İstanbul 28 Haziran gecesi büyük bir terör saldırısıyla sarsıldı. Avrupa’nın üçüncü büyük, haftada bir milyondan fazla yolcunun giriş çıkış yaptığı Atatürk Havaalanı üç teröristin saldırısına uğradı. Saldırganlar havaalanına akşam 10 sularında yolcularının niyetlerinden bihaber bir taksiyle geldi. Önce üzerlerindeki AK47 Kaleşnikof makineli tüfeklerle etrafa rastgele ateş açan saldırganlar sonra da dış hatlar terminalinin gelen yolcu bölümünün dışında ve içinde intihar yeleklerini havaya uçurdular.
Saldırıda en az 41 kişi hayatını kaybederken yaralananların sayısı da 230’u geçti. Çoğu Türk olan kurbanların arasında Irak, Suudi Arabistan, İran, Tunus, Ürdün, Özbekistan ve Ukrayna vatandaşları da vardı. Bir diğer deyişle, kutsal Ramazan ayında acımasızca öldürülen kurbanların çoğu Müslümandı.
Peki saldırıyı kim düzenledi? PKK ve IŞİD olağan şüpheliler arasında olsa da ilk saatlerde saldırıyı hangi örgütün düzenlediği net değildi. Benim ilk tahminim ise IŞİD’di zira PKK “sivil zaiyatı”nı pek umursamasa da, genellikle polisiye veya askeri hedefleri seçiyor. Burada ise tıpkı Paris ve Brüksel’deki saldırılar gibi rastgele seçilmiş sivil insanlar hedef alınmıştı. Nitekim, Başbakan Binali Yıldırım da kısa süre içinde “birincil şüpheli” olarak IŞİD’e işaret etti.
Muhtemelen üç teröristin kimlik bilgilerini ve diğer detayları da yakında öğreneceğiz.
Ancak bu aşamadaki asıl yakıcı soru şu: IŞİD Türkiye’ye niçin bu kadar gaddarca saldırdı? Aslında geçen yıl içinde IŞİD Diyarbakır, Suruç, Ankara ve iki kez İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de pek çok intihar eylemi gerçekleştirdi. Ancak bunların hedefleri ideolojikti: İlk üç saldırı laik ve solcu Kürt gruplara yönelikti, İstanbul’dakilerde ise yabancı turistler hedef alınmıştı. Bu defa ise hedefte sıradan insanlar ve Türkiye’nin en büyük havaalanı vardı, ki bu da Türkiye’nin halihazırda sorunlu olan turizm sektörüne ve ülkenin uluslararası itibarına büyük darbe vurdu.
Son saldırının nedenlerinden biri, Türkiye ile IŞİD arasında Türk hükümetinin ABD’ye İncirlik üssünü açmasıyla, temmuz 2015’te başlayan savaş olabilir. Ağustostaki bir Al-Monitor yazımda örgütün bu kararın ardından Ankara’ya karşı tonunu sertleştirdiğini ve Türkiye’yi “kafir devlet” diye tel’in ederek, İstanbul’u fehtetmeye yemin ettiğini yazmıştım. IŞİD’le mücadelede Türkiye ile ABD arasındaki iş birliği Suriyeli Kürtlere ilişkin ciddi anlaşmazlıklara rağmen halen sürdüğü için IŞİD’in Türkiye’ye ilişkin düşman devlet algısı da derinleşti.
Dahası, IŞİD-Türkiye gerginliği örgütün bu yılın başında Kilis’i vurmaya başlamasıyla ve Türk silahlı kuvvetlerinin buna obüslerle karşılık vermesiyle daha da tırmandı. Türkiye son olarak da (Kürtlere ilişkin kaygılarından dolayı istemeden de olsa) Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ABD destekli Membic operasyonuna destek verdi. Membic IŞİD’in kuzey Suriye’deki kalelerinden biriydi.
Neticede, anlaşılan IŞİD Türkiye’ye karşı bir hayli bilendi. Nitekim, Gazeteci Hande Fırat’ın da bildirdiği gibi Türk istihbaratı haziran başında, saldırıdan 20 gün önce, IŞİD’in Türkiye’nin sınırlarını kapatması da dahil “düşmancıl” eylemlerine karşı misilleme yapabileceği konusunda muhtelif kurumları uyarmış. Rapordaki hedeflerden birinin Atatürk Havaalanı olduğunu ve alandaki güvenlik önlemlerinin artırıldığını ancak yeterli olmadığını da not etmek gerekiyor.
Burada asıl dikkat çekici nokta ise şu: Avrupa’da gerçekleştirdiği saldırıları gururla üstlenen IŞİD sonuncu da dahil Türkiye’deki hiçbir saldırısını üstlenmedi. Acaba neden? Bunun nedenlerinden biri örgütün Avrupa’daki “kafirler”e karşı cihat kampanyasını sempatizanlarına daha kolay satabilecek olması. Halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu Türkiye’deki saldırılarını ise meşrulaştırmakta zorlanıyor olabilir. Dolayısıyla IŞİD hem Türkiye’yi kendince cezalandırıp hem de Sünni Müslümanları öldürdüğü için doğabilecek tepkiden kaçınıyor olabilir.
Son olarak Türkiye’deki siyasi karar vericilerin ciddiyetini anlamakta epey geciktikleri IŞİD tehdidi konusunda ne yapacakları sorusu var. Muhtemelen havaalanlarında, alışveriş merkezlerinde ve diğer çekim merkezlerindeki güvenlik tedbirleri artırılacaktır. Ayrıca daha önce Al-Monitor’un da uyardığı Türkiye’deki IŞİD hücreleri konusunda daha titiz araştırmalar yapılacak ve tutuklamalar başlayacaktır, IŞİD militanlarının Suriye sınırından sızmaları da engellenecektir.
Ancak Türk hükümetinin yüzleşmek zorunda olduğu stratejik bir konu da var: İki ayrı düşmana -PKK ve IŞİD - karşı iki ayrı cephede savaş vermeyi gerçekten istiyor muyuz? Bilhassa da bu iki gücün sınırın diğer tarafında birbirleriyle savaşıyor olmaları tabloyu daha da karmaşıklaştıran bir etmen değil mi? Öyle ise, PKK ile yürütülen “barış süreci”nin yeniden başlatılması ve Türkiye’nin böylelikle IŞİD tehdidine karşı daha etkili ve Batılı müttefikleriyle daha uyumlu bir şekilde odaklanması mümkün mü?
Eğer hükümete danışmanlık yapıyor olsaydım önereceğim fikirlerden biri bu olurdu. Ayrıca hatırlatırdım ki, her ne kadar PKK da son derece kanlı bir örgüt olsa da, PKK ise müzakere etmek mümkün, ama IŞİD’le müzakere etmek imkansız. Öte yandan, eğer aramızda halen IŞİD’in PKK’dan daha az tehlikeli olduğuna inananlar kaldıysa, onlar da sanırım Atatürk Havaalanı’ndaki saldırının ardından uyanmış olmalılar.