TAHRAN, İran — Mukteda El Sadr’ın siyasi hayatı, Irak’ın 2003’te ABD öncülüğünde işgal edilmesi ve onun da işgalci güçlere karşı silahlı direnişe geçmesiyle başladı. Bu faaliyetlerini zamanla azaltan Sadr, Başbakan Nuri El Maliki’nin hükümetiyle iş birliği yapmaya başladı ama ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinde de ısrar etti.
Ağustos 2015’te Sadr’ın siyasi hayatında yeni bir dönem başladı. Başbakan Haydar El Ebadi hükümetini yolsuzluk ve partizanlıkla suçlayan Sadr, Bağdat’ın Tahrir Meydanı’nda yaklaşık 100 bin protestocu topladı. Sadr’ın siyaset sahnesine döndüğü aşikârdı. 26 Şubat’a gelindiğinde Sadr’ın harekete geçirdiği yüz binlerce insan yine Bağdat sokaklarındaydı. Bu kez yönetimin partizan olmayan, teknokrat bir kabine kuramamasını protesto ediyorlardı.
Birkaç hafta sonra 18 Mart’ta Sadr ve destekçileri, parlamento dâhil kamu binalarıyla elçiliklerin bulunduğu Yeşil Bölge’nin hemen dışında oturma eylemi düzenledi. Yeşil Bölge için “yolsuzluğun savunma kalesi” diyen Sadr, Başbakan ve parlamento siyasi reform taleplerini kabul edene kadar yandaşlarından oturma eylemi ve grev yapmasını istedi. Daha sonra 30 Nisan’da yaptığı kışkırtıcı konuşmada destekçilerini üstü kapalı parlamentoyu basmaya teşvik etti ve onlar da aynen bunu yaptı.
Dolayısıyla Ebadi şimdi üç zorlu görevle karşı karşıya: İslam Devleti (İD) ile mücadele, reformlar, Sadr ve destekçileriyle baş etmek.
Siyasi bir hamlenin haklı, faydalı veya olağan olup olmadığı değerlendirilirken genelde rasyonellik, meşruluk, amaca uygunluk ve elitler arasında belli bir konsensüsün olması gibi kriterlere bakılır. Siyasi rasyonellik açısından bakınca rüzgâr ekenin fırtına biçeceği ortada. Sadr, meclisi basmak gibi şiddet ve sabotaj eylemlerine girişerek hükümet dâhil karşı tarafı, kendisini bastıracak adımlar atmaya kışkırtıyor. Bu tür adımlar ise Irak’ta kaos ve istikrarsızlık sarmalına yol açar ve sonuçta herkes zarar görür.
Meşruluk açısından bakarsak demokratik ve hukuki süreçlerle seçilen Ebadi hükümeti ve parlamento üyelerinin Irak’taki siyasi gruplar genelinde belli bir karşılık bulduğu ortada. Dolayısıyla Ebadi iktidarına veya meclise baskı uygulanacaksa demokratik kurallar gereği bunun oturma eylemleri, gösteriler ve meclis baskınları gibi yöntemlerden ziyade siyasi partiler, meclis grupları ve siyasi lobicilik gibi yasal kanallar üzerinden yapılması gerekir.
Sadr’ın yaptıklarında siyasi zekâ da yok. İsyan etmek için seçtiği dönem, İD’in Irak’ın toprak bütünlüğünü tehdit ettiği, Mesut Barzani gibi liderlerin Kürtleri ayrılamaya teşvik ettiği ve Suudi Arabistan’ın Irak’ta etnik ve dinsel çatışmaları körüklediği bir dönem. Sadr oturma eylemleri ve grevler düzenlemek, Ebadi hükümetinin işleyişini engellemek için herhalde daha kötü bir zaman seçemezdi.
Daha da önemlisi konsensüs konusu. Sadr, kendi yandaşı olanlar hariç belli başlı partilerin desteğinden mahrum. Ayrıca ne önemli bir dini merci ne de itibar gören bir dini uzman Sadr’ın eylemlerine destek vermiş değil. Aksine Büyük Ayetullah Ali El Sistani Sadr’ı tehlikeli maceralara kalkışmaması için defalarca üstü kapalı bir dille uyardı.
Sadr yıllar içinde sık sık İran’ın önemli isimleriyle yan yana görüntülendi. Bu da İran İslam Cumhuriyeti’nin Sadr’ı dışlamadığını gösteriyor.
ABD işgalinin ardından işgalci güçlere karşı silahlı direniş başlatan Sadr, İran’dan maddi ve manevi destek görmüştü. Ancak Tahran Sadr’ın son eylemlerini kınamamış olsa da desteklemiş de değil. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Cabar Ensari, Sadr’ın meclis baskınından sonra mayıs ortalarında İran’a geldiği söylentilerine tepkili bir yanıt verdi. Sözcü, Sadr’ın resmi bir ziyaret yapmadığını ve “kendisiyle İranlı yetkililer arasında resmi herhangi bir görüşme olmadığını” söyledi. Anlaşılan Sadr İran’a özel sebeplerle geldi ve Tahran da onun eylemlerini meşru görüyormuş izlenimi yaratmamak için resmi görüşmelerden kaçındı.
Irak meclisinin basılmasına açıkça tepki veren tek İranlı yetkili, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney’in dış politika danışmanı Ali Ekber Velayeti oldu. Velayeti Irak halkının “güvenliğine ve hukuk devletine yönelen her türlü tehdide direneceğini” ve “hukuksuz eylemelere girişen gruplara karşı koyacağını” belirtti. Velayeti üstü kapalı olarak Sadr’ın gösterilerini kastediyordu. Dolayısıyla Tahran’ın Sadr’la Ebadi arasında seçim yapmak istemediği anlaşılıyor. Başka bir deyişle Tahran hem Sadr’la hem Irak hükümetiyle ilişkilerini sürdürmek istiyor.
Öte yandan İran Ebadi yönetimine güçlü destek veriyor. Nitekim Hamaney ekim 2014’te Ebadi’ye şöyle demişti: “Biz yanınızdayız. Bir önceki Irak yönetimini nasıl kararlı bir şekilde desteklediysek sizin yönetiminizi de öyle destekleyeceğiz.” Dolayısıyla İran’ın genel politikası Irak’ta meşru hükümeti destekleme yönünde. Öte yandan İran şunu da çok iyi biliyor: Sadr hareketi üzerindeki etkisini yitirirse bunun sonuçları öngörülemez. Nitekim Felluce’yi geri almak için Ebadi’nin talimatıyla başlatılan harekâtta Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani Felluce yakınlarındaki harekât merkezinde çalışırken, Sadr Bağdat’ta siyasi maceralarını sürdürüyordu.
Parlamento baskını sırasında Sadr’ın kimi yandaşları İran karşıtı sloganlar attı. Ancak Irak İslami Yüksek Konseyi mensupları bu sloganların, protestocuların arasına sızan ajanlar ve Baasçılar tarafından atıldığını, gerçek Sadr destekçilerinin İran karşıtı olmadığını söylüyor. Sadr’ın kendisi de sokaktaki yandaşlarına İran aleyhine sloganlar atmayı yasakladı.
İran komşu bir devlette yaşanacak kargaşanın kendisine de olumsuz yansıyacağını biliyor. Hele de bu, yıllar süren düşmanlıktan sonra siyasi müttefik hâline gelen bir komşuysa… Dolayısıyla İran’ın genel politikası, Ebadi hükümetini desteklemek ama Sadr hareketi gibi İran’a yakınlık duyan asi grupları da küstürmekten kaçınmak.