BEYRUT, Lübnan — Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nden 19 Ağustos’ta yapılan açıklama, Lübnan-Suriye sınırında İslam Devleti (İD) unsurlarına karşı Fecr El Curud operasyonunun başladığını duyuruyordu. Temmuz sonunda da Hizbullah ve Suriye askerleri Arsal bölgesinde yuvalanan Heyet Tahrir El Şam militanlarına karşı Lübnan ordusunun desteğiyle taarruza geçmişti. Heyet Tahrir El Şam, daha önce Nusra Cephesi ismiyle bilinen El Kaide bağlantılı örgütün devamı. Bu iki operasyon, Lübnan-Suriye sınırındaki İD ve El Kaide tehditlerinin ortadan kaldırılması için üçlü bir mutabakatın olduğuna işaret ediyor. Arsal’daki operasyonun birinci haftasında Hizbullah zaferini ilan etti ve bölgedeki militanlarla ateşkes anlaşmasına vardı.
Lübnan Silahlı Kuvvetleri, ABD ve İngiltere başta olmak üzere çeşitli Batılı devletlerden eğitim ve donanım desteği alıyor. Ordu sözcüsü Ali Kanso, Fecr El Curud operasyonunun ilk gününde “Lübnan ordusunun ne doğrudan ne de dolaylı olarak Hizbullah ve Suriye ordusuyla koordinasyon içinde olmadığını” belirtti. Ne var ki sahadan gelen görüntüler ve bilgiler gerçek durumun böyle olmadığını, Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin Hizbullah ve Suriye ordusuyla yakın iş birliği yaptığını gösteriyordu. Bu durum sosyal medyada alay konusu oldu. Hizbullah savaşçılarıyla Lübnan askerlerinin harekâta omuz omuza katıldığını gösteren fotoğraflar Arapça “Şu tesadüfe bak!” anlamına gelen bir etiketle paylaşıldı.
Bu arada İngiliz ve ABD’li güçlerin hem mevcut hem geçmiş sınır operasyonlarında Lübnan Silahlı Kuvvetleri arasında aktif bir şekilde yer aldığı iki ülkenin yetkilileri tarafından teyit edildi. Bu da sahada son derece tuhaf bir durumun oluştuğu anlamına geliyor.
Hem Hizbullah içerisinde hem Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nde bağlantıları olan Lübnanlı bir kaynak, Fecr El Curud operasyonunun nasıl başladığını anlatırken Hizbullah, Lübnan ordusu ve Suriye ordusu arasındaki koordinasyon düzeyini açıkça ortaya koydu. Kaynak, Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Operasyon aslında daha erken başlayacaktı ama Hizbullah ve Suriyeliler perşembe gününe kadar (17 Ağustos) hazır olamadılar. Herkes hazırlıklarını tamamlayınca Lübnan ordusu cumartesi günü (19 Ağustos) harekâtın başladığını duyurdu. Yani alenen ortakların hazır olması beklendi.”
Lübnan İçişleri Bakanı Nihad Meşnuk 3 Ağustos’ta verdiği televizyon mülakatında Lübnan ve Suriye orduları arasındaki iş birliği ve koordinasyon seviyesini şöyle anlatmıştı: “Lübnan ordusunun yıllardır Suriye ordusunda bir irtibat subayı var ve bunun tersi de Suriye ordusu için geçerli. Suriye’yle savaş halinde değiliz, dolayısıyla iki ülke arasında koordinasyon ve iletişim her zaman vardı. Koordinasyon olduğu için de Suriye ordusunun ilerideki operasyonlara katılımını engelleyen herhangi bir sebep yok.”
Lübnan-Suriye temaslarının ne kadar sıkı olduğunu gösteren örneklerden biri, emekli bir tümgeneral olan Lübnan Emniyet Genel Müdürü Abbas İbrahim’in son yıllardaki arabuluculuk faaliyetleridir. İbrahim, silahlı grupların eline düşen Suriyeli ve Lübnanlı tutsaklar için yürütülen görüşmelerde önemli bir rol oynadı. 2013’te Azez’de tutsak edilen Lübnanlı hacıların ve 2014’te Malula’da tutsak edilen Suriyeli rahibelerin serbest bırakılmasında, 2015’te Nusra Cephesi tarafından tutsak edilen Lübnanlı güvenlik güçleriyle Suriyeli savaşçıların takasında ve son olarak ağustosta İdlib’de Nusra Cephesi’nin son uzantısı tarafından tutsak edilen Hizbullah mensuplarının takasında rol alan İbrahim, bu olayların hepsinde Suriye ordusuyla yakın koordinasyon halinde çalıştı. Hizbullah’a gelince Lübnan’daki en güçlü devlet dışı silahlı aktör olan bu örgüt ile Lübnan ordusu arasındaki iş birliği düzeyi çoktandır herkesin bildiği bir sır halinde.
O halde tarafların iş birliği yaptığı niçin yalanlanıyor? Burada yerel ve uluslararası siyaset devreye giriyor.
ABD ve İngiltere Hizbullah ve Suriye ordusuyla dolaylı da olsa irtibat görüntüsü veremez. Dolayısıyla bu durumun yalanlanabilmesi adına ilgili tüm taraflar uluslararası tiyatro diye nitelendirilebilecek bu olaya katılmak zorunda kalıyor. Yukarıda bahsi geçen Lübnanlı kaynağa göre “ABD Merkez Komutanlığı Lübnan genelkurmay başkanını arayarak her türlü iş birliğinin yalanlanmasını istedi, iş birliği yapıldığını bildiklerini ancak kamuoyunda bunun yalanlanması gerektiğini söyledi.”
