Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçmen memnuniyeti yaratmak üzere hedeflediği politika faizlerinin düşürülmesi, birkaç aydır gündemde ama temmuz ve ağustosta “pas geçilip” sabit tutulan faizler, 23 Eylül’de, hem de indirimi haklı gösterecek iç ve dış gerekçeler yokken gerçekleştirildi, politika faizi 100 baz puan indirilerek yüzde 18’e çekildi.
Karar öncesi gerçekleştirilen bütün anket ve yoklamalarda yüzde 50’nin üstünde katılımcı, faizlerin sabit tutulacağını ifade ettiğinden tam bir “ters köşe” hâli yaşandı. En önemli gelişme, karar sonrası döviz fiyatlarındaki tırmanış oldu ve dolar fiyatı 8.60 bandından 8.80 TL’lere kadar çıktı.
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu 23 Eylül toplantısında politika faizlerinde bir değişim beklenmez iken indirim kararı aldı. Yoğun beklentilerin aksine, faizi sabit tutmak yerine indirime gidilmesi sürpriz bile sayıldı.
Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun, yüzde 19,25'i bulan tüketici enflasyonu ya da manşet enflasyon yerine, bundan 2 puan kadar aşağıda seyreden çekirdek enflasyonunu dikkate alınacağını ifade eden sözleri, faiz indirimine zemin hazırlamak olarak yorumlansa da bu demeç ancak sonraki aylarda yapılacak bir indirimin hazırlığı olarak algılanmıştı. Eylül indirim beklenen ay değildi.
Bununla birlikte, Merkez Bankası’nın yabancı para zorunlu karşılık oranlarını artırması, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun ise 50 bin liradan fazla tüketici kredilerinin vadesini üç yıldan iki yıla indirmesi faiz indiriminin hazırlıkları gibi algılanmadı değil ve bu algı, doların fiyatını karar öncesi 8.65’e kadar çıkarmıştı.
Dolar, TL’ye karşı son iki haftada yüzde 4,5 arttı. Faiz indirimi ihtimaline karşı başlayan dolarlaşma ile gerçek kişilerin mevduatlarının yüzde 56'sından fazlası döviz olarak tutulur oldu. Bunun daha da artma ihtimali var.
ABD'den, Fed'den gelen tahvil alımlarını azaltma sinyali de eylül faiz indirimini erteletmedi. Fed’den verilen sinyal ABD’de enflasyonun yüzde 4,2’ye kadar çıkacağı ve buna önlem olarak tahvil alımlarının azaltılması ve takiben de faiz artışına gidileceği şeklinde. Fed, takvim vermeden, bu adımları atacağının mesajını tüm dünyaya iletse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatlarını her tür mesajın üstünde tutan Merkez Bankası, bu sinyallere aldırış etmedi denebilir.
ABD'den gelen son mesajlar, faizlerin artırılmasına gidecek parasal sıkılaştırmanın başlaması demek. Bu karar, dünya sıcak parasının yüzünü Türkiye gibi ülkelerden ABD'ye çevirmesinin de sinyali aynı zamanda. Bu da Türkiye benzeri ülkelerde döviz arzının daralması ve döviz fiyatlarının yukarı tırmanması ihtimali demek. Birçok yükselen ülke bu sinyali havada kapıp faiz artışını gündemine aldı. İlk elde Macaristan ve Brezilya’da yaşanan politika faizi artışlarını yakında Tayvan ve Güney Afrika’dakilerin izlemesi bekleniyor.
Eylülde Saray talimatıyla, hiç kimseyi ikna edecek bir gerekçe sunamadan gerçekleştirilen 100 baz puan indirimin ardından gözler şimdiden ekim ayı faiz kararında. Eylülden itibaren tüketici fiyatlarında aylık artışlar yüzde 1 dolayında kalırsa ancak ekim ve izleyen iki ayda TÜFE yüzde 17-18 bandına iniyor. Dolayısıyla, yeni bir indirim ekimde yaşanır mı yoksa gelişmelere göre ekim yine faiz artırma ayı mı olur, bu bilinmiyor.
Son kararın öğrettiği, daha doğrusu hatırlattığı tek realite, kararı Merkez Bankası’nın değil tek adamın, Erdoğan’ın verdiği. Erdoğan 4 Ağustos’ta katıldığı bir televizyon programında “Faiz oranlarında da düşüşe geçiyoruz. Yüksek faiz yok. Yüksek faiz bize yüksek enflasyonu getirecektir. Düşük faiz düşük enflasyonu getirecektir. Ağustos ayı kırılma noktasıdır. Ağustos’ta düşük enflasyona geçeceğiz” demişti. Ağustosta enflasyon düşüşü gelmedi ama Merkez Bankası faizde düşüş talimatını unutmadı ve yerine getirdi.
