19 yaşındaki Lian Zahir Nasır 3 Ocak’ta İsrail’in Arap nüfuslu Tira kasabasında toprağa verildi. Genç kadın, yılbaşı gecesi İstanbul’da Reina gece kulübüne düzenlenen silahlı saldırının 39 kurbanından biriydi.
Cenazeye katılan binlerce kişinin arasında çok sayıda genç İsrailli Arap kadın vardı. Bu genç kadınlar sadece Nasır’ı son yolculuğuna uğurlamak için değil, aynı zamanda Nasır’ın ahlakını sorgulayanlara meydan okumak için gelmişti. Zira birçok kişiye göre genç kadının ölümü onun Hristiyanlara ait bir bayramı erkeklerle birlikte, alkollü bir ortamda kutlamasının ilahi cezasıydı. Bu yorumlar ilk olarak camilerde dile getirilmiş, daha sonra sosyal medyaya yansımış ve hararetli tartışmalara neden olmuştu. Sosyal medyadaki daha “ılımlı” kullanıcılar Müslüman kızların İstanbul’da bir gece kulübünde ne işi var, diye sorarken kimileri de kulübünü geneleve benzetecek kadar ileri gitti.
Yakınlarına göre Nasır iki kez öldürüldü: Önce İslam Devleti’ne (İD) mensup terörist tarafından, sonra da örgütün İsrailli Araplar arasındaki sempatizanları tarafından. Cenaze merasiminin sonunda genç kadının babası Zahir Nasır kızının adını lekelemeye çalışanlara şöyle tepki gösterdi: “Benim kızım hiçbir yanlışlığı olmadan öldürüldü. O sadece eğlenmek istemişti ve bu da yasak bir şey değil. Müslüman olması onun eğlenemeyeceği anlamına gelmiyor. İslam dini de insan öldürmeyi, böyle bir şiddeti tasvip etmiyor.”
İsrail parlamentosunun Arap vekillerinden Ahmed Tibi de cenaze yürüyüşü sırasında şöyle konuştu: “Üzgünüz ve içimiz acıyor ama aynı zamanda işlenen suçlardan dolayı öfkeliyiz. Söyleyecek iyi bir sözü olmayanlar sadece sussun ve kendilerinden utansın.”
Parlamentodaki Ortak Liste blokunun başkanı Eymen Odeh ise Facebook’tan paylaştığı mesajda Arap toplumunun fanatik Müslümanların düzenlediği terörist bir saldırıda öldürülen genç bir kadının yasını tutmak yerine İD’in vaaz ettiği dindar Müslüman hayatı benimsemeyen genç kadınların yaşam biçimiyle ilgilenmesinden büyük bir şok yaşadığını belirtti. Odeh şu ifadeleri kullandı: “Halkımızın ruhundan ışık yılları kadar uzak olan bu tepkiler, İslam Devleti’nin kanlı ideolojisinden beslenen ilkel alaylar ve nefret tepkileri beni şaşkına çevirdi.” Odeh’in parlamento üyesi arkadaşları da Arap toplumuna sirayet eden radikal İslamcı unsurların temizlenmesi gerektiğini savundular.
Nasır’ın yılbaşı gecesini İstanbul’da bir gece kulübünde eğlenerek geçirme tercihinin yarattığı tartışma, İsrail’deki Arap toplumunu bölen bir fay hattını, dindar Müslümanlar ile dindar hayat tarzını benimsemeyen Müslümanlar arasındaki mücadeleyi yansıtıyor. İkinci gruptakiler genelde “laik” kavramını kullanmama eğiliminde oluyor. Bu büyük ölçüde kuşaklar arası bir çatışma. Bir tarafta anne, baba, dede ve nineler; diğer tarafta ise geleneksel, dindar, muhafazakâr bir toplumda doğan ama İsrail’in laik ikliminden fazlasıyla etkilenen genç Araplar var. Dolayısıyla bu gerilim ve çatışmalar, sadece dindar ve dindar olmayan Müslümanları değil, eski ve yeni kuşakları da karşı karşıya getiriyor.
