GAZİANTEP, Türkiye — Humus’la Hama arasındaki kuşatılmış bölgede sıkışan muhalif savaşçılar ve aileleri 7 Mayıs’ta Suriye’nin kuzeyine gitmek üzere otobüslere binerken aynı bölgeye daha önce kaçan insanlar belirsiz bir gelecekle karşı karşıyaydı.
Kuşatılmış bölgelerden yapılan “tahliyeler” Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan İdlib’in nüfusunu son birkaç yılda iki katından fazla artırdı. Bölgenin nüfusu bugün 2 milyonu aşıyor.
Mart ayından bu yana Doğu Guta’dan İdlib’e en az 66 bin kişinin getirildiği, sığınmacıların İdlib’te barınma sıkıntısı çektiği, devam eden çatışmalar nedeniyle can güvenliği sorunuyla karşı karşıya olduğu bildiriliyor.
Rejim güçlerinin gelişiyle yaşadıkları yerleri terk eden aileler bir gün geri geleceklerini umarak evlerine göz kulak olsunlar diye genellikle bazı aile bireylerini geride bırakıyor.
Madaya’da neredeyse iki yıl süren kuşatmanın yarattığı insani krizden sağ salim çıkmayı başaran İbrahim bir tahliye otobüsüyle nisan 2017’de İdlib’e gitmiş.
Madaya’nın yaklaşık 40 bin kişilik nüfusundan sadece 2 bin 200 kişinin gitmeyi kabul ettiği, bunların çoğunlukla aktivistler, savaşçılar, yaralılara tıbbi yardım sağlayanlar veya başka nedenlerle rejim tarafından aranan kişiler olduğu bildirilmişti.
İbrahim’in erkek kardeşi kuşatma sırasında füze saldırısında ölmüş, annesi ise evinin yakınlarında rejimin keskin nişancıları tarafından vurulmuş. İbrahim Madaya’dan ayrılırken iki ağabeyi geride kalmış.
Al-Monitor’a konuşan İbrahim, bunun “mülk kaybına karşı önlem” babında pragmatik bir karar olduğunu anlatıyor. Savaş sırasında mülkünü kaybeden insanlar Suriye’de oldukça fazla. İslam Devleti’nin işgalleri sırasında da aileler aynı yönteme başvurmuştu. En riskli durumda olanlar yurtlarını terk ederken bazı aile bireyleri geride kalmıştı.
Suriye hükümeti, nisanda çıkardığı yasayla mülk sahiplerine sahipliklerini kanıtlamak için 11 Mayıs’a kadar süre tanıdı. İstenen belgeleri ibraz edemeyenlerin mülklerine el konulacak.
Kimilerine göre bu yasa yeniden inşa sürecinin başlaması için gerekli. Ancak yasadan herkesin haberdar olduğu varsayılsa bile çok fazla kişinin elinde artık resmi tapu bulunmadığı, dört bir yana dağılan insanların bu kadar kısa sürede işlemleri tamamlayamayacağı ortada.
İbrahim’in geride kalan iki ağabeyi kontrol noktalarından geçerken askerler tarafından alıkonulmuş ve biri Şam yakınlarında, diğeri de Humus yakınlarında çatışmaların sürdüğü cephelere gönderilmiş.
İbrahim, halen Humus bölgesinde bulunan ağabeyinin kuşatma sırasında karneye bağlanan gıdanın dağıtımında çalıştığını ve çok sayıda insanın hayatta kalmasına katkıda bulunduğunu anlatıyor.
