Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) Tel Aviv’de her yıl düzenlediği İsrail Stratejik Değerlendirme toplantısının 18 Ocak’taki açılışında konuşan ABD Büyükelçisi Daniel Shapiro Başbakan Benjamin Netanyahu ve hükümetine karşı beklenmedik bir çıkış yaptı. Shapiro şöyle konuştu: “İsraillilerin Batı Şeria’daki pek çok kural tanımazlığı engellenmiyor. Bazen hukuk devletine bağlılıkta çifte standart uygulanıyormuş gibi görünüyor: İsraillilere ayrı, Filistinlilere ayrı bir hukuk.”
Shapiro barışsever bir büyükelçi. Dört buçuk yıllık görev süresi boyunca İsrail-ABD ilişkilerinin en yıpratıcı dönemlerine tanıklık etti. Ancak Büyükelçi zorluklara rağmen Netanyahu ve Başkan Barack Obama’yı ayıran fırtınalı suların ortasında bir istikrar adası olmaktan vazgeçmedi. ABD-İsrail ilişkilerinden sık sık övgüyle bahseden Büyükelçi en kötü zamanlarda bile bu ilişkilere siper oldu. Bunlara Obama’nın bir danışmanının Netanyahu’ya “ödlek” yakıştırması yaptığı, Netanyahu’nun Oval Ofis’te Obama’ya “nutuk çektiği” ve Obama’nın Beyaz Saray’da Netanyahu’yu terslediği günler de dâhildi. Netanyahu’nun Beyaz Saray’ı baypas ederek Kongre’de başkanlık politikalarını ve İran’la nükleer anlaşmayı eleştiren bir konuşma yapmasıyla ilişkiler dibe vurduğu zaman dahi Shapiro arayı düzeltmek için elinden geleni yaptı.
Peki, Shapiro’yu sinirlendiren neydi? Ne oldu da ABD yönetimi bir anda İsrail’in Filistin bölgeleriyle ilgili politikalarını ve hukuki uygulamalarını böylesine sert, adeta örneği görülmemiş şekilde eleştirdi? Bu sorunun yanıtı Büyükelçi’nin sözlerinde yatıyor olabilir.
“İsrail’i iki uluslu bir devlete dönüşmekten kurtaracak tek yolun” iki devletli çözüm olduğunu vurgulayan Shapiro “İki devletli çözümün geçerliliğini koruyacak yöntemler bulmamız lazım.” dedi. Konuşmasının sonunda ABD yönetiminin İsrail’in yerleşim politikası nedeniyle “endişeli ve şaşkın” olduğunu belirten Shapiro, bu politikanın İsrail’in uzun vadeli niyetlerine dair samimi soru işaretlerine yol açtığını ifade etti.
ABD yönetiminin “endişeli ve şaşkın” olduğu ifadesi bu tarihe kadar ancak şu an okuduğunuza benzer yorum ve makalelerde yer alırdı. Şimdi ise ABD yönetiminin kıdemli bir resmi temsilcisi çıkıp “Artık ne yapacağımızı bilmiyoruz.” itirafında bulunuyor.
Başbakanlık’ın yanıtı süratli ve sert oldu: “Büyükelçinin İsrail’in altı çocuk annesi bir kadını toprağa verdiği, hamile bir kadının bıçaklandığı bir günde sarf ettiği bu sözler kabul edilemez ve yanlıştır.” Yanıtın perde arkasında ise çeşitli komplo teorileri kol geziyor. Kendisine karşı her an plan kurulduğuna inanan Netanyahu’nun paranoyak kişiliği, komplo teorilerine düşkünlüğü biliniyor.
Netanyahu 20 Ocak haftası itibarıyla içeride iki “komplocunun” hedefindeydi: son günlerde Netanyahu’nun güvenlik politikalarını eleştiren Eğitim Bakanı Naftali Bennett ve eski bakan Gideon Saar. Uluslararası alanda ise Amerikalılar ve Avrupalılar kendisine karşı birleşiyordu.
Üst düzey bir İsrailli yetkili, isminin açıklanmaması kaydıyla Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Avrupa Birliği’nin aynı gün 1967 öncesi İsrail ile (1967 sonrası) Yahudiye ve Samarya’nın (Batı Şeria) birbirinden ayrı olduğunu vurgulayan bir kararı oylaması belki de Shapiro’nun açıklamalarından bağımsız değildi. Bu adımın Amerikan yönetimi ile Avrupalılar arasında koordine edildiğinden şüphemiz yok. Farklı cephelerde çok boyutlu bir hareketle karşı karşıyayız. Amerikan yönetimi ideolojik mızrak başı olarak buna öncülük ediyor, kirli işleri de Avrupalılara bırakıyor.”
