ABD’li Büyükelçi David Friedman 8 Haziran’da New York Times gazetesinde yayımlanan röportajında niçin Batı Şeria’nın bazı bölgelerinde olası bir İsrail ilhakına işaret etti? ABD Başkanı’nın danışmanları Jared Kushner ve Jason Greenblatt’ın iki devletli çözüme alternatif arayışından bahsetmelerinin sebebi ne? Bir iktidar kendi sınırları içinde yer almayan topraklara üzerinde egemenlik ilan etmeden nasıl hakim olabilir ve o topraklarda yaşayan insanlara vatandaşlık vermeme gibi tartışmalı bir kararı nasıl alabilir?
Görünen o ki böylesi bir senaryo pekalâ mümkün. Zira sözümona Yahudiler ile Araplar arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizliği giderecek beş yıllık plan, Doğu Kudüs’ün önemli Arap mahallelerinin ilhakını ve ilave bir tedbir olarak, Kudüs ile diğer Filistin bölgelerini ayıran duvarın dışında kalan Kudüs mahallelerinin il sınırından çıkarılmasını öngörüyor.
İsrail devleti 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana geçen 50 yılı aşkın süredir Doğu Kudüs’e daha çok Yahudi yerleştirerek Filistinlileri bölgeden göndermeye çalışıyor ama sürekli duvara tosluyor. Kudüs Siyaset Araştırmaları Enstitüsü’nün 1967’deki “birleşme”nin yıldönümü olan Kudüs Günü vesilesiyle yaptığı bir araştırmaya göre “birleşik” Kudüs’ü 2017 yılında 17 bin kişi terk etmiş. Kente göçenlerin sayısı ise sadece 11 bin. Kentten ayrılanların yaklaşık yüzde 96’sı Yahudi. Araştırmaya göre 2017 itibarıyla kentin nüfusu 900 bin civarında ve nüfusun yüzde 62’si Yahudi. Bu eğilimin sürmesi durumunda Yahudilerin 2045’te azınlık olmaları muhtemel.
Dolayısıyla eldeki veriler ne Kudüs’ü “Yahudileştirme” planlarını ne de “birleşik Kudüs”e dair sevinç nidalarını destekler nitelikte. Zira tüm vatandaşlara eşitlik ve herkese kamu hizmetleri ve altyapı çalışmalarından eşit pay sağlanmadan gerçek bir “birlik”ten söz etmek mümkün değil. İsrail Kamu Denetçiliği Kurumu’nun Kudüs’ün kalkınması ve güçlendirilmesi kapsamında mayıs 2018’de hazırladığı bir rapora göre nüfusun yüzde 76’sı Doğu Kudüs’ün Arap mahallelerinde yaşıyor ve yoksulluk sınırının altında yaşayanların yüzde 85’i çocuk. Bu mahallelerde hane başına düşen aylık gelir son derece düşük ve Batı Kudüs’te yaşayanların gelirinin yalnızca yüzde 40’ına denk. Doğu Kudüs mahallelerinin hepsinde fiziki alt yapı dökülüyor, okul ya da kamu hizmeti veren kurum sayısı yetersiz.
İsrail’deki siyasi karar alıcılar --sağcılar da solcular da-- hem Kudüs’ün mevcut il sınırlarını koruyup hem de Yahudi çoğunluğu orada tutamayacaklarının farkındalar. Nitekim iki aşamalı planın ortaya çıkmasının sebebi de şimdiye kadarki tüm İsrail hükümetlerinin bu imkansız işe girişip başarısız olmaları. Netanyahu iktidarı bu nedenle başta kutsal mekânlar olmak üzere Doğu Kudüs’ün önemli mahallelerinin ilhakını tamamlamak istiyor. Dahası bu mahallelerin sınır duvarının dışında kalan uzantılarını da il sınırından çıkarmayı hedefliyor. Başbakan Benjamin Netanyahu için iki aşamalı plan, Filistinlilerden kopuşun ilk adımı olacak ve İsrail’in hâlihazıra kendi kontrolünde olan ve Batı Şeria topraklarının yüzde 60’ını oluşturan C Bölgesi’nin ilhakının önünü açacak.
Uluslararası Kriz Grubu’na konuşan eski bir İsrailli güvenlik görevlisi Netanyahu’nun kendisine İsrail’in Filistinlilerden koparılmasının “giderek zorlaştığını” ve bundan endişe duyduğunu söylediğini aktarıyor. Uluslararası Kriz Grubu’nun başında eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Orta Doğu’dan sorumlu danışmanı Robert Malley var.
