Hizbullah’ın Lübnan meclisindeki siyasi kanadı olan Direnişe Sadakat Bloku, 17 Ocak’taki olağan toplantısının ardından yaptığı açıklamada ana gündem maddesi olarak seçim kanunu başta olmak üzere bazı kanun tasarılarını ele aldığını belirtti.
Ancak açıklamanın en dikkat çekici bölümü dört bölgesel konuyla ilgiliydi. Açıklamada İran eski Cumhurbaşkanı Ekber Haşimi Rafsancani’nin vefatı nedeniyle başsağlığı dilendi. Üç genci idam eden Bahreyn yönetimi kınandı ve Bahreyn’deki Şii isyanına bir kez daha destek beyan edildi. Uluslararası toplumun Şam yakınlarındaki Barada Vadisi’nde milyonlarca Suriyelinin içme suyunu kesen isyancılara sessiz kalması eleştirildi ve Yemen halkına yönelik ABD-Suudi müdahalesi kınandı.
Direnişe Sadakat Bloku’nun bölgesel konularda tutum alması Hizbullah için yeni bir şey değil. Nitekim Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Arap ve Müslüman dünyalarını ilgilendiren konularda sık sık beyanda bulunur. Ancak açıklama eski bir soruyu tekrar gündeme getirdi: Hizbullah hâlâ Lübnan aidiyetli bir grup mu yoksa bölgesel ve uluslararası her gelişmede tutum belirleyen bölgesel bir yapıya mı dönüştü? Filistin, Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerde Hizbullah’ın askeri, lojistik, istişari ve eğitimsel rolleri nelerdir? İsrail’in işgal ve saldırılarına karşı koymak için kurulan Hizbullah, Lübnan içindeki bu siyasi rolünü İsrail’de, Batı’da ve komşu Arap ülkelerinde kaygı uyandıran artan bölgesel etkinliği ile nasıl bağdaştıracak?
Bu soruya yanıt bulmak için önce örgütün kuruluş yıllarına bakmak gerekir. Hizbullah, 1982’de İsrail’in güney Lübnan’ı işgali üzerine İslami bir direniş hareketi olarak kuruldu. İran’ın Suriye üzerinden finanse ettiği hareket, dönemin İran Dini Lideri Ruhullah Humeyni’ye itaat ilkesini benimsedi, bu durum Humeyni’nin halefi Ali Hamaney döneminde de devam etti.
İsminin yazılmasını istemeyen bir Hizbullah yetkilisi Al-Monitor’a konuyla ilgili şöyle konuştu: “Hizbullah’ın Lübnan’daki rolleri ile bölgesel rolleri arasında baştan beri bir kaynaşma var. İlk olarak Hizbullah Filistin davasını ve İsrail işgaliyle savaşma anlayışını benimser ki bu, yerel bir meselenin ötesinde bölgesel bir davadır. İkincisi Hizbullah küresel boyutu olan bir İslami ideolojiyi benimser ki bu da onun yeryüzündeki tüm Müslümanların sorunlarına ilgi gösterdiği anlamına gelir. (…) İsrail ile olan çatışma, Hizbullah’ı Suriye, İran ve Filistin direniş hareketleriyle, işgal ve emperyalizme karşı duran Arap ülkeleri ve siyasi çevrelerle bölgesel ittifaklar kurmaya sevk etti. Hizbullah’ı Suriye savaşına müdahil olmaya iten neden, Suriye ve Irak’ta yükselen terörist, tekfirci tehdit ve bunun Lübnan’a sıçrama tehlikesiydi. Hizbullah’ın müdahalesi İslam Devleti (İD), Nusra Cephesi gibi radikal grupların Lübnan’a girmesini engellemeye dönük önleyici bir savunma tedbiriydi. Kaldı ki dini mabetleri korumak, Suriye devletinin bu radikal grupların eline düşmesini engellemek de gerekiyordu.”
Kaynak, Nasrallah’ın 17 Haziran 2014’teki sözünü hatırlattı: “Olmamız gereken her yerde olacağız.” Nasrallah, bu sözleri Hizbullah’ın Suriye’de farklı silahlı gruplarla çatışmaya girmesi ve Irak’ta Musul dâhil birçok bölgenin İD’in eline geçmesi üzerine bazı birimlerini Haşdi Şabi’yi eğitmek için Irak’a göndermesi üzerine söylemişti. Nasrallah aynı açıklamada şu ifadeleri de kullandı: “Bizim Suriye’ye müdahil olmamız Lübnan’ı korumak adına bir görevdi. Zeynep’in tekrar saldırıya uğramasına müsaade etmeyeceğiz.” Nasrallah’ın buradaki kastı Suriye’de 2011’de patlak veren ayaklanmanın ardından Şam’daki Hz. Zeynep Türbesi’ne düzenlenen saldırılardı. Hizbullah lideri Irak bağlamında da şöyle dedi: “Irak’a gelince, dünyada hiç kimsenin Necef, Kerbela ve Samara’daki kutsal mabetlerimize saldırmasına izin vermeyeceğiz, o günler çok geride kaldı.”
Hizbullah’ın haziran 2014’te İD’le mücadele eden Haşdi Şabi’ye rehberlik ve eğitim vermek üzere bazı kadrolarını danışman olarak Irak’a gönderdiğini ilk kez Al-Monitor yazmıştı. Nasrallah, 6 Mart 2016’da Irak’ın İD’le mücadelesine destek için bu ülkeye danışman ve eğitmen gönderdiklerini doğruladı, ayrıca Hizbullah savaşçılarının 1990’larda Bosnalı Müslümanların Sırplarla mücadelesinde de yer aldığını açıkladı.
