Geçici koruma kapsamındaki Suriyeli mülteci sayısının üç milyona ulaştığı ve bu ürkütücü sayıya paralel olarak yabancı düşmanlığının yükselişte olduğu bir dönemde böyle bir başlığın dahi tepki alması muhtemel. Ancak yazının başında, arzu edilenin tersine, Suriyelilerin büyük bir kısmının ülkelerine geri dönme olasılığının düşük olduğunu hatırlatmakta fayda var. Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ORSAM) 2015 tarihli raporu, Suriyelilerin yüzde 78’inin imkân olduğu takdirde Türkiye’de kalmayı tercih edeceklerini gösteriyor. En kuvvetli ihtimaller kısa ve orta vadede bu gerçekle yaşamamız gerektiğine işaret etse de içinde bulunduğumuz insani krizin sosyal ve iktisadi etkilerinin nasıl minimize edileceği, tartışması ertelenen sosyal politika konularının başında geliyor.
Göçmenlerin istihdam üzerindeki etkilerine dair bilimsel çalışmalar genellikle uzun dönemde çok sınırlı bir etki olduğunu göstermekte. Son zamanlarda yapılan bir çalışma ise göçmenlerin uzun dönemde büyümeye pozitif katkısı olduğunu iddia ediyor. Göçmenler her ne kadar toplumlardaki kutuplaşmayı ve ayrışmayı artırsa da yarattıkları kültürel çeşitlilik ortamı büyümeyi tetikleyen bir etken. 1960–2010 yılları arasındaki uluslararası veriler kullanılarak yapılan hesaplamalara göre kültürel çeşitlilikteki 10 yüzde puanlık artış, kişi başı gayrisafi yurt içi hâsıla büyümesini ortalama 2,1 yüzde puan artırıyor. Sadece gelişmekte olan ülkeler dikkate alındığında ise katkı 2,8 yüzde puana çıkıyor. 1880–1940 yılları arasında ABD’deki inovasyon ve patent sayılarını inceleyen bir başka çalışma ise göçmenlerin nüfus içindeki paylarının yüzde 2 olmasına rağmen patent alanlar arasındaki oranlarının yüzde 19,6 olduğunu gösteriyor. Bugün ise bu oran yüzde 30.
Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki iktisadi etkilerine dair bugüne kadar yapılan araştırmalar büyüme üzerinde pozitif, istihdam üzerinde ise negatif etki olduğunu gösteriyor. Asgari düzeyde harcama yapsalar dahi milyonlarca Suriyelinin varlığı talep artışı anlamına geliyor ve 2015 yılında gayrisafi yurt içi hasılaya yüzde 0,5 ila yüzde 1,7 oranında katkı sağladığı düşünülüyor. Türkiye’ye kaçan mültecilerin beraberinde ilişki ağlarını da taşımaları neticesinde özellikle güneydoğudaki illerden Suriye’ye yapılan ihracatta ciddi bir artış görülüyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) rakamlarına göre en az bir Suriyeli ortakla kurulan firma sayısı 2016 yılı sonunda neredeyse 6 bine ulaşmış durumda.
Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası araştırmacılarının çalışmasına göre Suriyeliler özellikle düşük nitelikli işlerde yerel iş gücü ile rekabet ediyor ve işsizliğin artmasına neden oluyor. En fazla etki ise kadın ve genç istihdamı üzerinde görülüyor.
2016 yılında yapılan düzenleme ile Türkiye’de kurulu şirketlere, aynı iş yerinde çalışan Türk vatandaşı sayısının yüzde 10’unu geçmemesi kaydıyla geçici koruma kapsamındaki Suriyelileri istihdam etme imkânı tanındı. Bu düzenleme Türkiye’de faaliyet gösteren tüm firmaları kapsadığı için, firmalar Suriyeliler tarafından kurulsa dahi ağırlıklı olarak Türk vatandaşı istihdam etmek durumunda. Küçük veya orta büyüklükteki şirketler açısından muhtemelen bu düzenlemenin herhangi bir bağlayıcılığı yok, çünkü istihdam ettikleri Suriyelilerin kayıt dışı olma olasılığı yüksek. Yine ORSAM’ın raporu, Suriyelilerin yüzde 41’inin günlük hane halkı gelirinin 20-29 TL, yüzde 21’inin ise 30-39 TL arasında olduğunu gösteriyor. Bu rakamlar Suriyelilerin asgari ücretin oldukça altında bir gelire sahip olduğuna işaret ediyor. Ancak maalesef küçük şirketlerde kayıt dışı çalışan Suriyelilere ilişkin bilgiler anekdotlardan ya da spekülasyondan öteye gidemiyor. Zira Türkiye’deki istatistikler Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’yle toplanıyor ve Suriyeliler daimi ikametgâhlarının olmaması nedeniyle resmi istatistikler içinde yer almıyor.