Gençler kendine özgü, yeni bir kimlik oluşturuyor: Ait oldukları toplumun zincirlerini ve içe kapanıklığını kırmak, bağımsız bir yaşam sürmek isteyen bir azınlık grubu. Müslümanlığın katı davranış ve ahlak kuralları, gençlerin içinde yaşadıkları çoğulcu ve bireyci İsrail toplumunun kurallarıyla büyük bir tezat oluşturuyor. Böylece bu gençler, geniş ailelerinde, köy ya da mahallelerinde ve genel olarak Arap toplumunda yaşadıkları iklimi baskıcı olarak görmeye başlıyor.
Bu anlayışın bir tezahürü güçlü bir üniversiteye gitme arzusu oluyor. Üniversitede okumak Arap “gettosundan” çıkıp İsrail toplumuyla bütünleşmenin kapısı olarak görülüyor. Çoğu genç için yüksek öğrenim görmek ve bir meslek edinmek geleneksel toplumun boğucu kıskacından kurtulma ve çağdaş, bağımsız bir yaşam sürme imkânı anlamına geliyor.
Arap nüfuslu Taybe köyünden 23 yaşında genç bir erkek olan Anan Mansur, Al-Monitor’a Nasır’ın ölümü üzerine yapılan rahatsız edici ve çirkin yorumların kendisi ve arkadaş çevresi için şaşırtıcı olmadığını söylüyor. İsrail’deki diğer Araplardan farklı yaşadıklarını ve yaşam biçimlerinin eleştirilmesine alışık olduklarını anlatan Mansur şöyle devam ediyor: “Bunu kendi ailemden biliyorum. Kaldı ki ben erkeğim. Anne ve babası tarafından korunan, evlenmesi için eş aranan bir kadın değilim. Lian diş hekimi yardımcısıydı ve aralarında bir diş hekiminin de olduğu arkadaşlarıyla birlikte eğlenmeye gitmişti. Hepsi İsrail toplumuyla tanışmış, genç ve eğitimli Arap kadınlarıydı. Biz açık bir toplumda yaşıyoruz. Babalarımızdan, dedelerimizden çok daha farklı arzu ve beklentilerimiz var. Bu, çağdaş bir dünya görüşü olarak kendini gösteriyor ama en çok da gelecek kaygısı olarak. Biz de evde oturup kaderimize mi ağlayalım?”
Mansur’a göre Nasır’la ilgili kışkırtıcı yorumları sadece yaşça büyük insanlar değil, İsrailli genç Araplar da yapıyor. Bu genç erkekler dindar veya muhafazakâr bir hayat sürmüyor ama evde kendilerine aşılanan ahlak anlayışına göre yaşamayan Arap kadınlarını da kabullenemiyor.
Karışık Yahudi-Arap nüfusuna sahip bir kent olan Tel Aviv’de yaşayan Arap yönetmen Meyselun Hamud’un son filmi “Burada Değil, Orada Değil” Arap toplumunu sarsan dinamikleri çarpıcı bir şekilde anlatıyor. İsrail’de 30 Aralık’ta vizyona giren film, Tel Aviv’in merkezinde bir daire kiralayan ama liberal hayat tarzlarını ailelerinden gizlemek zorunda kalan üç genç Arap kadınının hikayesini anlatıyor. Kahramanlar hayali olsa da senaryo İsrailli Arapların gerçek hayatlarına dayanıyor. Bu film sayesinde pek çok İsrailli izleyici de özgür ve bağımsız yaşamak isteyen, hayatları İsrail-Filistin ihtilafı etrafında dönmeyen genç Müslüman erkek ve kadınların nasıl bir yaşam sürdüğü hakkında ilk kez bir fikir edinmiş olacak.