İsrailli karar vericiler ile güvenlik teşkilatı yöneticilerinin son dönemdeki demeç ve adımları irdelendiğinde İsrail kamuoyunun Lübnan’a yönelik bir “tercih savaşına” hazırlandığı yönünde makul bir ihtimalden söz edilebilir.
“Tercih savaşı” İsrail’de oldukça hassas bir kavram. Devletin kuruluşundan sonra İsrailli liderler sadece düşmanların veya koşulların dayattığı savaşlara girmeye çalıştı. “Tercih savaşının” en iyi örneği ise uzatmalı bir faciaya dönüşen 1982’deki birinci Lübnan savaşıdır. İkinci Lübnan savaşı da 2006’da Hizbullah’ın iki İsrailli askeri kaçırması üzerine patlak vermişti.
Üçüncü Lübnan savaşının ne zaman çıkacağı ve bu savaşın İsrail tarafından başlatılıp başlatılmayacağı soru işareti. İşin bilinen kısmı ise üçüncü Lübnan savaşının kuzey cephesinin tamamını, yani destekçileri İran’la beraber Lübnan, Hizbullah ve Suriye’yi kapsayacağıdır.
İsrail yönetiminin kamuoyunu kuzey sınırında “önleyici” bir saldırıya hazırladığı izlenimi son bir yıldır giderek güçleniyor. Başbakan Benjamin Netanyahu 29 Ocak’ta Moskova’ya hızlı bir ziyaret gerçekleştirdi ve bir kez daha Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştü. Bu, iki liderin son iki buçuk yılda yaptığı yedinci görüşme oldu. Bu düzeydeki görüşmeler için bunun oldukça sıra dışı bir sıklık olduğu söylenebilir. İki lider aşağı yukarı üç ayda bir görüşüyor. Rusların Suriye sahnesine gelişinden bu yana Putin-Netanyahu flörtü “ciddi ilişki” haline geldi. Bazen eş anlı olarak aynı bölgede faaliyet gösteren İsrail ve Rus hava kuvvetlerinin sürtüşmesi bu yakın ilişki sayesinde önlendi.
Ancak mesele o ki Netanyahu iki ordu arasında sürtüşmeyi önlemenin ötesinde çok daha kapsamlı ve sıcak bir gündeme sahip. Netanyahu Putin’e şunu anlatmaya çalışıyor: İran’ın Suriye ve Lübnan’a sızmasını Rusya durdurmazsa İsrail bunu kendisi yapacak. İsrail’in böyle bir adım atması bölgeyi büyük bir yangına atma potansiyeli taşıyor ki bu da Rusların bölgedeki muazzam askeri kazanımlarını tehdit eder. İsrail Başbakanı Putin’e zor bir seçim sunuyor. Netanyahu’nun beklentisi Putin’in İranlıları bölgeden göndermesi değil zora koşması, İran’ın hareketlerini sınırlandırması ve İsrail’in askeri müdahalede bulunması halinde bu işe karışmaması.
Nitekim Savunma Bakanı Avigdor Liberman da 29 Ocak’ta şöyle diyordu: “İran’ın Suriye’de bir köprübaşı tutmasını engellemeye kararlıyız. Lübnan’daki füze tesislerinden (Hassasiyet Projesi) haberdarız ve füze yapımında kimlerin yer aldığını biliyoruz. (...) Füze üretimini engellemek için diplomaside olsun başka alanlarda olsun tüm etki gücümüzü kullanıyoruz. Lübnan’da olup bitenleri bombalar dışında başka yollardan durdurmak mümkün. Ben yeterince imkân, yeterince seçenek olduğunu düşünüyorum ve biz bunların tümünü kullanıyoruz.”
Bu açıklamayla Lübnan ve Suriye’de füze üretimini öngören Hassasiyet Projesi’nde çalışan bilim insanları ve mühendislerin İsrail tarafından izlendiği ilk kez açıkça beyan edilmiş oldu. Liberman’ın yanı sıra topa sürpriz bir oyuncu girdi. Bu, Tuğgeneral Ronen Manelis idi. Manelis sıra dışı bir adım atarak muhalif Lübnan basınına bir makale yazdı. Makalede Hizbullah’a, İran’a ve güney Lübnan’daki halka bir barut fıçısı üstünde oturdukları ve İsrail’e yönelik herhangi bir saldırının tehlikeli bir yangına yol açacağı konusunda uyarıda bulundu.