Şu an Türkiye’nin güneyinde yaşayan, bir yandan Türkçe öğrenirken bir yandan iş arayan İbrahim şöyle devam ediyor: “İnsani yardım geldiğinde uzun bir aradan sonra ilk kez gerçek yemek yiyebilmiştik. Pirincin, domates soslu fasulyenin tadı hâlâ damağımda. Ancak bir süre sonra pirinçten bıktık. Çok fazla pirinç veriliyordu, farklı yiyecekler pek yoktu. Biz de pirinçten mayonez ve çocuklar oynasın diye tutkal yapmaya başladık. Çeşitli tohumlardan zahter yaptık, gerçekmiş gibi kullandık.” İbrahim’e göre temel ihtiyaçlar karşılanınca kuşatma altında yaşamanın zorluğu hayatın monotonluğu idi.
İbrahim, 2015’in ortalarında başlayan kuşatmanın ilk gününde hükümete bağlı bir keskin nişancı tarafından karnından vurulmuş. Madaya’da uzman doktor olmadığı için gizli bir tünelden Zebadani’ye kaçırılmış ve hayatta kalmasını sağlayan iki ameliyattan birincisini burada olmuş.
Madaya’daki sağlık birimini o günlerde Muhammed Yusuf yönetiyordu. Veterinerlik eğitimi alan Yusuf şu an İdlib’te bulunuyor ve Şam’ın banliyölerinden gelen sığınmacılara yönelik çalışmaları koordine ediyor.
WhatsApp üzerinden Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Yusuf, İdlib’teki koşullara dayanamayan, sınırı geçme ya da yeni bir hayat kurma umudu kalmayan bazı insanların Madaya’ya dönebilmek için 5 bin dolara kadar para ödediğini aktardı. Yusuf’a göre “Pek çok kişi döndükten sonra tutuklandı. Bazıları Deyrizor cephesine, bazıları Humus cephesine götürüldü. Hapisten çıkabilmek için 10 bin dolar ödeyenler oldu. Kimileri hâlâ içerde. Bunların arasında kadınlar ve çocuklar da var.”
İbrahim çok şanslı olduğunu kabul ediyor. Suriye’deki ayaklanma patlak vermeden önce bilgisayar bilimi okumuş ve Şam’da tanınmış bir özel okulda öğretmenlik yapmış. Kuşatma sırasında ve daha sonra İdlib’te cep telefonu tamirinden para kazanmış.
İbrahim kuşatma sırasında Madaya ve Zebadani’de en güçlü silahlı grup olan Ahrar El Şam’a katılan arkadaşlarından uzak durduğunu anlatıyor: “Biz hiçbir zaman savaşçı ailesi olmadık. Ben de bu işlere bulaşmak istemedim.”
İbrahim neticede Türkiye’ye geçebilmiş.
Son kitlesel kaçışlar ve mülk yasasıyla birlikte komşu ülkelere sığınan veya Suriye içinde yer değiştiren pek çok insan için eve dönüş ihtimali iyice zayıflamış görünüyor.
Kuzeyde hangi bölgelerin fiilen Türk himayesinde kalacağı, hangi bölgelerin rejim ve müttefiklerinin kontrolüne geçeceği büyük ölçüde İdlib’te belirlenecek.
BM insani işler danışmanı Jan Egeland 3 Mayıs’ta yaptığı açıklamada milyonlarca insanın risk altında olduğunu vurgulayarak şöyle dedi: “İdlib’te bir savaş olmamalı. Bunu Rusya’ya, İran’a, Türkiye’ye, ABD’ye, nüfuzu olan herkese tekrar tekrar söylüyorum.”
Rejimin geri aldığı bölgelerde kalamayan veya kalmak istemeyenler için adeta bir “atık alanı” haline gelen İdlib’te sığınmacılar muazzam bir sayıya ulaşırken rejimin sağlık tesisleriyle sivillere yönelik hava saldırıları sürüyor, silahlı gruplar arasındaki çekişmeler devam ediyor, sınır ise yıllardır kapalı. Tüm bunlar büyük bir felaketi getirebilir. Yıllar süren kuşatmaların ardından birikimleri tükenmiş, perişan ve çaresiz durumda olan pek çok sığınmacı aile İbrahim kadar “şanslı” olmayabilir.