Dolayısıyla bu düzenlemenin herhangi bir etkisinden bahsetmek için daha büyük ölçekli şirketlerin yarattığı istihdama bakmak gerekli. 2009–2016 yılları arasında zorunlu sigortalı verilerini kullandığım kendi araştırmam Suriyeli firma sayısındaki artışın toplam kayıtlı istihdam üzerinde istatistiki olarak anlamlı bir etkisi olmadığını gösteriyor. Diğer taraftan Suriyeli şirketlerin sermayelerindeki her yüzde 1’lik artış, ortalama 275 yeni kayıtlı istihdam yaratıyor. Suriyeli şirketlerin getirdiği sermayenin artması aynı zamanda kayıtlı istihdamın ortalama reel günlük kazancını da yükseltmiş görünüyor. Sermaye miktarındaki yüzde 10’luk artış günlük ortalama reel kazançlarda yaklaşık yüzde 0,2’lik bir artışa neden olmakta.
Suriyelilerin şu ana kadarki iktisadi etkilerine dair bildiklerimiz bunlarla sınırlı. Ancak önümüzdeki dönemde üç milyon Suriyelinin yaratacağı sosyal etkilerin sınırlı tutulabilmesi için Türkiye’nin bir plana ihtiyacı olduğu muhakkak. Suriye’ye dönüş oranlarının kısıtlı kalacağı bir senaryo altında hem Suriyelilerin insanlığa yakışır işlerde kayıtlı bir şekilde istihdam edilmesine yardım edecek, hem de yerli iş gücünün işsizlik oranlarında artışa yol açmayacak tedbirler tasarlamak mümkün olabilir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından hazırlatılan rapora göre ülkemizdeki Suriyelilerin yüzde 80’inin sekiz yıl veya daha az eğitimi var ve sadece yüzde 10’u üniversite mezunu. Dolayısıyla düşük nitelikli bir iş gücünden bahsediyoruz. Öte yandan İŞKUR’un 2015 yılı istatistikleri, açılan işlere yerleştirme oranının en düşük olduğu sektörlerden birinin imalat sanayi olduğunu gösteriyor. İdari ve destek hizmet faaliyetlerinde açılan işlere işsiz yerleştirme oranı yüzde 60’ken imalat sanayindeki işe yerleştirme oranı yüzde 34. Diğer taraftan işe yerleştirme oranlarının en düşük olduğu meslekler yüzde 13 ile CNC torna tezgâhı operatörlüğü, yüzde 18 ile gaz altı kaynakçılığı, yüzde 19 ile oksijen ve elektrik kaynakçılığı, yüzde 21 ile forklift operatörlüğü ve yüzde 23 ile ütücülük. Bununla birlikte kahve ve kakao hazırlayıcısı (barista) pozisyonuna yerleştirme oranı yüzde 64, muhasebe yardımcı elemanı pozisyonuna yerleştirme oranı ise yüzde 77. Son yıllarda belki de birçoğumuza bıkkınlık verecek kadar sık duyduğumuz orta gelir tuzağı ve sanayideki duraksamanın bir yansıması olarak İŞKUR’un istatistikleri de gösteriyor ki hizmet sektöründeki işler daha fazla rağbet görürken imalat sanayindeki mesleki ihtiyaçlar karşılanamıyor.
İmalat sanayindeki mesleklerin rağbet görmemesi yalnızca ülkemize özgü bir durum değil. Tüm dünyada şirketlerin daha fazla otomasyona yönelmeleri ve iş gücünü ikame etmeye yönelik teknolojiler benimsemeleri söz konusu. Ancak işsizliğin artışı ve mültecilerin içinde bulunduğu insani kriz düşünüldüğünde daha fazla otomasyonun eşitsizlik ve sosyal dengeler üzerindeki uzun dönemli etkilerini kestirmek güç değil. Bu nedenlerden dolayı hâlihazırdaki vergi teşviklerine rağmen yerel iş gücü ile doldurulamayan imalat sanayindeki işler için Suriyeli mültecilere mesleki eğitim ve dil kurslarının düzenlenmesi ve işverenler bakımından vergi avantajları ile kotasız çalışma izinlerinin sağlanması hem binlerce Suriyeli için düzenli ve sosyal güvencesi olan iş anlamına gelebilir, hem de üretime katkı sağlayabilir.
Suriyelilerin istihdam edilebileceği diğer bir alan da tarım sektörü. Türkiye 1980’lerde tarımsal üretimde kendi kendine yeten ülkelerden biriyken bugün birçok üründe ithalatçı durumunda. TOBB’un Tarım Sektörü Meclis Raporu, tarım sektöründeki başlıca problemler arasında ara eleman açığını ve sanayi ve hizmetler sektörlerinin gelişmesi ile tarımda istihdam edilecek iş gücünün azalmasını listelemekte. Rapor, Türkiye’nin uzun yıllar tarımda rekabeti dışlayan korumacı politikalar uygulamasına karşın, sektörde istenilen verimlilik düzeyine ulaşamadığına dikkat çekmekte.
