Silahlı şiddet PKK gibi örgütlere siyasi ajandalarını dayatmak için en önemli güç enstrümanı. Ancak PKK’nın son aylardaki çatışmalarda silahlı şiddetin yönetimi konusunda sıkıntılar yaşadığını gösteren gelişmeler meydana geliyor. Bunlardan en sonuncusu ve belki de en belirgin olanı 12 Mayıs 2016 gecesi Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı Dürümlü mahallesinde yaşanan ve 16 sivil köylünün hayatını kaybettiği büyük patlama.
Dürümlü köyündekilerin ifadelerine göre Dürümlü’de yaşayan Orhan Yakar evinin yakınında şüpheli bir kamyon görür. Son zamanlardaki hayvan hırsızlığı olaylarının da etkisiyle araçtan şüphelenen Yakar, şoföre kim olduğunu ve ne için Dürümlü’de olduğunu sorar. Şoförün cevaplarından tatmin olmayan Yakar ile şüphelendiği şoför arasında yaşanan sözlü tartışmanın ardından kamyonun şoförü Yakar’a onu uzaklaştırmak için silah çeker. Bunun üzerine Yakar, silahını almak için evine giderken bir yandan da yardıma gelmeleri için akrabalarını arar. Köylüler birkaç arabayla kamyonun peşine düşerler. Taziye sahiplerinden Köy Muhtarı Bayram Yaman’ın anlatımına göre köylüler kamyondaki kişi veya kişilerin kim olduğunu ve kamyonda ne olduğunu bilmiyorlar. Köylüler kamyonu durdurup başına toplandıkları esnada da korkunç bir patlama meydana geliyor.
Patlama sonrasında açılan 30 metre genişliğinde ve dört metre derinliğindeki kraterden de anlaşabileceği gibi patlamaya yaklaşık 10-12 tonluk C3 ile de güçlendirilmiş nitrat bazlı bir düzeneğin neden olduğu ortaya çıkıyor.
Patlama ile ilgili PKK’nın askeri kanadı HPG yaptığı yazılı açıklamada PKK militanlarınca gasp edilerek içine bomba yüklenen kamyonun “hareket halindeyken bazı yerel iş birlikçi unsurlar tarafından engellenmeye çalışıldığını” iddia ederek, kamyonun yaşanan çatışma esnasında isabet eden kurşunlar nedeniyle infilak ettiği belirtti. Patlamanın nedeni olarak köylülerin müdahalesini gösteren bu açıklamayla PKK sorumluluktan kurtulmaya çalışsa da bu olay en başta bölgedeki Kürtler olmak üzere tüm Türkiye’de büyük bir tepkiye neden oldu. Yine şiddeti nedeniyle tüm Diyarbakır’da hissedilen patlamada hayatını kaybeden 13 sivil köylünün bedenlerinin parçalanması ve geniş alana yayılması nedeniyle bu kişilerin kimlik tespiti patlamadan tam dört gün sonra ve ancak DNA analizi sonucunda belirlenebilmişti.
Al-Monitor’a konuşan bölgedeki güvenlik kaynakları 36 Kürt çocuğunun yetim ve sekiz kadının dul kalmasına neden olan bu olayda tonlarca bomba yüklü kamyonun asıl hedefinin Diyarbakır şehir merkezindeki Valilik binası olduğunun altını çiziyorlar ve ekliyorlar “Şayet bu kamyon gündüz vakti Diyarbakır şehir merkezinde patlasaydı can kayıpları yüzlerle ifade edilebilirdi.”