İsrail üstü kapalı tehditlerden açık tehditlere geçmiş durumda. Netanyahu, Putin’le görüşmelerine Mossad Başkanı Yossi Cohen ve Askeri İstihbarat Başkanı Tümgeneral Herzl Halevi başta olmak üzere istihbarat birimlerinin yöneticilerini yanında götürüyor. Böylece Putin İran’ın Suriye ve Lübnan’da varlık oluşturma, İsrail’e stratejik tehdit oluşturacak hassas füze cephanesi yaratma ve bu yoldan bölgedeki nüfuzunu daha da artırıma planlarına ilişkin İsrail’in topladığı yüksek nitelikli istihbaratı görme imkânı elde ediyor. İsrail ve Rus güvenlik birimleri arasındaki bu yoğun diyalog Washington’da epey şaşkınlık ve endişe yarattı ama İsrail bunun niçin gerekli olduğunu kendi açısından izah ediyor.
Netanyahu ve Liberman’ın benimsediği taktik İran’ın bir açıdan daha müttefikten yük haline dönüştüğüne Putin’i ikna etmek. Netanyahu Putin’e şöyle konuşuyor olsa gerek: “İslam Devleti ve isyancılarla mücadelede İran’a ihtiyacınız vardı, bunun farkındayız. Çünkü onlar muharip güçleri sağlıyordu. Ancak artık durum değişti. Onlar şimdi Suriye’nin yeniden inşası ve burada nüfuz kazanma konusunda sizinle rekabet ediyorlar. Dünyada güçlerinin yettiği her yerde terör tohumları ekmeye, istikrarı baltalamaya devam ediyorlar. Onların Lübnan ve Suriye’ye yerleşmesine, Hassasiyet Projesi’ni sürdürmesine müsaade edemeyeceğimizi görmeniz lazım. Uluslararası toplum veya süper güçler İran’ı durdurmazsa bunu kendi elimizle yapmak dışında seçeneğimiz kalmayacak. Bu da bölgede yeni bir yangına yol açabilir ve Rusya’nın buradaki kazanımları belirsizliğe düşebilir.”
Üzerinden uzun zaman geçse de İsrail 1973 Yom Kippur Savaşı’yla sonuçlanan o büyük uçaksavar füze fiyaskosunu unutmuş değil. İsrail o günlerde Mısır’ın Sovyet yapımı gelişkin uçaksavar füze bataryalarını Yıpratma Savaşı sonunda mutabık kalınan hatların ilerisine taşımasını önemsememişti. İsrail o kadar yorgun ve yaralı durumdaydı ki bu gelişmeyi göz ardı etmeyi tercih etti. Bu gelişkin füzeler sayesinde Mısır 1973’te Süveyş Kanalı’nı geçerek İsrail ordusuna saldırırken İsrail Hava Kuvvetleri Mısır’ı durduramadı. İsrail şimdi Hassasiyet Projesi ile tarihin tekerrür etmesinden korkuyor.
İsrail yönetimi zorlu bir ikilemle karşı karşıya. İran’ın bölgeye yerleşmesini önlemeye dönük bir saldırı tüm bölgeyi yangın yerine çevirir. İsrail’deki stratejik hedeflere on binlerce füze ve roket atılır. Karşı tarafın ödeyeceği bedel çok daha yüksek olur ama İsrail’e de ağır bir fatura çıkar.
Liberman’ın sözlerinin aslında İsrail’in taktiksel yaklaşımına işaret ettiği söylenebilir. Buna göre gidişatın ilk aşamada diplomatik yollardan durdurulması öngörülüyor. Putin’le olan görüşmeler dizisi bu çabaların sadece görünen ucu. Buna paralel olarak duruma müdahale etmesi için ABD yönetimi nezdinde de yoğun ikna çabaları var. Bu yol başarısız olursa – ki şu ana kadar öyle görünüyor – İsrail örtülü askeri çözümlere yönelecek. Liberman “Füze yapımında kimlerin yer aldığını biliyoruz.” derken bunu kastediyor. Burada atılacak adımlar, İsrail’in İran’ın nükleer programını durdurmak için son 10 yılda yaptıklarının benzeri olacak.
Bu yöntem de başarısız olursa İsrail çok zor bir karar vermek zorunda kalacak. Lübnan ve Suriye’de önleyici saldırıya girişip felaket riskini göze mi alacak yoksa 1973’teki gibi itidal gösterip kendini olayların akışına mı bırakacak? Bu soru hangi seçeneğin daha iyi olduğu değil, hangi seçeneğin daha az kötü olduğu sorusudur.