorist organization. It makes sense to isolate the group, but the designation by itself isn’t sufficient. U.S. officials have to make a case directly to the countries or actors that are believed to be most responsible for the weapons and other assistance to the Nusra Front: Qatar, Saudi Arabia, Turkey and Iraqi Kurdistan.”
Türkiye’deki ana akım Kürt hareketinin temsilcileri ise daha ileri giderek Türkiye’yi El Nusra Cephesi başta olmak üzere cihadistler aracılığıyla PYD’ye karşı bir vekaleten savaş (Proxy war) yürütmekle suçluyorlar.
Suriye sınırındaki Kürt nüfuslu ilçelere yaptığı ziyaretin ardından 26 Aralık’ta İstanbul’da bir grup Türk köşe yazarıyla buluşan legal Kürt siyasi oluşumu Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, şu iddiaları dile getirdi:
“Suriye’deki durum artık Türkiye’ye sirayet ediyor. Bazı silahlı grupların tahkim edilerek sınırdan Suriye tarafına geçirildiği Ceylanpınar’da yerel halk tarafından çıplak gözle görülüyor. Büyük kısmı El Nusra Cephesi’nden. Otobüslerle getiriliyorlar. İlçedeki bazı Arap köyleri üzerinde bu grupları evlerinde barındırmaları için baskılar var. Evlerin bu kişiler tarafından kullanılmasında Türkiye ısrar ederse bu ileride Kürtler ve Araplar arasında sorunlara yol açabilir. Resulayn’daki Kürt ve Araplar arasında çatışmayok. Esad güçleri tamamen çekildi; Türkiye çatışma ihraç etmezse çatışma için bir neden yok.”
Kışanak’ın anlattıkları, Resulayn’da El Nusra ve PYD arasında sonbaharda yoğunlaşan ve kasım ayında zirvesine ulaşan çatışmaların ardından bölgede durumun halen gerginliğini koruduğunu gösteriyor.
Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise hükümetinin PYD’ye tavır aldığını kabul ediyor ama bunun “Kürtlükle alakalı olmadığını” söylüyor. Şu satırlar Davutoğlu’nun 15 Aralık’ta Türk gazetesi Milliyet’te yayımlanan demecinden: “Burada asıl sıkıntı, PYD’nin Baas rejimiyle işbirliği yapıyor olması ve de terör (PKK) bağlantısını reddetmemesi. Yoksa Kürt meselesi yüzünden bir tehdit algısı içinde değiliz.”
PKK’nın, Türkiye’nin yanı sıra ABD ve AB tarafından da “terörist örgüt” olarak kabul edildiğini hatırlatalım.Ankara’nın “üçüncü cephesi”nde PYD’ye yönelik bir ekonomik taarruz da söz konusu...
Ankara’nın PYD’nin kontrolündeki bölgeleri ekonomik bakımdan çökertmek için KRG üzerinde kurduğu baskılardan sonuç almaya başladığı da görülüyor.
Suriye’nin Kürt bölgeleriyle olan sınır kapıları zaten kapalı. KRG’nin de Ankara’nın baskıları sonucunda Suriye ile olan sınırını kapattığı bildiriliyor. Bunun neticesinde Kürt bölgelerinde ciddi yiyecek, yakıt ve temel ihtiyaç maddesi sıkıntısı baş göstermiş bulunuyor.
Ankara’dan gelen baskıların, Erbil’e Bağdat’tan yönelen askeri tehditle aynı döneme rastladığını vurgulamak gerek. Şimdi KRG Bağdat’a karşı Türkiye’ye her zamankinden fazla ihtiyaç duyuyor ve bu nedenle Ankara’nın PYD ile ilgili telkinleri karşısında direnç gösteremiyor.
Irak Kürt web sitesi Rudaw’da yer alan haberlere göre önceki hafta Bağdat’ı ziyaret eden PYD lideri Salih Müslim başkanlığında bir heyet Irak Başbakanı Nuri Al-Maliki ile görüştü ve kendisinden Irak’ın Suriye ile bütün sınırlarını açarak insani yardımların bölgelerine ulaşmasının sağlanmasını istedi.
Ankara ile KRG’nin Bağdat’la ilişkilerinin son derece kötü olduğu bir döneme rastlayan bu ziyaret, aynı zamanda Türkiye’nin bölgeselleşen Kürt sorunu ekseninde yeni denge ve ittifak arayışlarına işaret ediyor.
Kışanak ise bölgedeki Kürtlerin ilişkileri hususunda iyimser. Şunları söylüyor:
“Türkiye’nin Barzani’ye çok ciddi baskısı var. Ancak bir daha asla ama asla Barzani PKK’ye, PKK Barzani’ye kurşun sıkmayacak. Suriye Kürdistan’ında da Kürtler arasında çatışma çıkmayacak. Kürtler rakip olur ama düşman olmaz artık.”
Kışanak Türkiye’ye ise bölgedeki bütün Kürtlerle “tarihi ve stratejik bir ittifak yapması” çağrısında bulunuyor.