15 yıl süren Lübnan iç savaşı 1990’da sona erdiğinde Lübnan ordusunun eski halinden eser kalmamıştı. Ortada zayıflamış, parçalanmış, donanımı yetersiz bir ordu vardı. İlerleyen yıllarda ordu yeniden ulusal bir kurum haline gelmeye çabalarken bazı iç ve dış çevreler ordunun güçlü, donanımlı, savaşabilen bir güç olmasını engellemek için çalıştılar.
Peki, zayıf bir ordu istenmesinin sebebi neydi? Lübnanlı liderler siyasi çiftliklerinde sahip oldukları gücün kuvvetli bir ordu tarafından kısıtlanacağından korkuyor, dış aktörler ise Lübnan’la komşusu İsrail arasında devam eden savaş hali nedeniyle güçlü bir ordunun İsrail için ciddi bir tehdit olacağını düşünüyordu. Dış güçlerin bir başka kaygısı, orduya ait silahların Hizbullah’ın eline geçmesi ve bunun İsrail için ilave bir tehdit oluşturması ihtimaliydi.
Hizbullah’ın ordunun teçhizatında gözü olduğu iddiası her iki tarafa göre geçersiz bir iddia. Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin bugün sahip olduğu en gelişkin araçlar üçüncü sınıf tank sayılan, ABD’nin 1990’larda kullanımdan çıkardığı M48A5 ve M48A1 tipi tanklar ve Sovyet yapımı T-54/T-55 tanklarıdır. Hizbullah’ın elinde ise çok daha yeni modeller olan T-72 ve T-54 tipi tanklar var. İsrail medyasına göre bölgedeki en gelişkin silahların bazıları bugün Hizbullah’ın elinde.
Suudi Arabistan, orduyu Hizbullah’ı dengeleyecek bir güç haline getirmek için 2013 sonlarında Lübnan’a 3 milyar dolar vadetmişti. Bu parayla Fransa’dan önceden belirlenmiş silahlar alınacaktı. Ancak şubat 2016’ya gelindiğinde Suudi Arabistan hibeyi geri çekti. Öne sürülen gerekçe, İran’daki Suudi elçiliğine yapılan saldırılara Lübnan’dan güçlü bir kınamanın gelmemiş olmasıydı. Beyrut’taki siyasi çevrelere göre ise kaynak sıkıntısı çeken Suudi Arabistan silah paketini karşılayacak parayı bulamamıştı.
Lübnan Silahlı Kuvvetleri’ne gelen dış yardımlar çoğunlukla öldürücü olmayan cinsten oldu. ABD 2005 yılından itibaren bu tip yardımlar sağladı. Az sayıda Humvee araç, üniforma, gece görüş gözlüğü gibi kalemlerden oluşan bu malzemelerin tutarı 700 milyon doları ancak buluyordu. 2010 yılında malzemelerin Hizbullah’ın eline geçebileceği kaygısı yaşayan İsrail’in baskısıyla ABD ve Fransa orduya yaptıkları yardımları geçici olarak durdurdular.
Ordunun gelişkin silaha kavuşmasını engellemek için Lübnanlı siyasiler de İsrail’in en yakın müttefiki olan ABD’yle dolaplar çevirdiler. 2008’de Rusya 77 adet T-72 tankı, mühimmat ve nihai aşamada MiG-29 savaş uçaklarından oluşacak bir paket önerdiğinde ABD’ye yakınlığıyla bilinen Savunma Bakanı İlyas Mur Amerikan büyükelçisine şikâyette bulunmuştu. Bakan, Rusya’nın yardımını kabul etmek için “tuzağa düşürüldüğünü” ancak teçhizatın “2040 yılından önce” ordunun eline geçmemesi için elinden geleni yapacağını söylemişti. Bu hadisenin üzerinden neredeyse 10 yıl geçti ve Lübnan ordusu hâlâ teslimat bekliyor.
İD ve El Kaide’nin Lübnan’ın istikrarına oluşturduğu açık ve yakın tehditler dış devletleri ordunun donanımını iyileştirmeye itti. Ancak Lübnanlı bir güvenlik kaynağının deyimiyle “Lübnan ordusuna ancak ayakta kalabilecek kadarını veriyorlar, İsrail’le savaşabilecek kadar güçlenmesini istemiyorlar.”
Bu arada hükümet içindeki bazı gruplar da askeri yardımlara taş koymaya devam etti. Ordu, 2015’te Rusya’yla 250 civarında Kornet füzesi, iki düzine roket fırlatıcısı ve çok sayıda roketin alımını içeren 500 milyon dolarlık bir anlaşma sağladı. Ancak Saad Hariri başta olmak üzere bazı hükümet yetkililerinin muhalefeti nedeniyle anlaşma hayata geçemedi. Aynı şekilde İran İD’le mücadele için Lübnan ordusuna askeri yardım önerdi ancak Suudi yanlısı 14 Mart Hareketi bu anlaşmanın gerçekleşmesini de engelledi.
Lübnan Silahlı Kuvvetleri bugün Hizbullah ve Suriye ordusuyla üstü kapalı iş birliği yapıyorsa bu doğrudan orduyu yeterli donanımdan mahrum etmek için uğraşanların yarattığı bir sonuçtur. Ordunun güçlenmesini engelleyenler istemeden de olsa Hizbullah’ı güçlendirdiler ve onu Lübnan sınırlarında silahlı grupları püskürtebilecek tek güç haline getirdiler. Dolayısıyla savaş sahasında bugün herkesin bildiği ama kimsenin kabul etmek istemediği gerçek onların eseridir.