Diğer taraftan gelişmiş ülkeler tarımda uzun zamandır iş gücünden tasarruf eden yüksek teknolojili üretim modellerini benimsemiş durumda. Nitekim son zamanlarda yapılan bir araştırma, 1942 yılında Meksika ve ABD arasında imzalanan Bracero adlı mevsimsel işçi programının 1964 yılında sona erdirilmesi ve yarım milyon Meksikalı mevsimsel işçinin izinlerinin iptal edilmesinin yerli istihdamı artırmaktan ziyade tarımda daha yüksek teknolojili üretime geçilmesine yol açtığını gösteriyor.
Tarımsal sermaye birikiminde ani bir sıçrama olmadıkça Türkiye’ye bu sektörde rekabetçi avantaj olarak eldeki ucuz iş gücünün akılcı kullanılması kalıyor. Bu nedenle yerli genç nüfusun rağbet etmediği tarım sektörü binlerce Suriyeli için istihdam kaynağı olabilir. Ancak Suriyelilerin tarımsal alandaki istihdamını kolaylaştırmaya yönelik öneri sunarken öncelikle kayıt dışı çalıştırılan mevsimsel işçilerin iş güvenlikleri konusundaki sıkıntıların giderilmesi gerektiğini hatırlatmakta da fayda var.
Son olarak özellikle Suriyeli kadınların istihdam edilebileceği diğer bir alan çocuk ve yaşlı bakımı. Bugün orta ve üst gelirli aileler bu alandaki ihtiyaçlarını Gürcistan ve Türki cumhuriyetlerden karşılıyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) verilerine göre 2015’de 8 bin 524 Gürcü, 3 bin 323 Türkmen, 4 bin 274 Kırgız, 2 bin 319 Özbek, bin 349 Kazak Türkiye'de çalışma izni aldı. Yine ÇSGB verilerine göre 2015 yılında ev içi çalışan personel izinleri sayısı toplam 16 bin 825 ve bir önceki seneye göre yüzde 15 oranında bir artış söz konusu. Bu resmi rakamlar alt sınır niteliğinde ve kayıt dışı çalıştırılanlar düşünüldüğünde çok daha yüksek sayıda istihdam alanına işaret ediyor.
Diğer taraftan doğurganlık oranının hızla düşmesiyle birlikte Türkiye önümüzdeki dönemde yaşlanan nüfus sorunu ile karşı karşıya kalacak. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsüne göre 2050 yılına gelindiğinde 65 yaş üzeri nüfus 20 milyona ulaşacak ve toplam içindeki oranı yüzde 21’e yükselecek. TÜİK’in gelir ve yaşam koşulları anketi en az bir yetişkinin 64 yaş üzerinde olduğu iki kişilik hane halklarının oranının 2007’de yüzde 7,2 iken 2012’de yüzde 7,8’e yükseldiğini gösteriyor. Dolayısıyla yaşlı bakımı alanında ciddi bir talep artışının olacağı aşikâr. Bu konuya özellikle önem verdiğini bildiğimiz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Suriyeli kadınların evde istihdamına yönelik yasal düzenlemeler gerçekleştirebilir, Türkçe ve yaşlı–çocuk bakımı eğitimleri tasarlayabilir, hatta gerekli görülüyorsa Suriyelilere olan güven probleminin aşılmasına yönelik kurumsal mekanizmalar geliştirebilir. Böylece yine mevcut iş gücünü etkilemeden ihtiyaçları karşılayacak ve Suriyeli kadınlara gelecek sağlayabilecek bir alan yaratılabilir.
Geldiğimiz noktada Türkiye’nin artık Suriyeli mültecilere bir gelecek sunmak için bekleme lüksü yok. Bir yandan yerli iş gücü üzerindeki etkileri sınırlı tutarak Suriyelilerin ülkemizde insanlığa yakışan bir hayat edinmelerine yardım etmek, diğer yandan da değişen iktisadi ve toplumsal yapının beraberinde getirdiği ihtiyaçları karşılamak, en azından bu yönde adımlar atmak mümkün.
Güneş Aşık 2006 yılında Harvard Üniversitesi'ne bağlı Kennedy School of Government'dan Kamu Yönetimi ve Uluslararası Kalkınma alanında Yüksek Lisans derecesi, 2015 yılında da London School of Economics and Political Science’tan (LSE) iktisat alanında doktora derecesini aldı. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde öğretim üyesi olan Güneş Aşık’ın ilgi alanları arasında kalkınma iktisadı, çalışma ekonomisi, etki analizi ve kadın istihdamı bulunmaktadır.”