Eylüldeki 1 puan, onu takip eden ayda 1 puan daha indirimin kredi faizlerine, piyasada önemli bir canlanma yaratacak etkisi olur mu? Bu 1-2 puanlık indirimler başta döviz fiyatlarını yükseltmek olmak üzere yarattıkları kırılganlıklara değmeyecek nitelikte. Finans uzmanı Kerim Rota yaptığımız söyleşide bu ölçüde bir indirimin pek bir işe yaramayacağını, kredileri ucuzlatmayacağını, bu hamlenin Erdoğan'ın tribünlere bir gösterisi olduğunu söyledi. Faiz indirimi bu hâliyle büyümeye rüzgâr olacak bir hamleden çok tek adam Erdoğan’ın her şeyin, para politikasının da hâkimi olduğunu ilan etmekten öte bir işlev görmüyor.
Erdoğan’ın kaygısı, seçmenindeki erozyon. Bütün anketler, AKP ve küçük ortağı MHP’nin oylarında önlenemez bir düşüş gösteriyor. Geçim sıkıntısı, yüksek işsizlik, sosyal yardım alamama, pandeminin kötü yönetilmesiyle yaşanan mağduriyetler, seçmen memnuniyetsizliğinde belirleyici etkenler.
Hükümete olan güvenin iyice sarsılmasıyla hızlanan dolarlaşma ve ardından döviz fiyatlarında yaşanan sert artışlar, hem üretici hem tüketici fiyatlarında büyük artışlara yol açtı. Benzer tırmanış 2018 ortalarında da yaşanmış, tüketici fiyatlarının yıllığı yüzde 25’e kadar tırmanmıştı. Ancak, o dönemde ekonominin başındaki Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın TL faizlerinin 7 puan artıran Merkez Bankası’nın radikal hamlesine desteğiyle fiyat artışları yatışmış, devamında Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezervi de adım adım piyasaya sürülerek fırtınada dümen tutulmaya çalışılmıştı.
Ne var ki enflasyonu kontrole dönük sıkılaştırıcı, daraltıcı önlemler, Erdoğan’ın büyüme tutkusuna iyi gelmiyor. Erdoğan, kısa sürede faizlerin düşürülmesi, büyümenin kredi hacmi genişletilerek, tüketim körüklenerek artırılmasını istiyor. Ancak büyüme ile seçmene iş-aş sağlanacağını ve onları arkasına alabileceğine inanıyor. Dolayısıyla faiz artışlarına çok soğuk ve sürekli düşük faiz istiyor. Ne var ki bu isteğin önünde enflasyon engeli var. Enflasyon, hem gıda arzındaki daralmalar ve tarımın yapısal sorunları hem de döviz fiyatlarının dışa bağımlı üretimde maliyet artışları yaratması nedeniyle dizginlenemiyor.
Pandemi sırasında ve sonrasında dünya hammadde, enerji fiyatlarında yaşanan tırmanışlar da Erdoğan’a hiç yardımcı olmadı, yakın zamanda olacağa da benzemiyor. Özellikle içeride dövize yöneliş, birikimleri dövizde tutma eğilimi, Erdoğan’a duyulan güvensizlikten dolayı gerilemiyor. Yaklaşık 2 trilyon TL dolayındaki mevduatların ortalama yüzde 55’i dövizde tutulurken gerçek kişiler arasında birikimini dövizde tutma oranı, mevduatın ağırlıklı kısmına sahip varlıklı kesimde yüzde 65’e kadar çıkıyor.
Merkez Bankası’nın politika faizini indirmek yerine TL’ye dönüşü cazip kılacak, enflasyonun 1-2 puan üstünde reel getiri sağlayacak faiz artışına yönelmesi, en doğru adım. Ancak bu, Erdoğan’ın umduğu büyümenin yavaşlaması, aynı zamanda faize yenik düşmüş bir lider görüntüsü yaratacağı için uzak durulan bir adım. Sorun da burada düğümleniyor zaten.
Enflasyonun direnç kazanması, iktidara duyulan güvensizlikle pekişiyor. Enflasyona diş geçiremedikçe, Erdoğan’ın gücü eriyor ve ekonomi bu konjonktürde, seçmenin gözünde en yakıcı sorun. Bu soruna çözüm bulamadıkça Erdoğan’ın siyasi ömrü de kısalıyor.