Bu patlamadan kaynaklanan sivil kayıplar konusunda bölgedeki sivil toplum örgütlerinden de tepkiler geldi. İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği’nin (Mazlumder) “Dürümlü faciasını Yüksek Sesle Kınıyoruz” başlıklı açıklamasında şöyle denildi: “Kamyon her ne şekilde patlamış olursa olsun, o kadar patlayıcıyı köyün içinden geçirmek ve insanların yaşam haklarını ihlale sebep olmak sorumluluğundan hiçbir kişi ve örgütü kurtaramaz. Sivil yerleşim alanlarında düzenlediği bombalı saldırılarla şehirlerimizin güvensiz alanlar haline gelmesine ve toplumsal ortamda gerilimin yükselmesine neden olan eylemlerden vazgeçmesi çağrısında bulunduğumuz PKK’ye böylesi bir facia üzerinden sorumluluğunu yeniden hatırlatıyor ve böylesi eylem ve hareketlerin hiçbir toplumsal talep üzerinden meşrulaştırılamayacağını bir kere daha vurguluyoruz!”
Peki Türkiye’de temmuz 2015’den bu yana devam eden çatışmalarda PKK’nın eylemlerinin giderek yıkıcılığının artmasının ve bu eylemlerdeki sivil kayıpların sayısının yükselmesinin nedenleri ne olabilir?
Bunlardan ilki çatışmaların kentlere kayması. Kırsal bir silahlı örgütten kentli bir silahlı örgüte dönüşebilmek için çatışmaları kentlere taşıyan PKK’nın henüz çatışmalarda ürettiği şiddetten zarar görebilecek sivillere yönelik bir farkındalık geliştiremediği gözleniyor.
Diğer neden ise PKK’nın Suriye kuzeyindeki çatışmalar sayesinde kazandığı yüksek düzeyde askeri eğitim ve patlayıcı, silah ve yöntem tecrübesi nedeniyle artık böyle yıkım gücü çok yüksek araçlı bomba saldırıları gibi eylemleri yapabilecek kapasiteye ulaşması. Kısaca PKK için Suriye kuzeyinden edinilen daha çok tecrübe, patlayıcı ve lojistik destek demek Türkiye içinde daha çok bu tarz yıkım gücü yüksek eylemler demek.
Yazının sonunda çatışma bölgelerine yaptığım turlar neticesinde edindiğim bir gözlemime de yer vermek isterim: Şu an çatışma bölgelerindeki Kürtlerin yüzde 60-65 gibi büyük bir çoğunluğu niçin başladığını tam olarak anlamlandıramadıkları çatışmaların bir an önce bitmesini istiyor. Çatışmalardan ve çatışmaların yarattığı sosyo-ekonomik yıkımdan en çok etkilenen ve en çok bedel ödeyen bu büyük kitlenin hem Ankara’ya hem de PKK’ya mesafeli duruşu Ankara tarafından da PKK tarafından da yanlış okunuyor. Ankara çatışmaların bir an önce bitmesini isteyen ancak çatışmaları devam ettirdiği için de kendisine için için kızan bu kitlenin PKK’ya olan mesafeli duruşunu “PKK’ya mesafeliler. O zaman demek ki beni destekliyorlar” şeklinde yorumluyor. PKK da aynı şekilde Ankara’ya olan mesafeli duruşu “Ankara’ya mesafeliler. O zaman güçlü olduğumu göstererek onları kazanabilirim” şeklinde okuyor.
Aslında çatışmalardan etkilenen yüzbinlerce Kürdün asıl ötekisi ne Ankara ne de PKK. Çatışmanın bizzat kendisi. İşte hem Ankara hem de PKK çatışmanın ilişkisel bir kavram olduğu ve aslında bölgedeki vatandaşların büyük çoğunluğunun hem Ankara’ya hem de PKK’ya kızdığını göremiyorlar. Ankara ve PKK çatışmayla öylesine meşgul ki asıl zaferin hasmı yok ettiğinde veya diz çöktürdüğünde değil de bölgedeki vatandaşın kalbini ve beynini kazandığında geleceğinin farkında bile değil. Bakalım çatışma bölgelerinde Ankara’nın ‘İtaat et!’ ile PKK’nın ‘İsyan et!’ kapanlarına sıkışmak istemeyen ve bu kapanları aşma çabasında olan yüzbinlerce Kürdün kalplerine ve beyinlerine ilk önce kim konuşacak?