Bu, Netanyahu’nun en büyük korkusu, yani sekiz ay önce kurduğu sağcı hükümetin politikalarına karşı yekvücut ve karalı bir diplomatik hareketin ortaya çıkması. Geçmişten farklı olarak Netanyahu böylesi bir saldırıya karşı elinde net bir karşılık olmadığını biliyor. Bir önceki başbakanlığı döneminde Filistinliler ve Amerikalıları nafile müzakerelerle dokuz ay oyalamayı başarmıştı. Ancak ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin öncülük ettiği bu sürecin bitmesinde hatanın büyüğünün Al-Monitor’un da yazdığı gibi kendisine 17 Mart 2014’te sunulan çerçeve anlaşmaya yanıt bile vermeyen Başkan Mahmut Abbas’ta olduğunu söyleyerek Netanyahu’nun hakkını yemeyelim.
Bu konudaki temaslarda yer alan kıdemli bir Amerikalı kaynak, kimliğinin gizli kalması kaydıyla geçtiğimiz günlerde Al-Monitor’a şöyle dedi: “Netanyahu’nun 2013’teki müzakerelere girmesinin nedeni İsrail’in itibarsızlaştırılmasından, Avrupa’nın boykot ve ürün etiketleme ihtimalinden ve İsrail’in uluslararası konumunun aşınmasından duyduğu derin edişeydi.” 2016’da ise Netanyahu, bu süreçlerin hızlanması karşısında ona yardımcı olacak bir koalisyona sahip değil. Koalisyonun mevcut yapısından dolayı Netanyahu Filistinlilerle müzakereden bahsetmek bir yana bunun hayalini bile kuramaz. Bir önceki tsunamiyi son dakikada ördüğü duvarlarla durduran Netanyahu bugün dalgaya karşı iki çıplak elle duruyor.
Shapiro’nun açıklamalarından bir gün sonra Büyükelçi ile Başbakan arasında sözde bir uzlaşma görüşmesi oldu. Bir grup Kongre üyesinin Netanyahu’yla görüşmesine eşlik eden Shapiro resmi toplantıdan önce Başbakan’la yarım saat kadar baş başa görüştü. İki taraf da görüşmenin sıcak, dostane bir havada geçtiğini bildirse de Shapiro’nun sözlerine “açıklık getiren” resmi bir açıklama yapılmadı. Shapiro sözlerini ne düzeltti ne de geri aldı, Netanyahu da sert eleştirilerini yumuşatmadı. Hatırlatmak gerekirse Netanyahu büyükelçinin sözlerine “Kabul edilemez ve yanlış.” diyerek ABD yönetimini yalancılıkla suçlamıştı.
Önümüzdeki aylarda yaşanacakların anahtarı ise Amerikalıların elinde. Bu tip durumlarda zaten genelde böyle olur. ABD yönetimi Obama’nın şekillendireceği bir barış planı önerip önermeme konusunda kararsız. Obama’nın elinde Kerry’nin 2014’ün başında Netanyahu ile yaptığı yoğun müzakerelerden elde ettiği bir anlaşma çerçevesi var. Bu taslak, İsrail’e sorulmadan Filistinlilerin bazı taleplerini karşılayacak şekilde gözden geçirilmiş ve Abbas’a sunulmuştu. Ancak Abbas’tan şimdiye kadar bir yanıt çıkmadı.
Obama, bu çerçeveyi 2000 tarihli Clinton Parametreleri’nin bir nevi güncellenmiş hâli olarak masaya koyar mı? Avrupalıların geçen yıl İsrail ürünlerine karşı başlattığı yaptırım, etiketleme ve kısıtlama uygulamalarının sürmesine yeşil ışık yakar mı? Görev süresinin son aylarında başkanlık yarışında Hillary Clinton’ın elini zayıflatma pahasına Netanyahu ile kafa kafaya bir kavgaya girer mi?
Obama doğası itibarıyla kinci biri olarak tanınmıyor. Duygusallıktan, asabiyetten ve fevrilikten uzak, soğukkanlı, pragmatik ve gerçekçi bir siyasi kişiliği var. Öte yandan Netanyahu’dan gördüğü hakaret ve saygısızlıklar Budist bir rahibi bile çileden çıkarır. ABD Başkanı, İsrail-Filistin “barış süreci” denen bu tarihsel belaya kendi damgasını vurmak, geriye bir miras bırakmak isteyebilir. Obama havlu atıp çalkantılı Orta Doğu’dan sessizce çekilmeyi de seçebilir. Bu konudaki kararını çok yakında vermesi gerekiyor.