İsrailli araştırmacı Ofer Zalzberg öncülüğündeki bir grup araştırmacı 12 Haziran’da yayımladıkları raporda Netanyahu iktidarının, Doğu Kudüs’ün Arap mahallelerinin ilhakını kolaylaştıracak bir adımına mercek tutuyorlar: İşgal altındaki tüm Doğu Kudüs topraklarının İsrail tapu kayıtlarına alınması.
Sınır duvarının diğer tarafında kalan Filistin mahallelerinden kopuş Kudüs il sınırlarının yeniden çizilmesiyle gerçekleştirilecek. Dolayısıyla Filistin Şuafat mülteci kampı gibi yerleşimlerin idaresi diğer İsrail yerel meclislerine devredilecek. Filistin mahallelerinde yaşayan insanlar ise kalıcı oturma haklarını koruyacaklar ama İsrail vatandaşlığına sahip olamayacaklar. Dolayısıyla bu insanlar, hem Kudüs kent merkezinden, yani oradaki ticari ve istihdam olanakları ile kamu hizmetlerinden mahrum kalacaklar hem de Filistin Yönetimi’nden kopacaklar.
Böylesi bir senaryonunun yoksulluğu, kaosu ve çaresizliği derinleştireceği ve insanları direnişe sevk edeceği muhakkak. Ancak İsrailli siyasi karar alıcılar yine de planın Avrupa Birliği ve üye ülkelerden gelecek cılız bir protesto dışında hiçbir engele takılmadan işleyeceğine inanıyorlar. Böylelikle Batı Şeria’nın C Bölgesi’nin benzer bir planla ihlakına zemin hazırlanacağını düşünüyorlar.
Plan, Filistin Yönetimi’nin (FY) kıdemli isimlerinin de yakın takibinde. Nitekim Filistin lideri Mahmud Abbas’ın yakın danışmanlarından biri yukarıda bahsi geçen raporu yazan araştırmacılara FY’nin bu tür girişimlerde işbirliği yapmayacağını aktarmış. Raporda ismi açıklanmayan yetkilinin şu ifadelerine yer veriliyor: “İsrail Kudüs meselesini kenti kafasına göre bölüp parçalara ayırarak çözemez. Bu mesele kapsamlı bir şekilde çözülmeli.”
Mülkiyet hakları alanında çalışan deneyimli bir Filistinli avukata göre Doğu Kudüs’teki mülk ve toprakların listesinin çıkarılmasının altında devletin, İsrail dışında yaşayan Filistinlilerin mülklerine el koyma ve bunları İsrailli yerleşimcilere devretme çabası yatıyor. Aşırı sağ sivil toplum kuruluşlarının Filistinlileri evlerinden etme çabalarının İsrail Hükümeti tarafından teşvik edilmesi de bu şüpheleri doğrular nitelikte. Kudüs’ün Şeyh Cerrah ve Silvan mahallelerinde bu tip uygulamalara tanık olunuyor. İsrail’in 1948’deki Arap-İsrail savaşı sırasında İsrail’den sürülen ya da kaçan “gaib” Filistinlilerin mülklerine ilişkin sorunu çözme biçimi bu çabanın bir diğer acı kanıtı.
Eski bir FY yetkilisine göre, Filistin Yönetimi’nin kademeli olarak yapılan tapu kayıtlarını durdurması oldukça güç.
Zalzberg ise Al-Monitor’a yaptığı değerlendirmede beş yıllık programı hazırlayanların Doğu Kudüs’ü, Nazaret gibi İsrail’e bağlı bir Arap mahallesi addettiklerini, bu nedenle de plana itirazları ciddiye almadıklarını söylüyor.
İki aşamalı planın yeni hükümet göreve başladıktan hemen sonra devreye sokulabileceğine inanan araştırma ekibi, Kudüs’te barış isteyen tüm tarafları bu planın karşısında durmaya çağırıyor. Başta AB ve Arap devletleri olmak üzere tüm uluslararası topluma seslenen araştırmacılar, İsrail’in böylesi bir senaryonun doğuracağı ağır sonuçlar konusunda uyarılmasını istiyorlar.
ABD tarafına gelince, Başkan Donald Trump’a yakın isimler tarafından dillendirilen ilhak senaryoları ve iki devletli çözümün üzerini çizen açıklamalar düşünüldüğünde Netanyahu’nun seçimlerde koltuğunu koruması halinde ABD tarafından gelecek tepkilerden endişe duymasına mahâl yok.