Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın 25 Nisan’da yaptığı şaşırtıcı çıkış Türkiye’de yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi. Kahraman yeni anayasanın “dindar bir anayasa” olması ve “laiklik” ilkesinin kaldırılması gerektiğini söylemişti. Bu açıklamalar, Ak Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle canlanan “laiklik tartışmasını” yeniden hararetlendirdi. Protesto gösterileri düzenlendi, ana muhalefet lideri Meclis Başkanı’nın istifasını istedi. Laik kesimden pek çok yorumcu, Kahraman’ın bu açıklamalarının Ak Parti’nin “gerçek yüzü”nü ve “asıl niyetini” yansıttığını savundu. Bunlara göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Kahraman’ın bu açıklamaları, ancak Cumhurbaşkanı’nın kurguladığı bir planın parçası olabilirdi.
Ancak Meclis Başkanı’nın “dindar anayasa” açıklaması sonraki bir kaç gün içinde Ak Parti’nin önde gelen isimleri tarafından reddedildi. Meclis Anayasa Komisyonu’nun Ak Parti’li Başkanı Mustafa Şentop Kahraman’ın sözlerinin “partinin pozisyonunu yansıtmadığını” söyleyerek, “bizim anayasa teklifimizde laiklik var” dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu ise şöyle dedi: “Hazırladığımız yeni anayasada da laiklik ilkesi bireylerin din ve inanç özgürlüğünü teminat altına alan devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olmasını garanti altına alan bir ilke olarak yer alacak”. Davutoğlu buna anayasanın “otoriter” değil “özgürlükçü” bir laiklik anlayışını benimseyeceğini de ekledi.
Tartışmaya katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise sadece laikliği savunmakla kalmadı, ilkenin iyi bir savunusunu dahi yaptı. “Devlet tüm inanç gruplarına, inançlarını yaşama hususunda eşit mesafededir ve laiklik budur” diyen Cumhurbaşkanı bir “din devleti”nin niçin gerekmediğini de şöyle anlattı: “Anayasada bu ülkedeki tüm dini grupların inançları güvence altına alınıyorsa, devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması esas alınıyorsa, özellikle İslâm’a vurgu yapmaya ne diye ihtiyaç olsun? Ben bir Müslüman olarak inancımı istediğim gibi yaşayabiliyorsam mesele bitmiştir. Hristiyan Hristiyanlığını yaşayabiliyorsa, Musevi Museviliğini yaşayabiliyorsa, ateist ateistliğini yaşayabiliyorsa onun için de bitmiştir”.
Peki Erdoğan’ın bu net çıkışı laiklik konusundaki endişeleri ortadan kaldıracak mı? Muhtemelen hayır, çünkü muhalif kesimlerdeki pek çok kişi muhtemelen Ak Parti’nin halen “gerçek yüzünü” gizlediğine inanacak.
Bu kişilere göre Kahraman’ın açıklamaları, sonradan ifade ettiği gibi kendi “kişisel görüşü”nü yansıtmıyor; aksine Erdoğan tarafından kurgulanmış bir planın işaret fişeğini oluşturuyor. Çünkü Kahraman’ın dindar anayasa fikrini gündeme getirmesinin asıl nedeni, Erdoğan adına nabız yoklamak. Erdoğan tepkiler üzerine laikliği savunmak durumunda kalsa da, uzun vadede bir “İslam devleti” kurmayı planlıyor.
Evet, yaygın bir yorum bu. Ancak alternatif bir yorum daha var ki, bana daha ikna edici gelen o. Buna göre Erdoğan hareketinin merkezinde “ideoloji”den ziyade “güç” hedefi yatıyor. Bu gücün korunması için halk desteğine, halk desteği için de dini sembol ve kavramların kullanılmasına ihtiyaç var. Ancak bir yere kadar. Çünkü Türk toplumunun çoğunluğu, siyasette dini söylemlerden hoşlansa da, şeriat hukuku uygulayacak bir “İslam devleti” istemiyor.
Bu toplumsal tablo, muhtelif kamuoyu araştırmalarıyla teyit edilmiş durumda. Örneğin, Pew Araştırma Merkezi’nin Türkiye’nin siyasal eğilimlerine yönelik 2013’te yaptığı araştırmaya göre toplumun yalnızca yüzde 12’si Şeriat hukuku istiyor. (Bu oran, Pakistan’da yüzde 84 Mısır’da ise yüzde 74.)
Muhtemelen Erdoğan’ı destekleyen bu yüzde 12’lik İslamcı kesim, Cumhurbaşkanı’ndan kendi ütopyalarını hayata geçirmelerini bekliyordur. Ancak Erdoğan aynı zamanda geniş bir “muhafazakar” tabandan da destek görüyor ve bu dindar seçmen kitlesi dine yönelik referanslardan hazzetse de halen laik bir düzende yaşamayı tercih ediyor. Erdoğan da bu nedenle yeni anayasada hem laiklik ilkesini korumak istiyor hem de kamusal alanda dindar bir söylem kullanmaktan kaçınmıyor. Hatta bu söylemi yeni anayasaya da yansıtması mümkün.
Nitekim, Ak Parti çevrelerine yakın bir gazetecinin geçen günlerde yazdığı bir kulise göre, yeni anayasada hem laiklik ilkesinin korunması hem de Allah’a ve İslam dinine atıf yapılması, hatta hem Mevlana’dan hem Atatürk’ten söz edilmesi planlanıyor. Bir başka deyişle, hemen herkese hitap edebilecek bir atıflar derlemesi… Bir diğer söylentiye göre ise anayasada ABD’deki bağımısızlık bildirgesine benzer bir şekilde “Yaradan”a atıf yapılacak.
Kısacası Türkiye’nin yakın gelecekte Şeriat hukukunun geçerli olacağı bir “İslam devleti”ne dönüşeceğini öngörmek biraz abartılı bir tahmin olabilir. Daha muhtemel olan, devletin Ak Parti’nin renklerine tam boyanarak bir “muhafazakar devlete” dönüşmesi.
İktidar partisinin belirleyici rengi ise “İslamcılık” değil; “Erdoğancılık”. İslamcılık bu ideolojinin önemli bir teması olsa da, tamamı değil. Bir başka deyişle, Türkiye’nin laiklerin hep korktuğu gibi ikinci bir İran’a ya da ikinci bir Suudi Arabistan’a dönüşmesi epey zor. Fakat yine şahıs esaslı bir ideolojinin, yani “Putinizm”in hüküm sürdüğü Rusya’ya dönüşmesi riski var.
Çünkü gazeteci Fareed Zakaria’nın isabetle özetlediği gibi, Putinizm beş unsurdan oluşuyor: “Din, milliyetçilik, toplumsal muhafazakarlık, devlet kapitalizmi ve devletin medya üzerindeki tahakkümü.” Putin’in söylemindeki en güçlü temalardan biri “dini değerlere” yani Hristiyan Ortodoksluğa dönüş, bir diğeri “dünya çapında ezilen Hristiyanlara sahip çıkmak”. İşte bu söylemdeki “Hristiyanlığı” çıkarıp yerine “Müslümanlığı” koyun, Türkiye’deki hakim ideolojiyi de bulmuş olursunuz.