Al-Monitor’a konuşan Hizbullah yetkilisi, bölgesel etkinliğine rağmen örgütün Lübnan devletinin egemenlik ve gücünü yeniden tesis etmesi gereğine derinden inandığını, devletin İsrail işgaliyle mücadele sorumluluğunu üstlenmesi hâlinde Lübnan’da direniş hareketine ihtiyacın hafifleyeceğini belirtti.
“Hizbullah ve Toplumsal Bellek Siyaseti” isimli kitabın yazarı Beşir Saada Al-Monitor’a yaptığı değerlendirmede Hizbullah’ın yerel ve bölgesel rollerini nasıl çekip çevireceğinin net olmadığını belirtti. Ancak Saada, hareketin Lübnan kimliği ile İslami ideolojisi arasında bir çelişki görmüyor. Ona göre hareketin İslami ideolojisi şu anlayışa dayanıyor: Hizbullah kendini Lübnan’a ait görüyor ve bölgesel etkinliğinin Lübnan’daki menfaatlerine hizmet ettiğine inanıyor. Saada, Hizbullah’ın bölgesel bir maceraya kalkışmayacağını çünkü bunun hareketin Lübnan’daki konumuna zarar verebileceğini belirtti.
İslami hareketleri izleyen ve “1982 ile 2016 arasında Hizbullah” isminde bir kitabı bulunan araştırmacı Kasım Kasır’ın yorumu ise şöyle: “Hizbullah’ın bölgesel etkinliği bölgede süren çatışmalar, mevcut gerilimler ve (Lübnan’daki) siyasi boşluk nedeniyle arttı. Müstakbel Hareketi ve cihatçı Sünni gruplar gibi başka bazı Lübnanlı odakların da bu çatışmalarda yer aldığını söylemeye gerek yok. Devlet itibar ve kurumlarını yeniden tesis ederse yerli unsurların bölgesel çatışmalardaki dahli azalır ve Arap dünyasındaki krizlerde çözüm ve uzlaşı arayışları başlarsa Hizbullah’ın bölgesel rolünün de zayıflaması beklenir.”
Bunun daha önce de yaşandığını vurgulayan Kasır, Lübnan’daki milislerin tasfiyesi ve silahlarını Lübnan ordusuna teslimiyle sonuçlanan 1989 Taif Anlaşması’nı hatırlattı. Kasır şöyle devam etti: “Hizbullah önümüzdeki dönemde birçok zorlukla karşılaşacak ve bu da onu mevcut konum ve rolünü gözden geçirmeye sevk edecek, özellikle de bölgesel taraflar Suriye’de anlaşmaya varırsa. Lübnan Hizbullah’ın artan bölgesel etkinliğini daha fazla kaldıramaz.”
Nitekim 14 Mart İttifakı, uzun menzilli füzeler dâhil elindeki silahlardan vazgeçmeyen Hizbullah’ın Lübnan’ı İsrail’in hedefine koyduğunu ve böylece Lübnan devletine zarar verdiğini söylüyor. İttifak ayrıca Hizbullah’ın Suriye’deki müdahalesi ve Körfez devletlerine yönelik tutumu yüzünden Suudi Arabistan başta olmak üzere bu devletlerin Lübnan’a ekonomik yaptırım uyguladığını iddia ediyor.
Nasrallah ise 21 Mayıs 2016’da Hizbullah’ın sahadaki askeri kabiliyetlerine dikkat çekerek hareketin yerel bir güçten bölgesel bir güce dönüşme yolunda olduğunu söylemişti. Nasrallah’ın yardımcısı Şeyh Naim Kasım da 16 Kasım’daki açıklamasında Hizbullah’ı “partiden büyük, ordudan küçük” bir yapı olarak tanımladı. Hareketin üstün beceriler edindiğini, silah ve eğitim açısından daha iyi bir noktaya geldiğini söyleyen Kasım, Hizbullah’ın üç gün öncesinde Suriye’nin Kuseyr kentinde düzenlediği askeri geçidi “bir gövde gösterisi ve herkese bir mesaj” olarak tanımladı. Kasım “herkes” derken İsrail’i ve Suriye’de isyancıları destekleyen devletleri kastediyordu.
Müstakbel Hareketi’nden bir kaynağa göre ise mesajın bir diğer adresi Lübnan’da göreve yeni başlayan Cumhurbaşkanı Mişel Aun ve Başbakan Saad Hariri idi.
Bölgesel etkinliğine ulusal merciden bakan Hizbullah, Lübnan’ın Arap dünyasının parçası olduğunu ve bölgesel çatışmaların dışında kalamayacağını savunuyor. Bu bilhassa İsrail bağlamında söyleniyor. Nasrallah’ın “hasmane ve saldırgan odak” dediği İsrail’in fırsat bulduğu anda Lübnan’ı tekrar işgal etmekten çekinmeyeceği öne sürülüyor. Öte yandan radikal cihatçı gruplar da ulaşabildikleri her yere yayılan uluslararası hareketlerdir. Hizbullah bunları Suriye sınırında durdurmak için müdahil olmasaydı radikal cihatçı gruplar Lübnan’ın kalbine kadar ilerlerdi. Nitekim Nasrallah 8 Kasım 2013’te şöyle demişti: “Suriye’ye girmeseydik Lübnan ikinci bir Irak olurdu.”